“Şiir arınmayı, duyarlık olarak büyümeyi getiriyor insana” (Duygu Kankaytsın ile Söyleşi: Yusuf ALPER)

Hayatçağıran Duygu Kankaytsın’ın (1987) ilk şiir kitabı. Hayatı bütünüyle kucaklama çabasında; ama kadın özneden yana bir yoğunluk da var şiirlerin içeriğinde. Kendisiyle şiiri konuştuk.
Yusuf Alper: Sevgili Duygu, kitabına Hayatçağıran adını koyduğuna göre, Türk şiirinin hayatla bağlarını koparmasına yönelik eleştirilerin, itirazların olmalı…

Duygu Kankaytsın: Dertlerin var diyorsunuz aslında. Evet, itiraz önemsediğim bir dil hayatın içinde. Bu dilin cümlesini kurmak bile uyarıcı olur. Hep bir dağ vardır merkezde. Koşa koşa söyleştiğim, kucakladığım dağlar... Bu bazen sese karşılık gelir. İşte bu noktada kelimelere sıkı sıkıya tutunarak, onların sözlükteki anlamlarıyla yetinerek yaşanılanı anlatmak mümkün olmaz. Daha doğrusu anlatılan mutlaka eksik kalır. Burada şiir hayatın çağrısına ses verir, ses vermelidir. İzleyebildiğim kadarıyla bunu görmezden gelen bir şiir algısı almış başını gidiyor. Okuyamıyorum öylesi şiirleri. Daha çok hayatı, toplumsal ve düşünsel boyutlarıyla izlek edinmiş şiirleri önceliyorum. Şiir anlayışımı da bu çerçevede gerçekleştiriyorum. Hayatı çağıran, hayattan konuşan bir şiirin peşinde olmak bu. Her şiir bir seçenek önermekse, ben de ortaya bir seçenek koymanın ısrarındayım. Hayatın ve şiirin dilsel değerlerini gözetmek arzum.

Dil bilinci, şiir bilinci sende nasıl gelişti, yol aldı? Kendi şiir serüvenini izlemiş olmalısın. Bu konuda neler söyleyebilirsin?

Şiir ve dil bilinci edinmek ve bunlara işlerlik kazandırmak zamanla elde edilebiliyor. Dahası tamamlanan bir süreç değil bu. Kesintisiz birikiyor insan ve dönüşüyor. Kendini aşmak, gelişerek değişmek ölünceye kadar sürecek. Görünen bu. Geçmişte yapılan her türlü pratik, yazılacak bir sonraki şiire hazırlık gibi. Bunun bilincine vardığımda ürkmüştüm. Şiire koyulmak ve şiirle olmak hiç de kolay bir iş değil. Önemli olan onca birikimi göğüslemeyi göze almaktı. Bu kararlılığı gösterince, bitmez tükenmez çalışmalar gündeme geliyor. Durmadan okuyorsunuz. Daha çok durmadan kuram okumak mesela. Şiir geleneğini özümlüyor, yazılagelen şiirlerin sakladığı bilgileri edinip kullanmaya koyuluyorsunuz. Mesele dil işçisi olabilecek kalbi duyguyu taşımak. Donanımınızı yeterli bulunca da size gelen şiiri yakalayıp yazıyorsunuz. Benim yaptığım da bu muydu?

Geleneksel olanla bağın için ne dersin? Bir şair kadın olarak kendini konumlandırırsan Türk şiirinde neyi amaçlıyorsun? Hedefin neresi? Ulaşmayı, aşmayı hedeflediğin ilk kitaplar var mıydı, varsa kimlerindi?

Geleneği hep önemsiyorum. Geleneği yok sayıp şair olunabileceğini hiç sanmıyorum. Böylesi kesin yargılarla konuşmak her ne kadar didaktik ve sevimsiz gelse de bazen acımasız olmak başta hayat ve bilim ve dahası sanat için değer diye düşünüyorum. Çünkü her şair şiiri kendinden önceki ustalarından, onların şiirlerinden, poetik görüşlerinden öğrenir ve kendine özgü bir şiiri kurmanın peşine düşer. Ah Aristoteles, ah Horatius!! Aslında geleneği yadsıyanların da yaptığı bu. Bu duyarlığın içinden nasıl söylenirse: Ben de diğer şair kadınlar gibi şiir dilini şair erkeklerden öğrendim. Çünkü kadınları şiirin dışına itip bu alanı kendileri için biçimledi erkekler. Bile-isteye olması önemli mi? Öncelikle bunun aşılması gerekiyor sanırım. Bunu arzulayan biri olarak bana özgü bir dilin arayışına girdiğimi söyleyebilirim. Bunu başardığımda, kendi adıma, kangren olmuş bir sorunu gidermiş olacağım. Gülten Akın, özellikle ilk üç kitabında biraz da bunu başardığı için önemlidir. Ulaşmayı istediğim, özendiğim herhangi bir ilk kitap yok. Özellikle kendi kuşağım için söylüyorum bunu. Öte yandan şiir kitaplarının kıyaslanmasından yana da değilim. Her şairin yazdığı şiirlerinin kıyaslanması düşüncesindeyim. Bu bize o şairin gelişimi hakkında bilgiler verebilir. Şair birileriyle değil, önce kendisiyle yüzleşmeli. Bir de şunu söyleyebilirim: İlk kitabımın firesiz bir kitap olmasını isterim. Cemal Süreya’nın Üvercinka’sı gibi.

