Şiirle Bakışmak (Onur AKYIL)

Dönüp dolaşıp sessizliği çözüyor aslında şiir. Sessizliğin nasıl görüldüğünü, nasıl duyulduğunu çözüyor. Orada; bu çözme eyleminin merkezinde duruyor insan. Yaşananlar ‘hayat’ olmaya başladığında, daha da derine taşıyor kendini çözme eylemi. Çoğu zaman başkalaşıyor. Okunan bir şey olmaktan böyle çıkıyor aslında şiir; neye dönüştüğünün adını koymaksa oldukça güçleşiyor. Ezbere söylenen / söylenebilecek olan her şeyin darmadağın oluşu, çaresizlik duygusunu bir uğraştaki ustalığa dönüştürüyor okur için. Böyle şiirler yazabilmekse herhangi bir sıfatla tanımlanamayacak kadar keskin acılara karşılık geliyor. Ancak ‘acı’nın da böyle bir durumda kötülüğünden sıyrıldığını görmek şart; yoksa bunca ağır olan şeyler bütünü, insana sunulmuş umutlar olmanın ötesine düşer. İş bu noktada Rahmi Emeç şiirlerini okumak; daha doğrusu Rahmi Emeç şiirleriyle restleşmek gerekiyor. Ozanın Yasakmeyve’den çıkan Bakışsız Gece kitabı, bu restleşmeyi gerçekleştirebilmek için oldukça geniş bir zemin sunuyor okura / insana.

Başkalarından alıntılar yapmaktansa, kendi dizeleriyle bölümlemiş Bakışsız Gece’yi Rahmi Emeç; neyin nerede kırıldığını, değiştiğini böyle kurmak elbette her şeyden önce daha hakiki. Kendi dili yetiyor çünkü ozanın, anlatısını bir serüven olarak tamamlamaya. Üstelik ‘neler de biliyorum’ havasını da dağıtan bir samimiyet var kılıyor kendini. Aranan şeylerden biri de bu değil mi şiirde? Bilmek kimi ne kadar mutlu ediyorsa etsin; bildiklerini, biriktirdiklerini kendi diliyle kuramıyorsa bir ozan, yazmasının ne anlamı var?

Kitabın ilk şiiri ‘kent yankısı’. Emeç şiiriyle ilk defa karşılaşan bir okur, ozanın şiir algısını bu şiirle birlikte rahatlıkla kavrayabiliyor. Yalnızlıktan, çok uzaktan, yorulmaktan, tutunmaktan gelen bir ses bütün hünerini sergiliyor bu şiirde: ‘öyle sessizlik oluyorum ki boşluk kendini dinliyor’ / ‘gördüm gecenin ayakları sabahı adımlıyordu”. Uzaklığın bütün anlamları, kendini ortaya koyduğu bütün aranışlar duyumsanıyor şiirde ama yaşamdan kopmanın, yaşama sırtını dönmenin herhangi bir imajına rastlanmıyor. Sözcükler bir iddia olarak bu uzaklığı taşısalar da, ozan dönüp dolaşıp yaşama nasıl tutunduğunun altını da çiziyor: ‘çünkü, sıcak tutulursa yaşayacak bir imkansızlık, / durmadan kapımı çalıyor, ben açmıyorum.”. Bu söylem elbette kendine akacak bir yatak bulmuşken, bir başkasının varlığı seziliyor şiirde. Şiire bir yerinden giren, ozan kendi iç gerçekliğiyle hareket ederken, bu yazılanda benim de payım var diyen biri… Belki de tam da bu noktada, bir sırrı açıklar gibi, şiirin kendini tamamladığı / durduğu yerde, o başkasından söz açıyor ozan; üstelik, okurun ve şiirin zihnine o başkasını kazırcasına: ‘tam aklına düşeceğim, elimden tutuyorsun’.

Kitabın ikinci şiiri ‘eskiden şehir’de de, daha tanımlayıcı bir hava içinde gelişen söylem, yaşamdan karşılıklar bulma konusunda yine şaşırtıcı bir yerde duruyor; Haydar Ergülen’e ithaf olunan şiirde, Emeç: ‘bir şehir dört şeydir nüfus kütüğünde: çocukluk, anne, arkadaş ve ölüm” diyor. Bir şehrin, bir şehre dair arkadaşlığın kodları öylesine kusursuz ki bu şiirde, yerelden evrensele açılan çağrışımlar, olması gereken güçlü söylemi bir yerden sonra neredeyse ozana gerek kalmadan kendileri kuruyorlar; ozanın payı elbette var fakat doğal bir süreç de işliyor bir yandan, sözcükler aynı şiir içinde kendilerini yeniden anımsatıyorlar, neyi neden söylediklerini yavanlaşmadan, yeniden söyleyerek: ‘trenler, ille de trenler ısınmak için / yolculuk: çocukluktur, annedir, arkadaştır, ölüm….’.

