“Hiçbir şey Schmitt’in ‘liberalizm olağanüstü durumları görmezden gelir; liberal devlet, meseleleri tartışmakla yetinen ve ‘istisnai durumlar’ hakkında ‘kararlar alma’ yeteneğinden yoksun olan ‘zayıf’ bir devlettir’ şeklindeki önermesi kadar gerçeklerden uzak olamaz. Hiçbir şey liberalizmin ve devletin doğru kavranmasına Schmitt’in bu önermesi kadar zarar veremez.”
Mark Neocleous
Diktatörlüğün uzunca bir süredir, Schmitt’in meşhur “egemen olağanüstü hale karar verendir” savı üzerinden tartışılmasına aşinayız. Yabancısı olduğumuz şey, Chantal Mouffe’un “Schmitt’e rağmen Schmitt’le birlikte düşünme” önerisinin liberal demokratik iktidar mantığı tarafından kusursuzca hayata geçirildiği fikri. Günümüzde olağanüstü hal yetkisini faşist diktatörlüklerin ayırıcı bir özelliği olarak işaretlemenin ve özgürlük-güvenlik dengesi üzerinde vücuda gelen liberal demokratik iktidar paradigmasını faşizm ya da diktatörlük kategorileriyle birlikte düşünmenin yasak edildiği bir siyasal söylemin giderek sağlamlaştığına tanık oluyoruz.
İşte Mark Neocleous, Güvenliğin Eleştirisi adlı çalışmasında (I) liberal düşünce geleneğinin hukuk içerisinde imtiyaz mantığına alan açarak olağanüstü hal yetkilerine sunduğu kuramsal zemini teşhir etmeye (II) olağanüstü hal yetkileri altında egemen iktidarın şiddet pratiklerinin meşruiyet zeminini güvenlik üzerinden kuran liberal demokratik siyasetin faşizm ve diktatörlükle olan kan bağını ifşa etmeye son olarak da (III) olağanüstü hali hukukdışılıkla eşleyerek sırtını hukuka yaslayan bir muhalefetin yerine hukuku yerinden eden Benjaminci bir devrimci şiddeti siyaset kuramında yeniden sahneye çıkarmaya teşebbüs ediyor.
I
Neocleous, ideolojinin ayırt edici özelliklerinden birinin “fikirlere öyle yaptığını sezdirmeden bir açıklık veya doğallık atfetmesi” olduğuna dikkat çekerken, özgürlük ile güvenlik arasındaki kadim denge arayışında, liberal ideolojinin sürekli özgürlük saflarında pozisyon aldığı yönünde bir yanılsamanın egemen olmasından şikâyetçidir: “Liberalizmin anahtar kavramı özgürlük değil güvenliktir” (s.19). Liberal düşünce geleneği Locke’tan miras aldığı imtiyaz kavramından, güvenlik adına olağanüstü hal yöntemlerini uygulamak adına faydalanır. Dolayısıyla liberalizm, özgürlük namına güvenliğin dayatılmasına direnmez. Güvenlik toplumu için gerekli mekanizmaları bizzat geliştirir. Devletin “en anti-liberal” eylemlerinin liberalizmin temel kavramları aracılığıyla hayata geçirilmesinde hiçbir tezat olmayışının altında bu durum yatar.
