“Sinemanın En Yakınında Duran Sanat Şiirdir.” (Asuman Susam ile Söyleşi: Duygu KANKAYTSIN)

Duygu Kankaytsın: Toplumsal Bellek ve Belgesel Sinema’nın teşekkür kısmında ‘şair merakı’ndan söz etmişsin. Bu çalışmanın itici gücü olarak bunu imlemiş, belgesel sinemanın buna yakınlığı ve tanıklığını da eklemişsin. Kabul ki belgesel sinema hem gerçekle hem etikle hem de estetikle tarihe ilmek atmakta ve sözlü kültürü araçsallaştırmakta. Bu araçsallaştırma ise kendiliğinden hakikat ve oluş sorunu olmakta. Köktenciliğin ezberinin bozulduğu akışkan bu çağda Belgesel Sinema’nın şiirle kurduğu bağı İmgesel Sinema’ya hiç dokundurmadan kendi içinde biricikliğini konuşarak başlayalım isterim…

Sevgili Duygu, şiirle sinemayı yan yana getiren sorun için teşekkür ederim öncelikle. Bu soruna kavramların içinden ve onun bilgisiyle yanıt vermektense bendeki yolculuğa, oluş serüvenime karşılık gelen hallerinden söz etmek isterim şiir ve sinemanın. Evet hakikatle hayat arasında, anlam arayan insan için belgesellerin araç demeyelim de aracı olduğu, zaman zaman bilinç açıklığı için katalizörlük yaptığı bir gerçek. Bunun için aslında belgesellerle imgesel sinemayı ayrı tutmaya da gerek yok. Sinema sinemadır ve belgeseller de her şeyden önce sinemadır benim için. Ve evet, çalışmamın belgesel sinemada ve özellikle bellek konusunda yoğunlaşması bir rastlantı değildi. Hepimiz başka başka yollar yürüyoruz. Bu yolda kökensel, ilksel olanla kurduğumuz bağ ve ilişkiye göre, karşılaşmaların şiddetine göre hayatla ilişkileniyoruz. Bu bağ şiire gitmemi nasıl olanaklı kıldıysa sinemaya yönelmemi de o sağladı. Doğuştan sizde olanlarla oluş sürecinde yaşananların kesişiminden bir dünya algısı ve fikri oluşturursunuz. Bende oluşan ve her yeni karşılaşmayla da değişmeye açık olan o şey her ne ise şiire olduğu gibi sinemaya da yönelmemi sağladı. Sinema da şiir de eşikler sunuyor bana. Ara bölgeler, akış kanalları, değişim alanları… Dünyaya atılmak diye bir şey varsa dünyadan aşağıya düşmek de var, kenarlarına tutunmak dünyanın, ucundan sarkmak... İşte böyle büyük yalnızlıkların içinde bana ötekinin elini hissettiren bir şey sinema. Tıpkı şiir gibi. Yeryüzüyle ve şeylerle ilişkimi bütünüyle ve sürekli değiştiriyorlar ikisi de.



D.K. : Kitabı ‘temsiliyet okuması’ üzerinden okudum. Senin de kitap boyunca değindiğin gibi şimdiye tutunma hallerini düşündüm. Değişen söylemleri deşifre etmek adına belleğin önce şiirde sonra belgesel sinemadaki karşılığını ve anlamını alalım ilkin senden. Ki postmodernite içinden bakacak olduğumuzda toplumsal belleğin şimdinin halinde belgesel sinemaya niye ihtiyaç duyduğunu yahut belgesel sinemanın bu kültürü yeniden nasıl canlandırdığını düşünelim.

Sorunun yolundan saparak yanıt vereyim izninle buna. Sinema ile başlayalım. Sinema ne anlatırsa anlatsın kendisi ontolojik olarak zaten bir bellek mekanıdır. Ama aynı zamanda belleği üreten de önemli bir kitle kültürü aracıdır. Dolaysıyla kurma ve yıkma, tutma ve çözme, yapma ve aşındırma diyalektiği ve gerilimi içinden bakar hayata. Pek tabi şiir de bunu yapar. Her iki türün verimlerine baktığımızda öznenin kuruluşuna dair çağcıl ipuçlarını kolaylıkla yakalarsınız. Bu doğrudan ve yalnızca estetik algıyla ilişkili değildir. Değişen estetik algının nedensellikleri politiğin alanında, toplumsal hayatın ana ve kılcal damarlarında eş zamanlı bir dönüşüm içindedir. Dolayısıyla da eskiden enformatik ve didaktik bir araç olarak, değişmez ve tek olanın tekil sesiyle karşımıza çıkan bir araç olan belgeseller günümüzde bambaşka biçemlerle çıkmakta. Keza şiirde de öyle. Dolaylı, referanslarla kurulan söz yerini doğrudan muhatapların ifadelerine bırakmış görünüyor. Gerçek parçalı, akışkan, devinim halinde ve çoksesli arayışların tezahürü olarak var ve yanılmaz ve mutlak olan katı bir şey değil artık.  Dolayısıyla da evrenselci, tek sesli algı yerini çokluğa, çokkatmanlılığa, çok sesliliğe ve doğrudan temsile bırakmış durumda. Bunda şaşılacak bir şey yok aslında. Dünya değişiyor, dolayısıyla dünya fikrimizde öyle. Katı yapılar aşınıyor, yerinden ediliyor. Alışkın olmadığımız, yeni anlamlar ediniyoruz kendimize ve dünyaya dair bu da ister istemez gözün yeryüzüyle temaşasını da değiştiriyor. Bakma ve görme biçimlerinin değişmesi demek dünyaya dair her şeyin başkalaşması demek. Şimdi biz bir ara bölgede bunu fark edip değişimden korkmayanlar ve ondan yana olanlarla bunu reddedip katılığın içinde kalanların gerilimini yaşıyoruz çokça. Ama bekleme odasında sonsuza dek kalınmaz. İşte bu eşikte başka bir dünya fikrinin somut yansımaları kolaylıkla şiirde ve sinemada gözleniyor.

