Bazı biyografiler vardır çeperlerini aşarak biyografinin de ötesine geçer(ler). Gece Yarısında Aydınlık’ı böyle nitelendirebiliriz. Zira tarihsel, siyasal yaşanmışlıklarla birlikte, felsefi çıkarımları da zorunlu kılıyor. Bunu ise Amerikan kökenli komünist Noel Field’ın üvey kızı olan Alman kökenli Erica Wallach (1922-1993) sağlıyor bize.
Wallach’ın kitaba konu olan serüveni ise üvey babası Noel Field’ı bulmak için gittiği Doğu Berlin’de başlıyor. Doğu Berlin’de 1950 yılında tutuklanan Wallach, tutuklanmasının ardından yıllarca sorgulanmakla kalmıyor, ölüm hücrelerine konuluyor, ardından idama mahkum ediliyor. Ancak Stalin ölüyor ve olayların seyri değişmeye başlıyor. Böylelikle ölümden kurtulan Wallach, Rusya Kuzey Kutbu’nda bulunan Vorkuta’da çalışma kamplarına gönderiliyor. Ardından Kruşçev dönemi gelince Wallach aklanıyor. Böylelikle, 5 yıllık bir yaşanmışlığın ardından, Wallach tarafından kaleme alınan otobiyografik metin, Gece Yarısında Aydınlık çıkıyor ortaya. Aynı zamanda metin, reel sosyalist sistemlerin niye çöktüğüne yönelik sorulara da gizli yanıt veriyor. Zira Wallach’ın yaşadıkları, Hitler rejimini aratmayan uygulamaları çağrıştırıyor. Sözkonusu uygulamalar ise, eski rejimin neden olduğu haksızlıkları hedef alarak yeni bir düzen kuran güçler tarafından gerçekleştiriliyor. Fakat, amaca giden yolda kullanılan araçların niteliği gibi etik mesele, Doğu Bloku ve SSCB sürecinin bir kesitinin canlı tanıklığının tanıklığını yapmamızla can alıcı hale geliyor.
Korkunç İvan’ın katkıları
Ancak, bu tanıklıklığın okuyucuda ikili duygu ve algılama durumu yarattığının altını çizmekte fayda var. Başta Amerika olmak üzere, dünya kapitalizminin SSCB sürecinin başlangıcından bitişine kadar her türlü itibarsızlaştırma yöntemleriyle peşini bırakmadığı gerçeği, bu ikili durumu geriye dönük besliyor. Ama metin, gerçeğe artık büyük bir cesaretle bakarak, düşünce yapımızı tekrar gözden geçirme konusunda okuyucuyu uyarıyor. Tabii sadece bu kadar değil, yeniyle eski arasındaki benzerlikler, karşıtların buluştuğu noktalar gibi Marksist düşünceyi besleyen felsefe(ler)yi göz önünde bulundurunca, konunun özü de kitapta yazılanlarla bütünleşiyor.Wallach, bütün bunları söylemekten öte düşündürüyor. O, başından geçenleri, yaşadıklarını anlatıyor sadece. “Kendimi, geçmişi düşünmeye zorladım. Mahpusluğumun ilk döneminde yüzleşmeye hala çok kapalıydım. Kendi içime fazlasıyla kapanmıştım ve kederim, kaderimin yol açtığı kederim, geçmişe uzaklıkla ve nesnellikle yatışabiliyordu. Bugünün acılarının her damlasını tatmak istiyordum. Ve bugün, tabii ki yalnızca gerçek bir trajediden ibaretti. Dünyaya getirmiş olduğum çocuklarımı kaybetmiştim. Hayatım daha iki yıl önce başlamıştı ve o, çektiğim işkenceyle, beş-altı saat Caraway’ın ve Korkunç İvan’ın katkılarıyla. Umutsuzca acı çekmenin zevkinden kendimi çekip almak bana ihanet gibi geliyordu. Daha sonraları cesaretimi toplayıp hayatın gerçekleriyle yüzleşinceye kadar bu böyle sürdü.”
Doğu Berlin’e gidince...
