“Marx’ın kriz teorisi, sınıf mücadelesi teorisidir” (Metin Özuğurlu ile Söyleşi: Ebubekir AYKUT)

Ebubekir AYKUT: Kapitalizmin “Altın Çağı”nın bitişinden beri her beş on yılda bir kriz yaşanıyor. Bu durum ister istemez Marx’ın kriz teorisini akla getiriyor. Marx’ın kriz teorisi hala geçerli mi? Yoksa Marx kapitalizmin kendini yenileyebilme kapasitesini ve karşı eğilimleri hafife mi aldı?

Metin ÖZUĞURLU: Neoliberalizm, içinde yaşadığımız dünyayı, Marx’ın çözümlemelerine; hem yaslandığı önkabuller hem de öngörüler bakımından, daha uygun bir dünya haline getirdi. Marx’ın kriz teorisinin açıklayıcı gücü, düne (20. yüzyıla) göre bugün çok daha fazladır. Kriz teması, Marksist teorinin en canlı tartışma alanlarındandır. Bu alandaki çağdaş katkılar, Marx’ın kuramının esasını teşkil eden “sınıflar mücadelesinin analitik önceliği” kavrayışını kriz literatürüne de zerk etmiştir. Böylece Marksist kriz kavrayışı, Marx’daki orijine daha çok yaklaşırken zamanımızı açıklama gücü de hayli artmıştır.

Marx’ın kriz teorisi, sermaye birikiminin genişleyen yeniden üretimine içkin çelişkili eğilimlerin teorisidir. Kar oranlarının azalması, eksik tüketim ve aşırı üretim, üretici güç ve üretim ilişkileri arasında derinleşen çelişki şeklindeki yapısal eğilimler, kapitalist krizin açıklayıcı parametreleridir. Soruda yer alan “kapitalizmin kendini yenileme kapasitesi”, Marx için sermayenin genişleyen yeniden üretimini, kriz eğilimlerini alt ederek gerçekleştirebilme meselesidir. Bu ise sermayenin emek üzerindeki hâkimiyetinin derinleşerek genişlemesi demektir. Tam da bu nedenle Marksist kriz teorisi, sınıflar mücadelesi teorisi olarak da görülmelidir.

Bugün için 1970lerde merkezde başlayan krizin finansal krizler yoluyla Güney’i dolaşarak merkeze geri döndüğünü söyleyebilir miyiz? Kapitalizm krizlerini erteleyemez bir durumda diyebilir miyiz?

Bir dış gözlem olarak tabi ki söyleyebiliriz. Bir koşulla: Kapitalist merkezdeki krizin nedenlerini petrol fiyatlarındaki dramatik artışa sıkıştırmamak kaydıyla. Kapitalist merkezlerde 1960’lardan itibaren neo-korporatist endüstri ilişkileri kalıbına üretim noktasında sığmayan, firma içi işbölümüne ve üretimin teknolojik tabanına sürekli müdahale eden bir işçi sınıfı örgütlülüğünü hesaba katmak durumundayız. Dolayısıyla insanlığın son 30-35 yılına damgasını vuran ve de sermayenin anti-kriz programı olarak işlev gören neoliberal gündemi, İngiliz madencilerinin yenilgisini bilmeden anlamamız olanaksız olmasa bile eksik olacaktır. Sistemin finanslaşması eğiliminden önce analize dâhil etmemiz gereken husus, uluslararası işbölümündeki yeni eğilimler ile üretimin alt sözleşmeler yoluyla küresel düzeyde örgütlenmiş olmasıdır.

Kapitalizmin üç asırdır Güney coğrafyaya yapamadığını, sözü edilen iki eğilim 30 yılda misliyle yapmış, işçileşme, metalaşma ve varlıkların sermayeleşmesi eğilimleri coğrafyayı boydan boya kasıp kavurmuştur. 1990’da 1.46 milyar olan ücretli çalışan sayısı, sadece 15 yıl sonra, 2005’de 2.93 milyara çıkmıştır. Bu dünyada ne olmaktaysa ve de ne olacaksa, işte bu büyük olgunun belirlenimi altında olacaktır. Yukarıdaki rakamlar bize şunu söylüyor: Neredeyse dünya nüfusunun tamamı bakımından, emeğin yeniden üretim koşulları dolaysız bir biçimde kapitalizme tabi hale gelmiştir. Sistemin finanslaşma eğilimini burada sözü edilen olgularla birlikte ele almakta fayda vardır. Aksi takdirde, “kar-yatırım bağı kopmuş, asli özelliklerini terk eden kapitalizm finanslaşmıştır” şeklindeki değerlendirmeleri paylaşmak durumunda kalırız ki bu da bizi sermayenin para biçimine karşı üretken biçiminin taraftarı kılar.

