Otoritaryen Kişilikler (Ebubekir AYKUT)

Toplum ile birey arasındaki ilişkiler her zaman çetrefilli bir konu olmuştur. Bireyci düşünce toplumu bireylerin toplamına eşit varsaydığı için genel olarak bireylerdeki hâkim özelliklerin, parçası oldukları toplumsal yapının karakterini belirlediğini öne sürer. Toplumu bireylerin toplamından daha fazlasını ifade eden organik bir bütün olarak tahayyül eden düşünce ise bireyin özelliklerinin toplum tarafından belirlendiğini vurgular. Bu çerçevede bireyciler liberal demokratik bir toplum olmak istiyorsak bireylerin liberal ve demokratik olması gerektiğine işaret ederler. Organik toplum düşüncesine sahip olanlar ise toplum geleneksel ve devletçi karaktere sahip olduğu için onun oluşturan bireylerin de devletini yücelten ve geleneksel değerlerini muhafaza eden kişiler olduğunu belirtir.

Her iki tarafında eksikliklerini aşmaya uğraşan üçüncü düşünce biçimi ise toplum ve birey arasındaki karşılıklı belirlenim ilişkisini öne çıkarır; bir toplumun liberal-demokrat ya da muhafazakar-devletçi karakteri bireylerin ve toplumun karşılıklı etkileşimi sonucunda ortaya çıkar. Bu kapsamda otoriter yönetimin filizlendiği toplumsal yapının özelliklerini bireylerin kişilikleri üzerinden incelemekte bir beis yoktur. Herhangi bir belirleyiciliğe sahip olsun olmasın bireyler içinde yaşadıkları toplumsal yapının ve daha özel olarak söylersek yönetim tarzlarının varlığını mümkün kılan bazı kişilik özelliklerine sahiptir. Otoriter yönetimler zorunlu olmasa da yaygın otoriteryan kişiliklerin varlığına dayanırlar, hatta siyasal-kamusal ilişkilerin dışındaki özel alandaki ilişkiler de otoriter yönetimler altında gittikçe otoriterleşir.

Otoriteryan Kişilikler ve Politik İdeoloji

Otoritaryen kişilik herhangi bir konuda otorite olan kişilik anlamına gelmez. Otoriter olmak genellikle yönetici sınıfa atfedilecek bir sıfattır ve yönetilen sınıfı siyasal anlamında otoriter olarak nitelemek yanlıştır. Bu sebepten otoritaryen kavramı daha ziyade otoriter yönetime açık olmayı ya da otoriter yönetimin destekçisi olmayı ifade eder. Diğer yandan kavram bir bireyde toplanmış özellikleri resmetmez, aksine farklı bireylerde ortaya çıkan bazı özellikleri içerir. Bu kapsamda otoritaryen kişilik psikolojiyi çağrıştırsa da kavram, ideoloji ile ilişkilendirildiğinde toplumu ve o toplumun siyasal yönetimini açıklamada kullanılabilir hale gelir.

Theodor W. Adorno Amerika’da 1940lı yıllara yapılan bir araştırmanın verilerine dayanarak yazdığı Otoritaryen Kişilik Üstüne kitabında “otoritaryen kişilik”in özelliklerini sıralar. Toplum birey ilişkisini psikolojinin kavramlarını ideoloji kavramı ile harmanlayarak inceleyen çalışma, otoriter yönetimlere açık ya da yandaş olan kişiliklerin oluşmasında etkin olan politik ideolojiye dair bazı sonuçlara ulaşır. Elbette çalışmanın tarihsel ve toplumsal koşullarının farklılığı nedeniyle ulaşılan sonuçların hepsi geçerli olmasa da bazı otoritaryen kişilik özelliklerinin hala etkili olduğunu saptayabilmek mümkündür.

Otoritaryen kişiliğin esasını oluşturan politik ideolojinin temel bileşenlerinden birisi “bilgisizlik ve kafa karışıklığı”dır. Bireyler sıklıkla güncel ve politik konularda düşünmeden kaçmak için sıklıkla “bilmiyorum” ya da “kafam karışık” bahanelerine sığınırlar. Ancak bu bağlamda insanların doğal aptallıklarından ya da olgunlaşmamışlıklarından söz edilemez, daha ziyade bireyler “yanlış şeyler düşünebileceklerinden ya da yanlış şeyler öğrenebileceklerinden korktukları için, düşünme hatta öğrenme konusunda zorluk çekiyorlar”dır (s.124). Yani kafa karışıklığı ve bilgisizlik eğitim ile aşılacak bir sorun değildir. Burada politik bilgisizlik ve kafa karışıklığı daha çok “akıllı” olmanın kendi avantajlarını gözetme anlamında algılanılmasından ve iletişim araçları ile iletilen politik bilginin “boş zaman”da alımlanır hale gelmesi nedeniyle bir “eğlence”ye dönüştürülmesinden kaynaklanır.