Yalnız her şeyden önce, Wallach neden tutuklanıyor? CIA ajanı olmakla suçlanmaktadır. Ama kanıt(lar) yoktur. Bu olasılık yüzünden, işkence görmüş, uzun tutukluluk süreci yaşamıştır. Yani, “bir insan aksi ispat edilene kadar masumdur” türünden geçerli olan hukuksal yaklaşım bura(lar)da yürürlükte değildir. Wallach’ın yaşadıkları, paronayaya yakalanmış yöneticilerin sistemleştirdikleri mekanizmaları hatırlatıyor demek yetmez. Hemen akla Stalin geliyor tabii. Ancak, Stalin’nden bir iki kere bahsediyor Wallach. Yani Stalin öldüğünde. Bunun sonucu olarak da ölüm cezasından kurtuluyor. Aslında Wallach, üvey annesi ve babası gibi komünizme inanıyor. Yaşadıklarına rağmen düşüncelerinde herhangi bir değişiklik olduğunu gözlemlemiyoruz. Zira yazar, sosyalizm karşıtlarının yaptığı gibi karalama mantığıyla hareket etmiyor. Bu önemli. Onun yönetimle yüzleşme süreci, İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi rejiminin kurbanlarına yardımcı olmuş, Komintern’in açığa çıkmamış görevlilerinden biri ve aynı zamanda GPU ile bağları olan üvey babası Noel Field’in, Çekoslavakya’da bir üniversitede görev almak üzere gittiği Prag’da, 1949 yılında ortadan kaybolmasıyla başlıyor. Üvey annesi Herta Field da kocasının CIA tarafından kaçırıldığını düşünerek, Çekoslavak Komünist Partisi’nin yöneticileriyle bu durumu görüşmek üzere Prag’a gidip kaybolunca, Wallach onları aramak için kolları sıvıyor. Amerikalı kocasının soyadını alan Noel’in üvey kızı Erica Wallach, komünist geçmişi dolayısıyla Amerika’ya kabul edilmiyor. Bu durum ise onun üyesi olduğu Alman Komünist Partisi’nden ayrılmasına neden oluyor. Wallach’ın Alman Komünist Partisi’yle olan hikayesi daha sonradan, üvey babası ve annesinin akıbetini öğrenmek için gittiği Doğu Berlin’de tutuklanması, ardından da Sibirya’nın çok daha ötesindeki toplama kamplarına kadar devam eden süreci kapsıyor.Ancak yazar, yaşadıklarını, başına gelen bir felaket şeklinde anlatmıyor. İçinde bulunduğu ağır koşulları, duygulardan arındırılmış bir yaklaşımla sergiliyor. Sorgucularını beden dilleriyle tarif ederek, onların kişilikleriyle ilgili ayrıntılı betimlemeler yapan Wallach, kendi çıkmazları, dayanma gücü, iflas ettiği noktaları da aynı ayrıntılı anlatımla sergiliyor. Dehşetengiz uygulamalara dikkat çekerken de oldukça esprili, yer yer de metaforik dil kullandığını belirtmekte fayda var. Bu arada, Wallach’ın yaşadıkları, insan yapısının sınırlarıyla ilgili düşündürüyor. Zira Wallach, Sibirya’nın da ötelerinde bulunan Vorkuta’da tıpkı tutululuk sürecinde olduğu gibi aynı dayanıklılığı gösteriyor.
Kadın Çalışma Kampı Rejimi
Rus ve Alman sorgucuları ayrı ayrı yerlere koyuyor Wallach. Her iki toplum bireylerinin farklı özellikleri onun üzerinde olumlu ya da olumsuz etkiler yaratıyor. Aynı şeyi gittiği cezaevleri için de yapıyor. Alman-Rus cezaevlerini de bu zeminde değerlendiriyor. Gardiyanlar, temizlik görevlileri ve sorgucular gibi en alttan, en üste görev yelpazesinde yer alan kişileri de karakter özelliklerine göre sınıflandırıyor Wallach. Genelleme yapmadan onları davranışlarıyla birlikte gözlemliyor. Böylelikle, aynı şeyi yapıyor olsalar da yaklaşımlardaki farklılığı ve ayrıntıları gözeterek, kişileri birbirlerinden ayırma gibi bir süzgeç kullanıyor. Vorkuta’ya çalışma kampına geldiğinde ise, okuyucuyla tanıştırdığı cezaevi personeli portrelerine bu kez de çok sayıda halktan kişiler ekleniyor. “Yeni evim sonuncusuna fazlasıyla benziyordu; fakat bu çok daha büyük bir kompleks, gerçek bir kamptı: Pretshakhtnaya Kadın Çalışma Kampı Rejimi. Ölü, cansız bir yerdi. Her şey kahverengi, gri ya da karaydı... Buralarda kalanların büyük çoğunluğu Batı Ukrayna’dan köylü kadınlardı. Kendi dillerinde konuşuyorlardı. Ruslardan da Almanlardan da baskı gördüklerinden her ikisinden de nefret ediyorlardı. Çoğunun, Vorkuta’da neden bulunduklarına ilişkin fikri yoktu. Savaş sırasında Almanlara çalışmışlardı – bazen gönüllü olarak; ama daha çok çalşmaya zorlanarak- ve ‘kurtarıcılardan’ gördükleri muamele, onların tüm illüzyonlarını ortadan kaldırmıştı. Bu muamele onları, can düşmanları Rusları bile tercih eder hale getirmişti. Ülkelerine döner dönmez Sovyet hükümeti, onları yargılamaya bile gerek görmeden, on ila yirmi beş yıl arasında cezayı yapıştırıvermişti. Hiçbirinin politika hakkında en ufak bir fikri yoktu.”Bütün bunlar size neyi çağrıştırıyor? Wallach’ın anlatıkları, Dostoyevski’nin “Ölüler Evinden Anılar”' (1861) adlı kitabında altını çizdiği, “Bir toplumun uygarlık seviyesi hapishanelerine girince anlaşılabilir” düşüncesini akla getiriyor.
0 yorum:
Yorum Gönder