Kikulacho Kimo Nguoni Mwako (Doğuş SARPKAYA)

“Avrupalılar geldiklerinde onların elinde İncil, bizim elimizde ise topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatıp dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda baktık ki İncil bizim elimizdeydi. Topraklarımız ise beyazların olmuştu.” Jomo Kenyatta.

Afrika, uzun sömürgecilik dönemi sona erdikten sonra unutulmaya yüz tutan bir kıta oldu. Yüzyıllar boyunca hem işgücü hem de hammadde deposu olarak görülen, kapitalizmin ilk dönemlerinde vahşice uygulamalarla alt üst edilen bir kıtadan bahsediyoruz. 20. yüzyılın ikinci yarısında bağımsızlıklarını kazanarak sömürge olmaktan kurtulan Afrika’daki pek çok ülke, sömürgecilerin yarattığı etnik ayrımcılık, toprak gaspı gibi sorunlar yüzünden savaşların, kıtlığın, açlığın, bulaşıcı hastalıkların ve afetlerin mekânı oldu. Afrika, hem sömürülmenin hem de unutulmaya terkedilmenin yarattığı travmaları tek başına sarmaya çalışıyor.
Afrika’da yaşananlar konusunda ülkemizde yayımlanan akademik ya da edebi metinlerin azlığı hepimizin dikkatini çekecektir. Ayrıntı Yayınları geçtiğimiz sene Sudanlı yazar Tayeb Salah’ın Kuzeye Göç Mevsimi romanını yayımlayarak Afrika Edebiyatı’nı Türkiyeli okurla buluşturacağının sinyallerini vermişti. Kenyalı yazar Ngũgĩ wa Thiongo’nun geçtiğimiz günlerde yayımlanan Bir Buğday Tanesi romanı da Afrika’da yaşananları anlamamıza olanak sağlayacak bir kaynak olma özelliği taşıyor.

Kurtuluş Gününü Beklerken

Bir Buğday Tanesi Kenya’nın kurtuluş gününe odaklanan bir roman. Ngũgĩ wa Thiongo, geçmişten geleceğe mekik dokuyarak, Kenya ulusal kurtuluş mücadelesini ve bu süreçte yaşananları Kenya’nın iç bölgelerindeki Thabai köyünü mercek altına alarak anlatıyor. Romanı kısaca özetlemek gerekirse: 1952-1960 döneminde uygulanan olağanüstü hal günlerinde tevkif kampına kapatılan ve orada bir kahramana dönüşen Mugo’nun Uhuru (Özgürlük) gününde bir konuşma yapması beklenmektedir. Mugo ise tüm yaşadıklarının ağırlığını omuzlarında hissettiği için köyde yalnız yaşamayı tercih etmektedir. Olağanüstü hal döneminde bir ihanet sonucu sömürgecilerce yakalanıp, katledilen devrimci komutan Kihika’nın silah arkadaşı General R. ise haini bulmak için çaba göstermektedir.

Ngũgĩ wa Thiongo, romanı yarattığı karakterlerin geçmişi üzerine kurgulayarak, uluslaşma sürecinin sancılarını masaya yatırıyor. Köyün önde gelenleri Mugo’yu ikna etmeye çalışırken geçmişlerini de öğrenmeye başlıyoruz. Köyün zengini ve ailesine dönmek için tevkif kampında birlik yemini ettiğini itiraf eden Gikonyo, onun güzel ama mutsuz karısı Mumbi, OHAL döneminde yeminini itiraf edip sömürge polisi olan Karanja ve 1920’lerdeki ilk isyan dalgasında yer almış Warui’nin öykülerini öğrendikçe Kenya’da yaşananları daha iyi anlıyoruz. Sömürgecilikten kurtuluşun dördüncü yılında -1967- yayımlanan roman, hamaset ve kahramanlık öyküleri anlatmaya gönül indirmeyerek, Kenya’da yaşanan gerçekliği tüm yönleriyle ele almaya çalışıyor.

