Francis Fukuyama, yatırım bankası Merril Lynch’in, 1990’lerde Küreselleşme üzerine düzenlediği bir toplantıda konuşurken, Amerika’nın en gelişmiş kapitalist ülke olmasından hareketle, modelinin her yerde benimsenmesinin kopyalanmasının mantıken uygun olduğunu savunuyordu. Bu saptamadan hareketle bugün kapitalist/parlamenter demokrasinin en gelişmiş biçiminin de Amerika’da olduğunu varsayabiliriz.
Öyleyse, Marx’ın “bir türü anlamak için en gelişmiş örneğine bakmak gerekir” uyarısından hareketle, kapitalist/parlamenter demokrasiyi anlayabilmek için Amerika’daki örneğine bakmayı deneyebiliriz.
Bu konuda, Anayasa Profesörü Michael Glennon’un, geçtiğimiz aylarda yayımlanan, Ulusal Güvenlik ve Çifte hükümet başlıklı kitabı bize yardımcı olabilir. Glennon Amerikan devletine kadro yetiştiren okullardan birinde çalışıyor olmanın ötesinde, on yıllardır Washington’da Senato-Meclis Komisyonlarına, her iki partiden senatörlere danışmanlık yapan, Financial Times’ın deyimiyle “içerden” biri. Glennon’un ayrıntılı, akademik açıdan mükemmel kitabı, ilk kez içerden birinin elinden liberal demokrasinin üzerindeki “seçimlerle gelen halkın temsilcileri” örtüsünü kaldırarak özünü görmemize olanak veriyor.
Glennon, Amerikan devletinde kararları, yasama-yürütme-yargı organlarının başına seçimlerle gelip gidenlerin, televizyonlarda, merasimlerde, uluslararası gezilerde, görünen politikacıların değil sayıları bine ulaşan, ileri derecede eğitimli, halkın cahilliğinden, iradesinin ifadelerinden adeta nefret eden üst düzey bürokratların yönettiği bir iç ve uluslararası güvenlik aparatının aldığını, onaylanması ve yasalaştırılması için politikacıların önüne konduğunu örneklerle sergiliyor. Senato komisyonlarına seçilen “politikacıların” hemen hepsinin daha önce bu güvenlik aparatında çalışmış ya da bu aparatla çalışmış insanlardan oluşuyor olması da bu yapılanmanın bir başka özelliği.
Dahası Glennon’un esas kalkış noktası, İngiltere devleti üzerine 19. Yüzyılda, bir Anayasa uzmanı olan Walter Bagehot tarafından yapılmış bir çalışma. Bu çalışma İngiltere bağlamında, Glennon da Amerika özelinde, aslında biri ötekini gizleyen, biri göstermelik diğeri gizlenen esas, iki hükümetin (yönetimin) olduğunu ortaya koyuyor. Bunlardan biri halkın ilgisini üzerinde tutuyor, kamuoyunu oyalıyor, şekillendiriyor, kendi seçtiği temsilcileri tarafından yönetildiğine ikna ediyor. Bu sırada tüm önemli kararlar, halkın gözünden uzak; Anayasal kısıtlamalardan yalıtılmış; yalnızca kendi içinde, kendisi tarafından denetleneni kendi içinde hesap veren bir güvenlik bürokrasisi tarafından alınıyor.
Glennon, bu durumu gizlemeye yetecek kadar istisnanın da her zaman söz konusu olduğunu, bu konunun asla ihmal edilmediğini de vurguluyor.
Kararlar, yasa taslakları bu aparatın uzmanları tarafından formüle ediliyor, bu uzmanlarla birlikte çalışan komisyonlarda elden geçiyor; Başkanın, yasamanın önüne geliyor. Glennon “hiçbir başkan Ulusal Güvenlik konseyinde yapılan önerileri göz ardı edemez”, “kulağına fısıldanan öneriyi geri çeviremez, CIA her istediğini her zaman alır” diyor. Bu yüzden hükümetler geliyor ve gidiyor, güvenlik politikaları değişmiyor. Örneğin Bush’tan Obama’ya ulusal güvenlik konusunda tam bir süreklilik ve aynı eğilim üzerinde gelişme gözleniyor. Obama seçim kampanyasında Bush’un dış politikasını, iç güvenlik, izleme gözleme dinleme pratiklerini sert bir şekilde eleştiriyordu. Seçildikten sonra bu uygulamalara devam etmekle kalmadı bunları daha da geliştirdi, güçlendirdi.
Glennon İngiltere’de, burası en ileri kapitalist ülkeyken, hegemonyasının zirvesindeyken gözlemlenmiş bu gizli yönetimin, esas devlet-iş yapan devlet yapısının, Amerikan devletinde de, II. Dünya savaşından sonra, ABD hegemonyası kurulurken, Truman döneminde oluşmaya başladığını anlatıyor. Glennon’un bu oluşma sürecine ilişkin anlattıkları, sürecin bir komplo biçiminde değil, devleti oluşturan güvenlik ağının karşısına gelen gereksinimlere verdiği tepkilerden, iç ve dış tehlike, risk algısından kaynaklandığını gösteriyor. Kısacası karşımızdaki, kapitalist sınıf-kapitalist ekonomi-hegemonya süreci gibi parametrelerin altında şekillenen yapısal, adeta kendiliğinden bir süreç.
Truman dâhil, her iki partiden birçok temsilci, senatör, “başımıza polis devleti gelecek”, CIA- FBI “gestapo olacak”, Pentagon “Alman genelkurmayına benzemeye başladı” gibi ifadelerle kaygılarını dile getiriyorlar ama gelişmeleri engelleyemiyorlar. Dahası o günden bu yana seçilmiş politikacıların kaygıları eleştirileri, bu güvenlik aparatının, daha da yayılarak, merkezileşerek denetimden daha da uzaklaşarak adeta bir otokrasiye dönüşmesini de engelleyememiş.
Washington Post’un 2011 yılında yayımlanan bir araştırmasına göre bugünlerde, bu güvenlik aparatı en azından 46 federal bürodan, 2000 özel şirketten, milyondan fazla çalışandan oluşuyor ve yılda bir triyon dolar harcıyor. Glennon Savunma Bakanlığının yaklaşık 700.000 personelinden yalnızca 250’sini devlet başkanının atayabildiğini vurguluyor.
Tüm bunlar beni “demokrasi aslında birileri için diktatörlüktür” saptamasının ötesine, parlamenter demokrasi, seçimler, seçilmiş yöneticiler aslında, devletin özünü, gerçek yöneticileri, güç merkezlerini gizleyen bir örtüdür düşüncesine, oradan da, muhafazakâr kesimler arasında gelişen “demokrasi özgürlükleri (kapitalist özgürlükleri) sınırlıyor” tartışmasını anımsayarak, artık kapitalist demokrasinin hiçbir biçimi mümkün değil galiba sonucuna götürdü.
NATIONAL SECURITY AND DOUBLE GOVERNMENT, Michael J. Glennon, Oxford University Press, New York, 2014.
0 yorum:
Yorum Gönder