II
Liberalizm orijini gereği devlet aklının temel ilkeleriyle arasına mesafe koymaya çalışır belki ama en nihayetinde imtiyaz, istisna ve olağanüstü hal pratikleri gibi siyasal diktatörlüğün temel ilkelerinden istifade etmekten de hiçbir zaman geri durmaz. Kapıyı güvenlik adına olağanüstü hale araladığında faşizmi de içeri alır: “Faşizmin yeniden canlanmasının, bugün toplumun güvenlik adına seferber edilmesi yoluyla gerçekleşeceği açıktır. Bu faşist seferberlik potansiyeli, faşizmin liberalizmden ve kapitalizmden ayrı bir siyasi güç olmak şöyle dursun, aslında liberal kapitalizmin bir doppelgängeri olduğunun altını bir kez daha çizmektedir” (s.21). Gelgelelim liberal geleneğin marifeti, bu yol arkadaşlığını sürekli maskelemesi ve bir yandan devlet iktidarının şiddet gücünü, imtiyaz tasarrufuna hukuk içinde bir alan açarak tartışılmaz hale getirip diğer yandan tüm muhalefeti hukuk alanına doğru itmesidir. Burada kabahat bir yönüyle de siyaset kuramında olağanüstü hali, hukukun içinden doğan bir şey olarak değil de hukuku askıya alan bir durum olarak tarif etme yönündeki siyasal kuramsal eğilimdedir. Benjamin’in olağanüstü halin artık kural olduğu yönlü meşhur tespitini manipüle ederek legal/illegal dikotomisine tercüme eden bu eğilimin arkasında, tüm muhalefeti hukukun çatısı altında toplamaya dair bir çağrı saklıdır.
III
Neocleous, olağanüstü hal durumlarında hukukun askıya alınması bir yana “olağanüstü koşullarda” başvurulan şiddet eylemlerinin bizzat hukuk aracılığıyla meşrulaştırıldığını, şiddetin hukuka karşı değil bizzat hukukun şiddeti olduğunu tarihsel verilerle ortaya koyarken eleştirisinin merkezine söz konusu eğilimi de yerleştirir: “‘Normal’ olanı ‘olağanüstü’ olandan ayırarak ikincisini ‘istisna’ kabul eden bu yaklaşım, normallik ile olağanüstülüğü iki farklı ve birbirinden ayrılabilir fenomenler olarak gören liberal aklı taklit etmektedir” (s. 105). Bu öncüller üzerinde yükselecek bir siyasal argümantasyonun, hukuku kutsallaştırmak dışında bir seçeneği yoktur. Oysa Neocleous’a göre, “olağanüstü yöntemlerin tarihi bize bir şey söylüyorsa eğer, bu, devlet şiddetine verilecek en etkisiz yanıtın hukukun egemenliğinde ısrar etmek olduğudur” (s. 109). Devlet şiddetine yasallık talebiyle karşı durmak yerine Neocleous radikal bir biçimde şiddeti merkeze alan bir karşı-siyaset formunu geliştirmeyi önerir. Zira ona göre güvenlik-hukuk-devlet üçgeninde görünüşe gelen liberal demokrasinin diktatöryel ve faşizan karakterini ancak hukukun kendi tekeline alamadığı bir politik şiddet yerinden edebilir. Solun önemli bir bölümünün hesaplaşması gereken şey, olağanüstü hali tartışırken devrimci şiddetin mümkün ve gerekli olduğuna hiç değinmemesi, “hukukun egemenliğinin çok daha konforlu dünyası uğruna” politik şiddeti gündeminden tamamen çıkarmasıdır.
Neocleous düşüncesinin belki de en güçlü yanı buradadır: olağanüstü hal üzerinden yürütülen diktatörlük tartışmalarında Benjamin’in meşhur savı üzerinden vurgulanması gereken asıl husus, olağanüstü halin kural olduğu değil, bu duruma uygun düşecek gerçek olağanüstü halin yaratılması gerektiği tespitidir. İşbu tespit, egemen iktidarın liberal demokratik eksenli olağanüstü hal mantığının analizinde sol siyasal kuramın yüzünü hukuka değil, olağanüstü halin kendisini lağvedecek yeni bir olağanüstü halin imkânına dönmesini sağlayacaktır. Tabii her ne kadar Neocleous sözünü etmese de bu imkân zamanında bir kavramla taçlandırılmıştı. Louis Althusser’in Fransız Komünist Partisi’ni “bir sokak köpeği gibi” terk etmekle suçladığı Proletarya Diktatörlüğü ne yazık ki artık sol siyasal kuramın gündeminde değil.
GÜVENLİĞİN ELEŞTİRİSİ, Mark Neocleous, çev. Tonguç Ok, NotaBene Yayınları, Ankara, 2014.
0 yorum:
Yorum Gönder