Kısık Ateşte Siyasi Cinayet (Mehmet Fırat PÜRSELİM)

Polisiye bir kitapla ilgili yazı yazarken okurun keyfini kaçırmamak adına dikkatli olmak gerekir. Yazarın oyunlarından tarihle ilgili olanını açıklarsam, katilin kimliğine ima dahi yapmadığım gibi en kafama takılan sorunu aşacak olan okura elindeki feneri sadece cinayeti aydınlatmak için tutma şansını da vereceğimi düşünüyorum. Son Teşebbüs, son cinayetin işlenmesinin üzerinden yüz yılın, devrimin gerçekleşip insanların sınıfsız toplumu kurmalarının üzerinden iki yüz yılın geçtiği bir zamanı anlatıyor. Kitabı bir gelecek ütopyası olarak okudum ama ufak tefek birkaç detay dışında insanların günlük yaşamının neredeyse aynı kalmasını, hatta ulaşım gibi kimi konulardaysa daha geride olmasını başta handikap olarak yorumladım. Gelgelelim kitabın sonundaki mektupta geçen 2012 tarihi, yüz yıllık ve iki yüzyıllık göndermelerin 1789 Fransız ve 1917 Ekim Devrimlerini işaret ettiğini, dünya çapında başarıya ulaşan devrimlerden sonra nihai amaç olan sınıfsız ve sömürüsüz toplum düzeninin kurulduğunu anladım. Devletlerin ve sınırların kalktığı, insanların çalışıp çalışmamak konusunda özgür olduğu, sömürenler olmadığı için fakirliğin değil zenginliğin bölüşüldüğü bir dünyada geçiyor roman. Ancak devlet ortadan kalktığından dolayı her türlü devlet aygıtıyla birlikte polis teşkilatı da lağvedildiğinden polislerin olmadığı bir polisiye okuyoruz. (Finali okuduktan sonra geri dönüp sayfaları tekrar çevirdiğinizde yazarın tüm detayları bilinçli olarak yerleştirdiğini görüyorsunuz ve kitap kafanızda yerli yerine oturuyor.) 

Gazetede çalışan Anlatıcı ve arkadaşı Can’a bir mektup gelir: “Yeryüzünde bir cinayet işlenmesinin üzerinden yüz yıldan fazla zaman geçti… Sen bu mektubu okuduktan sonra, dünyanızda bir cinayet işlenecek. Bir insan ölecek. Taammüden öldürülecek. Bunu çok iyi biliyorum, çünkü ben öldüreceğim!” Cinayeti engelleyebilecek, ne bir devlet aygıtı ne de kolluk kuvveti kalmıştır. İnsanlar yalansız, barış içinde yaşamayı öğrendiklerinden gereksiz hale gelen bu birimler kapatılmıştır. Güzel yemekten başka pek bir şeyden anlamayan Anlatıcı ve asabi arkadaşı Can’ın cinayeti engellemeleri mümkün değildir. Onlar da Milano’dan polisiye edebiyat tarihçisi –cinayetler ortadan kalktığı için polisiye edebiyat da tarih olmuştur– arkadaşları Andrea’yı çağırırlar. Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler misali, kahramanlarımız dedektifin olmadığı yerde polisiye edebiyat tarihçisinden hafiye yaratmaya soyunurlar.

Andrea’nın yazdığı gazetede yayınladıkları, polisiye romanlar üzerine yazılar sebebiyle mektubun onlara yollandığına kanaat getirirler. Cinayetin aslında tek bir kişinin katlinden çok daha fazlası olduğunu, kurulan sisteme karşı ve siyasi olduğunu kavrarlar. Bir kişinin öldürülmesiyle, devletsiz sistemin sorgulanmaya başlanacağını, kendini savunmak için tekrar üreteceği aygıtları vasıtasıyla gericileşeceğini ve aslında korumak isterken kendini yıkacağını fark edince katilin –daha doğrusu henüz yazar olan kişinin–, peşine düşerler. Bunun için de yem olarak gazetede bir karşı mektup yayınlarlar. Kuzguncuk’un Yemekleri isimli yemekyerinde mideleri seçkin tatlarla doyarken, çeneleri et çiğnemenin yanı sıra keskin kuramsal tartışmalara da girişir. Bu sırada Can ve Andrea arasında yöntem konusunda keskin bir ayrışma belirir: Can katili ne olursa olsun bulmak adına devrimci biçimde hareket edilmesi, gerekirse düzenin korunması için tüm aygıtlarıyla birlikte devletin yeniden inşasını önerirken; Andrea ise muhafazakâr biçimde sisteme hiçbir müdahale yapılmaması gerektiğini, onun kendi kendini koruyacağını, koruyamazsa zaten yıkılmaya mahkûm olduğunu, dışarıdan müdahalenin de katilin istediği amaca hizmet edeceğini ve düzeni yıkacağını söyler. Can hışımla mekândan ayrılır. Anlatıcı yola Andrea ve yemekyerinde tanıştıkları Doktor Yakup ve garson kadın Pantea’yla devam eder. Andrea ile yakınlaşan Pantea aslında gastronomi okumaktadır, Yakup’sa insanların sıkıntılı zamanlarında gittiği doktorluktan kaçarak, yemek yiyerek mutlu oldukları bu yemekyerine sığınmıştır.