Politika konusunda kafası karışık ve bilgisiz kalmayı yeğleyen bireyler “klişeleştirme ve kişişelleştirme”ye başvururlar. Politikaya yabancılaşmış birey için “kaotik gibi gözüken şeye düzen getirmeye klişe yardımcı olmaktadır (s.128)”. Klişeleştirme yoluyla yaşananlar hep aynıymış ve hep yaşanıyormuş (“eski hamam eski tas”) gibi algılanarak gerçek dünya bireye uzakta, soyut ve yaşanmamış tutulur. İnsan hakları, demokrasi, adalet vb. bazı evrensel kavramlara içeriksiz ve uygunsuz bir şekilde, konuya ilişkin bilgisizliği örtebilmek için başvurulur. Klişeleştirmenin zıddı olan kişiselleştirme ise “nesnel toplumsal ve ekonomik süreçleri, … , söz konusu durumla özdeşleşmiş bir kişi çerçevesinde betimleme eğilimi (s.129)” anlamına gelir. Kişiselleştirme süreci olması gereken, yani düşünme süreci için gerekli olan, soyutluktan kaçınarak yaşananları ana ve mekana hapseder. İsimlerden söz edilerek söz konusu mesele üzerine düşünmekten kaçılır ve aynı zamanda isimlerle özdeşleşmenin de yolu açılmış olur.

Otoritaryen kişiliğin hala geçerli olduğu düşünebilecek bir diğer özelliği “yüzeydeki ideoloji” ile “gerçek görüş” arasındaki açıklıktır. “Kendi ‘resmi’ ideolojisi, düşünmek zorunda olduğunu varsaydığı şeyi doğrular; gerçek düşünceleri ise, psikolojik itkilerinin yanı sıra, daha dolaysız kişisel gereksinimlerinin de bir ifadesidir (s.140)”. Birey bir yandan hâkim ideoloji tarafından kendisine sunulan çerçeve içinde düşünmeye çalışır diğer yandan kendi günlük deneyimlerinde yaşadığı sorunlarla yüzleşir, hâkim ideoloji içersinde bunlara cevap veremez ve bunları hâkim ideoloji ile yan yana çelişkili bir şekilde dillendirir. Bunun tam tersi de geçerlidir; birey hâkim ideolojinin dışında konuşurken farkında olmadan kendi hâkim ideolojinin argümanlarını çelişkili bir şekilde dile getirebilir. (Gramsci’nin çelişkili bilinci ile birçok ortak yöne sahiptir bu tanım.) Her ne kadar Adorno bu uyumsuzluğu karamsar bir şekilde yorumlama eğiliminde ise de resmi ideoloji ile bireyin kendi yaşanmışlıklarından kaynaklı görüşü arasındaki açıklık otoritaryen kişiliğin tamamen otoriter yönetimin koşullanması altında olmadığına delalet eder.

Sonuç

Sonuç olarak otoritaryen kişilik bir yandan otoriter yönetimlerin hem ortaya çıkmasının koşullarını yaratır hem de otoriter yönetimler tarafından şekillendirilir ve koşullanır. Bilgisizlik, kafa karışıklığı, klişeleştirme ve kişiselleştirme gibi süreçler otoriter yönetimlerin ortaya çıkışının koşullarını oluşturur ya da otoriter yönetimler bu tür süreçleri mümkün hale getirir ve bireylere dayatır. Ancak bu ikisi arasındaki ilişki kırılamaz bir döngüye işaret etmez. Bu anlamıyla da tüm gündelik hayatın iktidar tarafından kontrol altına alındığı totaliter yönetimlerden farklı olarak otoriter yönetimler altında bireyler toplumsal özgürlüklerini inşa etmeye başlayacakları sınırlı bir özgürlük alanına sahiptirler.

Theodor W. Adorno, Otoritaryen Kişilik Üstüne: Niteliksel İdeoloji İncelemeleri, Çeviri: Doğan Şahiner, Say Yayınları, 2011.


0 yorum:

Yorum Gönder