Asi Şehirler Asimetrik İlişkiler (Kansu YILDIRIM)

Geçtiğimiz yıllarda Kuzey Afrika’da, Kıta Avrupa’sında ve Atlantik’in diğer yakasında ABD’de patlak veren eylemler, ekonomik, siyasi ve toplumsal yapıda ciddi kırılmalara ve geçişlere neden olmuştu. Bu eylemlerin birbirine yakın tarihlerde ve benzer gerekçelerle başlaması dışında, ortak bir kritik noktaları daha bulunmaktaydı: Kitlesel düzeyde öfke halinin boşaltılması ve belirli mekânların işgali. Öyle ki, İspanya’daki harekete “öfkeliler” (Indignados), New York’ta ve Londra’daki eylemlere “işgal et” (Occupy) isimleri konmuştu. Madrid’de Puerto del Sol Meydanı, Kahire’de Tahrir Meydanı, Barselona’da Plaza de Catalunya, Londra’da Londra Borsası önü, New York’ta Wall Street pek çok kez büyük ölçekli gösterilere tanıklık etti ve hemen hepsinde ya polisle ya da iktidarın gayrimeşru inzibatlarıyla çatışmalar yaşandı.

Üç kıtada kitleleri eylemlere ve çatışmalara iten başlıca faktörleri iki başlıkta sıralayabiliriz. İlki, 2008 yılından itibaren tüm dünyayı sarsan ekonomik krizin, siyasette ve sosyal güvenlikteki yansımalarının alt ve alt-orta sınıflara fatura edilmesi; resesyon sonrası pek çok beyaz yakalının işsiz kalması ve ABD’de konut piyasasındaki balonun patlaması ve mağduriyetlere gösterilen reaksiyonlar. Diğeri, Kuzey Afrika ülkelerinde baş gösteren kapitalizmin azgelişmiş ülkelerde yarattığı yoksulluk ve yoksunluğa paralel, beyaz yakalı işsizliği, gıda krizi ve yerleşik siyasi iktidar hanedanlıklarının toplumun farklı kesimleri üzerindeki artan baskılarına duyulan tepkiler. Bu iki faktörün oluşturduğu bileşke, gerek Arap isyanlarında olduğu üzere otoriteleri sarstı, iktidarların değişimine neden oldu; gerekse yeni bir muhalefet kültürünün oluşması için teknoloji ile mekân arasındaki ilişkinin alternatif yönlerine dikkat çekti. Ancak kitlelerin ve mekânların ölçeğini biraz daha büyülttüğümüzde kapitalizmin esas (ekonomik-siyasal iktidar) savaşımının tekil mekânlardan ziyade halk kesimlerinin yaşadığı kentler üzerinde gerçekleştiğini görürüz.

Kapitalizm ve Kent

David Harvey’in ağırlıklı olarak 2008 ve 2011 yılındaki güncel makalelerinden oluşan “Asi Şehirler” isimli kitabı, sermaye hareketinin ve kitlesel direnişlerin siyasi-stratejik, ekonomik ve coğrafik açılardan çoklu analizini gerçekleştirmekte. Harvey’in özellikle üzerinde durduğu noktalar, sebep ve sonuç ilişkisinin kaybetmeksizin, sermaye siyasetinin ve direnişin mekâna, bilhassa kentlere ilişkin tüm öğeleri. “Asi Şehirler”de Harvey, kent ve kentleşme olgusunun Marksist bir analiziyle işe koyuluyor.

Anaakım iktisadın mimari çevreye yapılan yatırımları, konut ve kentleşme alanındaki ekonomik hareketliliği makro-ekonomik perspektif içerisinden “ulusal ekonomiye” sıkıştırılmasına itiraz eden Harvey, kapitalist kentleşmenin ekonomik ve toplumsal bilançosunun bu bakımdan yeterince irdelenemeyeceğini belirtiyor. Gerçekten neoliberal zihniyet ile kaleme alınan Dünya Bankası’nın 2009 yılı “Kalkınma Raporu”na göz atıldığında esnek bir arazi ve gayrimenkul piyasasına yapılan vurgu eşliğinde, sermaye birikimini hızlandırmak amacıyla kamunun elini bu piyasalardan çekmesini, “bir kentin müteahhitlere ve spekülatör finansçılara devredilmesine” yönelik teorik nasihatlerde bulunulduğu görülecektir. Kente dair tüm yatırım biçimlerinin ve kalemlerinin tamamen sermaye güdümüne göre yönlendirilmesindeki amaç, kapitalizmin tarihsel olarak kaçamadığı krizlere mekânsal çözüm olarak kentin sunulmasıdır.