Metin Celâl, ‘Şiir ustalardan öğrenilir,’ diyor. Seni besleyen usta şairler kimler? Cemal Süreya da gençlerin yazdığı şiiri önemser, o şiirlerin uyarıcılığına dikkat çeker. Sen buradan eylemle kuşakdaşlarına nasıl bakıyorsun?
Geleneği nasıl önemsediğimi söyledim biraz önce. Şiir ustalarının şiir deneyimleri özümsenmeden iyi şiirlerin yazılabileceğine inanmıyorum ben de. Zaten başka şairleri, onların neler yaptıklarını anlamadan bir şair kendi şiirini kuramaz gibi geliyor. Böyle bir okumanın içinden bütün usta şairler, benim de doğal beslenme dünyamı oluşturmaktadır. Onlarla halkaları birbirine geçiriyorum. Yapılanları saptayıp yapılmayanların peşine düşmeli diye sancılanıyorum. Bu da az-çok yeni olanı yakalama olanağı veriyor bana. Elbette genç şairlerin de peşine düşmek gerek. Onların getireceği yenilikler geleceği işaretlemez mi? Onların da birbirlerinden öğreneceği çok şey var. Bu nedenle özenle izliyorum tümünü. Bu deneyimlenme pratiğiyle bana ait olabileni daha kolay yakalayabiliyorum sanırım.

Şimdilerde Türk şiiri büyük bir yalnızlık içerisinde. Çıkan her şiir kitabı boşluğa gönderiliyor sanki. Senin kitabın nasıl karşılandı? Aldığı tepkiler umut verdi mi şiir için?

Doğru bir saptama olduğu kanısındayım. Düzenin yok saymaya çalıştığı şiir kendi kuytusunda kalmış gibi. Devlet de yapısı gereği şiire karşı. Şiir henüz metalaşmadığı için kapitalizm de şiire tiksinerek bakıyor. Alımlayıcılar ise şiire çok uzaktalar. Şairler de hayat-yoğun şiirler yazmayınca alımlayıcısı her kimse onunla buluşması zorlaşıyor. Böylesi bir toplumsal yapı içerisinde şiir yazmak, kitap yayımlamak biraz tuhaf görülebilir. Hiç önemli değil. Dünyada bir kişi kaldığı sürece şiir varlığını sürdürecektir duygusundayım. Çünkü insanoğlunun biricik sığınağıdır şiir. Buna inandığım için şiir yazmaktan ve bu şiirleri kitaplaştırmaktan hiç vazgeçmeyeceğim. Karamsar bir fotoğraftan söz ettim ama bu karamsarlık içerisinde kaybolup gitmedi hayatçağıran. Bunları söylemek hicap veriyor aslında. Samimiyetin içerisinden bir cümle olarak okunmasını dileyerek: Şöyle bir bakıldığında, ilgiyle karşılandı diyebilirim. Kitabıma ilişkin yapılan söyleşiler ve yazılar bunları doğrular nitelikte.

Şiirler, yazılar yazan birisin. Öte yandan güzel sanatlar fakültesinde yazarlık eğitimi alıyorsun. Akademik eğitimin şairliğine özel bir katkısı oluyor mu? Ya da tersi…


Dediğiniz türden çalışmalar bağlamında birçok deneyimim oldu. Bir taraftan dünyayı okuma hevesiniz beri taraftan şiir görgünüz çoğalıyor. Evet, dramatik yazarlık-dramaturgi eğitimi almaktayım. Bu da beni besliyor. Örneğin, Shakespeare okuyorum, bu bana insan derinliğinin ne olduğunu söylüyor. Şiir için oldukça ehemmiyetli. Bertolt Brecht okuduğunuzda ise diyalektiği, epik olanı kavrıyorsunuz. Şiirin diyalektik bir işleyiş gösterdiğini düşününce, aldığınız akademik eğitimin kıymetlerinden biri daha ortaya çıkıyor. Öte yandan bu akademik eğitimin şiirden çaldığı bir şey yok. Bunu da burada belirtmiş olalım. Şehir efsaneleri hep tatlı gelmiştir ama gerçeği gölgelendirememiştir de...

Şiir senin için ne ifade ediyor?

En zor soruyu sona bırakmışsınız. Bunun cevabını vermek beni endişelendiriyor. Bu mübalağa olarak okunmazsa sevinirim. Şöyle düşündüğümden olsa gerek. İfade etmelerin içini bazen cümle kurmak da doldurmaz. Hele ki söz konusu şiir ise… Çünkü şiir arınmayı, duyarlık olarak büyümeyi getiriyor insana. Bu çağın getirdiği küften, koftan uzak tutuyor insanı. Daha ne olsun? Söz, şiirin gerçek okurlarında...

* Duygu Kankaytsın, Hayatçağıran, Şiirden Yayıncılık, İstanbul, 2013

0 yorum:

Yorum Gönder