Şehir ve Marksistler (Dinçer DEMİRKENT)

Müstehzi bir ağabeyim tarafından anlatılan, belki yaygın olarak da bilinen bir fıkrada eylemden dönen iki militanın sırtlarını gecekondularla gökdelenleri ayıran duvara dayayıp sigara tüttürdüğü andaki diyalogları şöyleydi: “-Yoldaş, devrimden sonra bu gökdelenleri ne yapacağız?” Diğeri biraz düşündükten sonra şu yanıtı verir: “-Yıkıp gecekondu yapacağız”. Bu fıkra her fıkrada olduğu gibi bir haksızlığı içermekle birlikte bir gerçekliği de göstermektedir; şehir bir çatışma içerir, emek sermaye çelişkisi fabrikalarda, süpermarket kasalarında, bankalarda olduğu yoğunlukta binaların, sokakların, eğlence yerlerinin düzenlenişinde de ortaya çıkmaktadır. Devrimcilerin öfkesi şehirde romantik bir hale altında, yoksulların yanında, bazen kendine bazen de ayrılmış sokaklara saldırarak kendine yer açar. Bu öfke yaratıcıdır ve en çok da şehirde yerini bulur. Çünkü şehir, Marx ve Engels’in düşüncelerinden süzüldüğü gibi kapitalizmin katı olan her şeyi buharlaştırdığı, kapitalizmin yarattığı ve birinin diğerinin mezar kazıcısı olarak tariflendiği iki sınıfın çatışmasının mekânıdır. Şehir bir savaş alanıdır. Bu savaşın kazananı, anlamı belirleyen bir ufuk olarak bu mekânı biçimlendirecektir.

Andy Merrifield’ın Phoenix Yayınevi’nden Nihal Ünver çevirisiyle çıkan Metromarksizm isimli kitabı, bir yandan Marksizm'le ilişki kurmuş düşünürlerin şehirle kurdukları ilişkiye bir yandan da onların şehir hakkındaki fikirlerine odaklanarak hem şehirdeki savaşa hem de şehir hakkındaki savaşa –Merrifield benim savaşla ifade ettiğimi diyalektik olarak adlandırmaktadır– dair güçlü bir anlatıyı ortaya koymuştur. Çalışmanın girişinde, özellikle devrim stratejileri kapsamında, teoride ve pratikte (Çin, Küba) kırın kazandığı ağırlıkla şehrin çürümüşlüğünün devrimcileri yumuşattığı yönündeki disipline dönük algıların birleşmesi sonucu şehir karşıtı bir Marksizm algısının eleştirisini yapan yazar, şehrin ancak diyalektik olarak kavranabileceğini belirtir. Şehir, cehennemdir doğru, ama cenneti içinde barındırır ve geleceğin toplumu bu ikisini aşarak kurulabilecektir.

Kurucular 

Kitap sekiz bölümden oluşmaktadır. İlk iki bölüm Marksizm'in kurucuları Marx ve Engels’e ayrılmıştır. Ardından gelen bölümlerde de Walter Benjamin, Henri Lefebvre, Guy Debord, Manuel Castells, David Harvey ve Marshall Berman şehirle kurdukları ilişki ve şehirle ilgili düşünceleri sınırlarında ele alınmıştır. Merrifield’ın Marx ve Engels’e ayırdığı bölümlerde, şehirle kurdukları ilişki birbirinden tamamen farklı olsa da düşünceleriyle birbirlerini destekleyen iki yoldaşın hikâyesini sunmaktadır. Münzevi bir hayat yaşamak durumundaki Marx ile özellikle Manchester’da şehri damarlarında gezinerek işçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki mekânsal karşıtlığı, işçi sevgilileri dolayımıyla yaşayan Engels arasında bir karşıtlık kurulur. Aslında Marx ile Engels arasında kendiliğinden oluşmuş bir işbölümünde şehir hakkında daha kapsamlı bir düşüncenin de Engels tarafından geliştirildiğini belirtir yazar. Engels gerek İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu’da gerekse de Konut Sorunu’da meseleyi kapsamlı bir biçimde ele almıştır. Konut Sorunu’da ortaya konulan tez, bugün geçerliğini korumaktadır. Ne nüfus çokluğu ne de konut eksikliğidir. Konut sorunu bir mülkiyet problemidir ve bu konuda yapılacak kamulaştırmanın başka herhangi bir kamulaştırmadan farkı yoktur.