Kapitalizmin genel siyaseti, varlığının da devam koşulu olan, “artı sermayenin üretilmesi ve soğurulması için sürekli karlı alanlar” bulmaya endekslidir. Marx’ın Kapital’in ilk cildinde ve Harvey’in “Asi Şehirler”de belirttiği bu siyaset biçimi, “Faustvari bir çelişkiye” yol açar: “Sermayedar, sermayedar olmak istiyorsa sürekli artı değerin bir kısmı daha fazla artı değer elde etmek için harcanmalıdır”. Ancak bunun sonucunda artı ürün üretiminin genişlemesi, sermaye birikiminin para, sermaye, ürün ve nüfus gibi “lojistik büyüme eğrilerinin” negatif yönleri ile karşılaşılır. Öncelikli sermaye izleği, bu artı ürünün soğurulması üzerinedir. İşte bu nedenle kentleşme, bir soğurulma mekânına denk düşer.

Tarih, Harvey’in gösterdiği üzere, bunun farklı veçhelerdeki örnekleriyle doludur. 1848 devrimleri sonrasında Bonaparte’nin Paris’te, 1942, 1975, 2008 yıllarında ABD’de, 1992 yılında İsveç’te, 1997-1998 yılları arasında Doğu ve Güney Asya’da yaşanan krizler, krizlerden çıkış yolları kentsel mekâna dair gelişmelerden kaynaklanıştır; çözümlerin belirli ağırlığı kentleşmeyle ilgilidir. Harvey ilginç bir çalışmadan bahseder: Amerika’da 1980’dan 2010 yılları arasında, 1929, 1973, 1987, 2000 krizlerini önceleyen gayrimenkul patlamaları görülmüştür. Bu bakımdan her kriz dönemi arasında inşa edilen “gökdelenler”, basit bir mimari eserden öte “finansal bir olguya” işaret eder.

“Şehir Hakkını” talep etmek 

Kentlerin sermaye açısından artı ürünün soğurulması, sermayeye kaynak transferleri, krizlere bir reçete ya da tüketim mekânları olması, fiilen karşıt ilişkilerin de doğmasına neden olmaktadır. Özellikle sermaye güdümlü siyaset sonucunda “kamu düzeni”, “çevre düzenlemesi”, “yaşanabilirlik” gibi gerekçelerle örtünmüş istimlâk, kentsel dönüşüm, kamulaştırma, soylulaştırma projeleri emekçi sınıfların yerleşim alanlarını tehdit etmektedir. Kent çeperlerinde yeni ve güvenlikle yalıtılmış, nakde dayalı “ortak alanlar” yaratmaya çalışan sermayedarlar, bu mekânlar üzerinde yaşayanları hukuksal zor, kamu görevlileri ya da çeteler eliyle tasfiye etmeye yönelmektedir. Ne var ki, Rio’nun favelalarında, Lima’nın Seul’un, İstanbul’un gecekondularında sözüm ona “soylulaştırmaya” karşın ciddi tepkiler doğmuştur.

Mülksüzleşme süreçlerine kitlelerin öncelikle yapması gereken şey Harvey’e göre “Şehir Hakkı”nı talep etmektir. Çünkü bu hem bir siyaset biçimi, hem de pratiğidir. Ranciere’e göre siyasetin “ihtilaflı olan bir ortak alanın faaliyeti” olduğunu belirten Harvey, Negrilerin “ortaklık” (Duyuru & Ortak Zenginlik) temasından hareketle “kentlerde müşterek alanların yaratılması” için bir rota çizmektedir; lakin daha önce “Şehir Hakkı”nın gerekliliğine öncelik tanımaktadır. “Şehir Hakkı”, emekçi sınıfların ve ezilen kesimlerin mağduriyetine neden olan, “artı ürünün üretimi ve kullanılması üzerinde demokratik denetim” talebinden teşkil bir hak kategorisidir. Bu hakkı bireysel ya da soysal haklardan ayıran en önemli özellik, kolektif bir özneye ve mücadelesine kapı aralayan “kolektif haklara” girmesidir. Bu nedenle Harvey, kentler üzerine olan tüm savaşımları ivedilikle gerekli ve elzem görmektedir. Buna göre şuna varabiliriz: Kitlelerin neoliberal kent siyaseti altında ezilişine karşı gösterdikleri tüm yerel ve irtibatsız hareketler, “Şehir Hakkı” talebi etrafında örülmelidir. Çünkü bir kent, “insanın içinde yaşadığı dünyayı arzularına daha uygun hale getirmek için” verdiği tüm çabaları içeren bir mekândır ve insanlar kentleri “inşa ederken sadece betonarme yapıları değil, bireyliklerini de inşa etmektedir”. Harvey, tüm kapitalist kentleşme siyasetlerine karşı verilen tepkilerin “Şehir Hakkı” yani sermayenin yarattığı asimetrik ilişkilere ket vuracak artı ürünün üretimi-denetimi üzerinde yoğunlaştırıldığında Henri Lefebvre’nin bir sözünün doğrulanacağına dikkat çekmektedir: “çağımızda kentten doğmayan bir devrimin beyhude bir çaba olacağı”…

ASİ ŞEHİRLER, David Harvey, Çev. Ayşe Deniz Temiz, Metis Yayınları, 2013.


0 yorum:

Yorum Gönder