Roman Anlatıcının ağzından anlatılıyor ve yazar ağırlıklı olarak iç konuşma tekniğini kullanıyor. Anlatıcının adını uzun süre öğrenemezken Doktor Yakup’un adı –Yaqup, Yaghub, Jakob, Jakobus, Hakob, Hagop vs. gibi– her seferinde değişiyor. Burada yeni kurulan düzende insanların istediği kişiliğe, ada, mesleğe vs. bürünmekte özgür olduklarına bir gönderme yapıldığı gibi İsa ve havarilerine atıf da var. 

Özgür Üniversite, NHKM, soLMeclis’te yer alan sol siyasi gelenekten gelen yazar Aziz Hatman, kitaba da okuru sıkmayacak, aksine ufkunu açacak biçimde kuramsal tartışmalar yerleştirmiş. “Herkes toplumun sorumluluğunu üstlendiğinde, çözülmez denen teknik bölümdeki ast-üst ilişkisini dahi önemli ölçüde çözebilmiştik. Özgür astlar ve özgür üstler olunca ortada sadece istedikleri işi yapan, ama gün gelip de istemediklerinde yine yapmayan ve istediklerinde başka bir diğer işi yapanların oluşturduğu eşitlerin emek süreci ortaya çıkmıştı. Kimse kimseyi sömürmüyor, kimse istemediği bir işte çalışmak zorunda kalmıyordu. Herkes kendi kişisel sorumluluğunu, kendini gerçekleştirmek için üstleniyordu. Mutlak çalışma özgürlüğüne sahip olan eşit insanların toplumu doğuyordu… Hayatta kalmak için çalışmak, geçici bir dönem için toplumsal sorumluluğu paylaşma bilincine evrilmiş olsa da, eşit ve özgür emek süreci hızla olgunlaşmış ve insan zevk almak, tatmin olmak, mutlu olmak için çalışmaya başlamıştı. Çalışarak kazanılan ücretin tüketilirken verdiği tatmin, mutluluk, zevk tarih olmuş ve yerini üretmenin tatminine, mutluluğuna ve zevkine bırakmıştı.”

Son Teşebbüs’ün alt bölüm adları besinlerden oluşurken, kitap boyunca ağzımızı sulandıran sofralar kuruluyor ve yemek tarifleri veriliyor. Yazarın kendisinin de yaptığı ve beğendiği yemek tariflerini kitaba ustaca yedirmesinin tek kötü yanı; akıcı kitaba devam etmekle, şapırdayan ağzınızı kapatmak için tarifleri denemek üzere mutfağa gitmek arasında bıraktığı dilemma oluyor. (Tamam, itiraf ediyorum; geyik etinden yapılan carpaccio ya da canlı istiridyede kitabı okumaya devam ettiysem de, her yediğimde babaannemi andığım domatesli pilav ve üryan eriği hoşafından sonra pirinci ıslayıp, erikleri kaynatmaya başladım.)

Andrea’ya yollanan devletin çözülüş şemasından sonra, şemanın en üstünde yer alan birimlerdeki insanlardan birinin eski düzeni diriltmek, yeniden önemsenmek ya da başka bir amaçla siyasi cinayet işleneceğine emin olurlar. Anlatıcı ve Doktor Yakup, hem şemanın hem de halen tutulan tek kayıt olan sağlık riski haritasının en tepesinde yer alan eski düzenin son meclisinin temcileri, önde gelen bürokratları ve partilileriyle görüşmeye başlarlar… (Okurların kafasının karışmaması için kısa bir not olarak, gelişen tıp bilimiyle birlikte insan ömrünün hayli uzadığını ve bir asrın orta yaşlara tekabül etmeye başladığını ilave edeyim.)
   
İstanbul’da geçen kitapta hiç dinmeyen yağmurlarıyla polisiyenin anavatanı Londra’ya, siyasi tartışmalarla İskandinavya’ya, uzun yemek seanslarıyla da Akdeniz’e (İtalya ve Fransa’ya) selam gönderiliyor. Arka kapak yazısında ülkemizde polisiyenin tarihini yazmış olan Erol Üyepazarcı, Anlatıcıyı ünlü İspanyol polisiye yazarı Manuel Vazquez Montalban’ın komünist ve ağzının tadını bilen ünlü dedektifi Pepe Carvalho’ya benzetiyor. 
   
Son Teşebbüs, kapağında yazdığı gibi Siyasi Cinai Gastro bir kitap. Bir yandan uzun süren yemeklerde tartışılan siyasi görüşler verilirken, bir yandan da cinayet işlemeden durdurulmaya çalışılan katili kovalıyoruz. Aziz Hatman’ın kısık ateşte kapalı bir tencere içinde pişen kitabının sonunda, okuru beklediğine değen, tadı damakta kalan, görkemli bir final bekliyor. 

Eline sağlık Aziz Usta, yeni kitabını okumak için dört gözle bekleyeceğim ama bu arada kırmızı biberli fasulye kavurması yaparsan, ‘sadece kitabı imzalatmak amacıyla’ gelmek isterim hani. 

SON TEŞEBBÜS, Aziz Hatman, Esen Kitap, 2015

0 yorum:

Yorum Gönder