Marksistler ve Şehir 

Marx ve Engels’in ardından Walter Benjamin’in Berlin, Paris ve Napoli ile kurduğu ilişki anlatılır. “En hüzünlü şehir Marksisti olarak” olarak tanımladığı Benjamin’in yazar için ne kadar önemli bir yer işgal ettiği, Benjamin’de ortaya çıkan temaların kitabın bütün izleğine yansımasından fark edilebilir. Walter Benjamin’in Pasajlar'ında kalabalıklar, haklarında biriktirdikleri imgelere dönüşür. İmlere, imgelerim imgeleri Benjamin’in aşık olduğu Asja Lacis sayesinde tanıştığı Lucaks’ın "şeyleşme" kavramıyla birleşir ve Marksizm'e bağlanır. Kelimenin tam anlamıyla gezgin bir düşüncenin Marksizm'le ve şehirle temas noktasında yer alır Walter Benjamin.

Ardından Lefebvre’in yabancılaşma kavramıyla şehrin gündelik hayatına girmesi ve şehir devrimi önerisi yer alır. O da iki dünya savaşını yaşamış direnmiş, savaşın ve kapitalizmin getirdiği yıkım ve yaratıcılıkla karşılaşmış, şehirde süren savaşın araçlarını varoluşçu-hümanist bir yöntemle ele almıştır. Diyalektik sürmektedir: Genç Marx’ın yabancılaşma kavramının ifadesini hissettirdiği şehir özgürleşmenin de kolektivitenin de mekânı olarak varoluşunu ifade etmektedir. Tam da bu yüzden banliyölerde kurulan şehir olmayan şehre karşı öfke duydu, “şehrin ve şehre ait gerçekliğin bilinci duygusuzlaşmıştı… Şehrin pratik ve ideolojik yıkımı devasa bir boşluktan başka bir şey bırakmazdı geriye.” Bu nedenle herkes için bir şehir hakkı talep etti. Bir burjuva öz anlamında şehir değil, “dönüştürülmüş ve yenilenmiş bir şehir hakkı.”

Lefebvre’in ardından Gösteri Toplumu’nun yazarı Guy Debord, tabii ki Situationist hareket ve 68’in ele alındığı bölümde yazar, gösterinin boyutları ve yıkıcılığına karşı Debord’un teorik ve pratik mücadelesini ele alır. Paris duvarlarına Gösteri Toplumu’ndan aynen aktarılarak yazılan tezleri örnekler: “Arzularınızı gerçekleştirin, asla çalışmayın, sıkıntı karşı devrimcidir, sendikalar genelevdir.” 68 öğrenci hareketinin dinamiklerini yansıtan bu hareket, şehrin sıkıntısına karşı Lefebvreci bir karnavalı, şenliği öne çıkarıyordu. Debord’un gösteri toplumu olarak işaret ettiği felaket 68’den sonra hızla kendini yeniledi ve büyüdü, bugün de metalaşmış görüntülerin çevremizi sarıp sarmalaması, atıllığımız ve sıkıntılarımızı beslemekte.

Ardından, Lefebvreci hümanist çizginin tam tersi noktadan Althusserci teorik anti-hümanizmden yola çıkarak kent çalışmalarına giren Manuel Castells, Marksizm'i odak noktalarında savunan şehir planlamacısı ve coğrafyacı Harvey ve şehirler hakkındaki düşüncelerimizde romantik bir boyutu güçlendiren Berman’ın ele alındığı eser, bu isimlerin de düşünce evrenini çevreleyen geniş bir entelektüel uzamdan besleniyor.

Riyakârların Şehri ve Sosyalistler 

Marksizm yıkıcılığıyla güçlü bir düşüncedir. Devrimcidir ve devrimciliğiyle de yeni bir kuruculuğun, yeni bir düzenin önünü açar. Türkiye’de ilk bakışta ilginç görünse de, örtü kaldırıldığında çırılçıplak açığa çıkan bir gerçek var: Türkiye muhafazakâr siyasetini yürütenler, çok bağlı oldukları eskiyi bir kültürel değer olarak bir türlü ele almamakta, ne varsa yıkıp alınır satılır hale getirmek için takla atmaktadırlar. Sosyalistler ise bu talanı durdurmak için ellerinden geleni yapmaktadır. Buradaki gerçeği görmek gerekir: Şehir, muhafazakârlar için bir yaşam ve mücadele alanı değildir aslında. Onlar evlerinde, "özellerinde", "mülklerinde" geleneksel yaşam tarzı dedikleri modern eziyetleri sürdürmekte, sokaktan korkmaktadır ve sokak bırakmak, cadde bırakmak, ortak değer bırakmak istememekte; riyakârlığın doruğunda bütün değerleri değişim değerine çevirmektedirler. Sosyalistler ise sokağı bir kamusallık, bir kolektivitenin mekânı olarak örecek, şehrin diyalektiğinin bilincinde, onu sadece konfor umudunun değil, özgür ve eşit kadın ve erkeklerin mekânı olarak sürekli, yeniden tasarlamaktadırlar.

METROMARKSİZM, Andy Merrifield, Çev. Nihal Ünver, Phoenix Yayınevi, 2013.


0 yorum:

Yorum Gönder