Vahşetin Prova Mekânı: Sömürgeler

Bir Buğday Tanesi’nde sayfalar ilerledikçe Hannah Arendt’in sömürgelerde yaşanan insanlık dışı tecrübelerin her iki dünya savaşında yaşanacakların provası olduğu tespitini hatırlıyoruz. Bu tespite ek olarak Achille Mbembe’nin sözleri de kulaklarımızda çınlıyor: “Sömürgeler, savaşın ve düzensizliğin, siyasalın içsel ve dışsal figürlerinin yan yana durduğu ya da birbirinin yerini aldığı yerlerdir. Sömürgeler, hukuksal düzenin denetimlerinin ve garantilerinin askıya alınabilirliğinin mükemmel örneği durumundaki yerlerdir – istisna halinin şiddetinin ‘uygarlığın’ hizmetinde işlediğinin varsayıldığı yerler.”

Romanda, ormanda saklanan gerillalar ile yapılan savaşta tüm halkın nasıl terörize edildiğini; suçlu-suçsuz tüm halkın uygarlığı sindirememiş barbarlar olarak nasıl etiketlendiğini; tevkif kamplarında yargılanmadan tutulan binlerce insanın nasıl işkencelerden geçirildiğini; köylülerin gerillalara yardım ettikleri öne sürülerek nasıl fişlendiklerini; kadın erkek demeden tüm köy halkının köy etrafına açılacak hendek için nasıl insafsızca, kırbaçlanarak çalıştırıldıklarını okudukça istisna halinin nasıl gündelik bir deneyime dönüştüğünü görüyoruz. Bu insanlık dışı uygulamalara rağmen Kenyalıların özgürlük mücadelesine nasıl tutundukları da cisimleşiyor romanda. Ama bu noktada bile Ngũgĩ wa Thiongo, bir kahramanlık destanı yazmaktan uzak durmaya çalışarak roman karakterlerini zaafları, arzuları, eksiklikleri ve güçlü yönleriyle “insan” olarak yansıtmaya özen göstermiş.

Erken Bir Uyarı

Bir Buğday Tanesi’ni iyi bir roman, hatta bir başyapıt yapan şey Ngũgĩ’nin edebi sezgilerinin metnin uluslaşma güzellemesine dönüşmesini ve ülke içindeki iktidar kliklerinden herhangi birinin militanı olmasını engellemesi. Kenya’da sömürgecilik sonrası dönemde yaşananlar sömürge döneminde yaşananların yansıması oldu. Sömürgeciler tarafından el konulan ve beyaz yerleşimcilere tahsis edilen topraklar, bağımsızlık sonrası dönemde siyasi elitlerin ve büyük işadamlarının eline geçmeye başladı. Sömürgecilik öncesinde kolluk kuvvetinde yer alanlar ise polis gücü ve orduda etkinliklerini korudular. Bağımsızlık savaşı sırasında sömürülen, mülksüzleştirilen, işkenceye maruz kalan halk ise yeni dönemde iş güvencesinden ve insanca yaşamdan mahrum bırakıldı. Her seçim döneminde toprak reformu sözleri verilse de topraksız köylülerin kendilerinden gasp edilen toprakları geri alma şansları hiç olmadı. Ngũgĩ wa Thiongo, ülkesinde yaşananları ve gelecekte yaşanacak olanları doğru bir şekilde analiz ederek erken bir uyarıda bulunmayı da ihmal etmiyor.

Bir Buğday Tanesi, “uygarlık” adına uygulanan denetimsiz ve insanlık dışı şiddetin, barbarlığın dışa vurumu olduğunun belgesi bir yanıyla. Aynı zamanda siyahların mücadelesinin sadece beyaz güce karşı verilmediğinin, kendi bedenleri içine yerleşen beyaz düşünceye karşı da verilmesi gerektiğini hatırlatıyor roman. Onun için ezilenlerin -bu yazının da başlığı olan-  Kihika'nın sözlerini her daim akılda tutması gerekiyor:  “Sizi tüketen şey giysilerinizin içindedir.”

BİR BUĞDAY TANESİ, Ngũgĩ wa Thiongo, Çev. Gül Korkmaz, Ayrıntı Yayınları, 2014.





0 yorum:

Yorum Gönder