Kitaba adını veren ‘bakışsız gece’, ilk anda bir kedi karalığını ansıtarak güçlendiriyor kendini. Ozanın sözünü söylediği yerde ise ayrışıp bu ansımadan yeni bir şey kuruyor insanın / okurun zihninde: ‘gecenin diliyle kimse fark edilmez / varla yok arası bir hanın serinliği / şoselerin boynuna dolanır tenhalıkta / kimse görmez gecede tasarlanmış kötülüğü / her şey her şeyin yedeğinde bir ünlem”. Yaşamı olanca bütünlüğüyle karşılıyor bu dizeler; her şey her şeyin ardında bir ünlem; her şey her şeyin sonrası için yükselen bir ses; yükselen bir sessizlik. Artık sessizliğin yeni bir anlamı olduğunu yeniden onaylıyor Emeç; sessizlik biraz da bağırıp çağırmak ne de olsa, yaşadığımız günlerde.

Bu şiirimizin geçmişine dair ansıtmalar yalnızca zihnimizde yer eden sözcüklere ait kodlarla yürümüyor, bununla birlikte form olarak da benzer ansıtmalarla karşılaşıyoruz kitap içinde. Örneğin kitabın ikinci bölümü olarak düşünebileceğimiz bölümünün ilk şiiri ‘seni merak eden’, ‘hoş geldin, seni merak eden bir boşluktum hayli zaman’ diyerek bizi önce ses itibariyle Nazım’a kadar taşıyor; sonrasında şiirin formunun da bu taşıma işlemine eşlik ettiğini görüyoruz. Önemli bu; hatta yapılması gereken bir şey zaman zaman. Yeniyi kurmanın yegane yolunun geçmişi biçimlemek olduğunu unutmamak gerekiyor. Geçmişi reddeden sanat akımlarının, şiir formlarının nihayet itibariyle geçmişi özümsemiş olması şart; her yeni nihayetinde eski olanın da yerini, biçimini, kuvvetini tekrar belirliyor.

Bu eskimeyen sesi taşıyan bir başka şiirse ‘sanabakan gülleri’; bu şiirin bitiminde ozan: ‘çok zaman oldu, her ağlayış kendine duvar edinmiş, benimki sensin, bağışla / güle bakar gibi sana bakarım.’ diyerek, okuru yine gerek ses, gerek form açsından önceye taşıyor.

Rahmi Emeç’in bir ozan olarak belki de en ilginç yanı, şiirlerinin çoğunda farklı bir söylem / form algısı üzerinden yürüse de bir yerde bütün şiirlerin onun öznelliğini kuşanabiliyor olması; şiirlerin geçmişe ve geleceğe aynı anda uzanabilen estetiği bunu kanıtlıyor; zaman zaman aynı şiir içinde de görülebiliyor bu durum. Örneğin ‘kış cümleleri’ şiirindeki ‘bazen, anlamak hızla tüketmektir / durmam için bana zor sorular gönder.’in ellili yıllardan gelen sesi, ‘karışık günler sıkıntısı’ şiirindeki ‘bildiriler, sesleri taşıyıp getirmişti avlusuna dünyanın. / o avluda bize, bir kimlik kaygısında yakalara iliştirilmiş / rozetlerden bakılıyor’daki, seksen sonrasından gelen seslere karışabiliyor. Bu aslında olumsuz bir şey değil; aksine, hem memleketin hikayesine dahil ve hakim olmanın, memleket şiirine de bir ozan olarak dahil ve hakim olmayı getirdiğini / gerektirdiğini açımlayan önemli bir özellik. Genelde biz de, tutturduğu yerden yazmaya devam eden bir ozan algısı var; Emeç böylelikle bunu da yıkmış oluyor. Her döneme eşit hakimiyet gerektiriyor şiir. Bazen dönüp, başka formlar, söylem biçimleri üzerinden de yeniden şiirler kurmak gerekebiliyor.

Sonuç olarak; Emeç kendi farkındalığı sayesinde bir ayrışma yaratabiliyor şiirimizde. Meseleniz şiirse, Rahmi Emeç’i takip etmeniz şart.

BAKIŞSIZ GECE, Rahmi Emeç, Komşu Yayınları, 2013.

0 yorum:

Yorum Gönder