Krizlerin en belirgin özelliklerinden birisi de kapitalizmin kendini yeniden düzenlemesi için imkânlar yaratmasının yanında alternatif dönüşümler için olanaklar sağlamasıdır. Dünya’da ve Türkiye özelinde kapitalizmin içinde ya da dışında neoliberalizme alternatiflerin ortaya çıktığına/çıkabileceğine dair ipuçları var mıdır?

Şimdi siz meta-dışı yaşam olanaklarını geleneksel ve modern biçimleriyle tarumar ediyorsunuz, insanları köksüzleştirerek işgücü piyasasına fırlatıyor ve yaşamını sürdürebilmeyi tümüyle nakit para teminine tabi hale getiriyorsunuz… İşgücü piyasasında iş yok, iş olsa da güvence yok. Ücretlere gelince, onu da “ben bilmem kürsel piyasa bilir” diyorsunuz. Emeği ya da aynı anlama gelecek şekilde insanı salt emek gücünden ibaret görüyorsunuz, onun yeniden üretim koşullarının da piyasa tabiiyeti ile çözüme kavuşacağını beyan ediyorsunuz. Her şeyi ve herkesi kapitalist firmanın rekabet edebilirlik ve karlılık isteklerine göre hizaya geçmeye çağırıyorsunuz. Böyle bir nizamın kalıcı ve sürekli olacağına kanaat getirilebilir mi? Bizim liberallerden değilseniz, böyle bir kanaat beslemeniz olası değildir; zira insanın emek gücünden ibaret kılınamayacağı, işgücü piyasasındaki konumunun türevinden ibaret bir yaşama mahkûm edilemeyeceği, bilinir. Korkut (Boratav) Hocamızın vurguladığı gibi, siyasetin sarkacı dünya çapında sola doğru dönmüş durumdadır. İşçi sınıfı sosyalizminin geliştirdiği bütün değerler ve modeller bugün sokaktaki insan bakımından en makul ve en akla yatkın siyaset öğeleri haline gelmiştir. Dolaysıyla ortada ipucundan fazlası vardır.

Türkiye’de 2001 krizi sonrası AKP döneminde ekonominin iyiye gittiği yolunda bir algı oluşturuldu; oysaki ekonomik göstergeler ekonominin hala kırılgan olduğuna işaret ediyor. Ekonominin bu durumu ne kadar sürdürülebilir, Türkiye yeni krizlere gebe midir?

AKP açısından algı her şey, olgu ise hiçbir şey. Diyanet İşleri Başkanı ifade etmişti: Çağımız olgu değil, algı çağıdır, diye. Türkiye ekonomisinin iyiye gittiği, hatta orta-sınıflara yeni büyük katmanların ilave olduğu yönünde değerlendirmeler yapılmıyor değil. Emekçi sınıfların bulunduğu zaviyeden bakıldığında ülkemizde azgın bir sömürü, yağma ve talan düzeni mevcuttur. Türkiye işçi sınıfı öz-saygı yitimi bandındaki bir sınıftır. Türkiye’de gündelik yaşam dibine kadar sömürü ilişkilerinin belirlenimi altındadır; olmayan şey, maddi yaşam pratiklerinin sınıf temelli siyasallaşması, meselesidir. Bu bakımdan kısa bir mesafe bile kaydedilecek olsa, o koşullarda yapacağınız mülakatın ana temasının devrimci durum olacağı kanısındayım.


Küreselleşme, Kriz ve Türkiye'de Neoliberal Dönüşüm, Nergis Mütevellioğlu, Sinan Sönmez (der.), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2009.

0 yorum:

Yorum Gönder