D.K. : Şair bir gözün, sinemaya, özelde belgesel sinemaya bakışını dâhil ederek soracak olursam, bellek mi çıkartacak bizi karanlığımızdan yahut Pierre Nora’nın değindiği gibi hafıza mekânları mı yeniden kuracak dünyayı? Peki belgesel sinemanın gelecekle inşasında öne çıkan birey midir acaba?

Tarih dışı bir algının içinde yaşamıyoruz hiçbirimiz. İnşa dediğimiz şey zaten tarihselliğin içinde hakikati anlamlandırma, ona biçim verme hali. Bu kurma meselesi aslında varlığımıza dair anlamlı bir hikaye oluşturmaktan başka bir şey değil. Kişisel tarihler, dünya tarihi hep böyle bir kurgu işlemiyle varlık buluyor. Bunun için bir sıfır noktası, bir geçmiş, bir mit gerek. Bir yönüyle görüldüğü gibi uydurulan bir şey bu. Kolektif bilinçdışı böyle oluşuyor. Geçmişle kurulan ilişki doğrudan doğruya bugünümüzü ve gelecek tahayyülümüzü belirliyor. Bellek bir kurtuluş aracı değil elbette, ama hatırlama kültürü inşa biçimlerimizi, şimdimizi ve geleceğimizi belirliyor. Belgesel sinema tarihin, muktedirin tek ve değişmez bakışını kıran bir araç olduğu için, bütün ötekilerin hikayesini gün ışığına çıkarttığı, tarihin muktedirden yana kurduğu mekanik ve aldatmacalı hikayesini deşifre etme olanağını insana verdiği için önemli. Bu tarihin sivilleşmesini getirdiği gibi, ötelenmiş, hor görülmüş, yok sayılmış olanların sesiyle dünyaya yeniden bakmak yeniden onu anlamlandırmak ve kurmak için bir olanak. Bu olanağın katalizörlüğünü yapıyor belgeseller.

D.K. : Badiou Başka Bir Estetik’te “Nitekim sinemayı bir tür genel mekânda diğer sanatlarla bağlarını kavramaksızın düşünmek mümkün değildir. Sinema çok özel bir anlamda yedinci sanattır. Diğer altı sanatla aynı düzlemde onlara eklenmez, onları ima eder, diğer sanatların artı-bir'idir. Onlar üzerinde, onlardan hareketle, onları kendi kendilerinden eksilten bir hareketle iş görür.” der. Araştırmacıların izini takip edip Belgesel Sinema’yı da bu minvalde değerlendirdiğimizde şiirin dili sözcükse, belgesel sinemanın dilini neyle okuyabiliriz? Belgesel Sinema’nın artı-bir’i İmgesel Sinema’nın artı-bir’i’yle nasıl bağdaşır yahut ayrışır?

Ne bağdaşır ne de ayrışır. Belgesel sinema, sinemanın bir türüdür, dolayısıyla da film gramerine dair her şey onda da aynıdır. Badiou’nun kast ettiği artı-bir değer sinemayı sinema yapan, metafizik gerilimdir kanımca. Sinema tüm sanat disiplinlerinden pay çıkarır; ama onları eklektik bir biçimde matematiğine katmaz. Onların eklektik bir toplamı değildir yani. Kendi varlık bilgisi, hepsini toplayan ama hepsini de aşan bir yerde varlık alanını oluşturur. Burada belgesel sinemanın farkı, gerçekle kurduğu ilişkiye dair hassasiyetler noktasındadır. Film oluşa dair değildir bu mesele, estetiğin değil etiğin tartışma alanına aittir. Yönetmenin kendisini nasıl bir dünya algısıyla nerede konumlandırdığıyla ilgili bir meseledir bu.

D.K. : Sevgili Asuman, belgesel sinema, insanlığın diline gelmeyen, gelemeyen kayıp sözcüğün peşinde sanki. Onu bulabilecek mi? Belgesel sinema şiir midir?


Bu ‘kayıp sözcüğün peşinde olma’ ifadesini sevdim. Tıpkı şiirde olduğu gibi değil mi? Hadi daha ileri gidelim kayıp sözcükten öte kayıp anlam, kayıp hakikat diyelim. Yine de buradan yola çıkarak ‘belgesel sinema şiirdir’ demek olsa olsa totoloji olur. Elbette değildir; ama bana göre sinemanın en yakınında duran sanat şiirdir. Çok somut olanı, gözümüzün önündeki hayatı anlatır; ama asıl derdi kör noktayı, kadraj dışını, varlığın ötesini, görünenin ardını anlatmaktır. Şiire en yakın olduğu yer sinemanın benim için burasıdır.
TOPLUMSAL BELLEK VE BELGESEL SİNEMA, Asuman Susam, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2015.

0 yorum:

Yorum Gönder