Anlamak (Onur AKYIL)

Aslında ‘günümüzde şiirin durumu’ dendiğinde algıladığımız / algılamaya çalıştığımız şeyin üç parçalı bir dizge olduğunu görmek gerekiyor. Çünkü her şeyin parçalanması üzerinden yürüyen bir zaman diliminde, belki de şiir ve durum sözcüklerinden önce günümüz sözcüğünün gerçekten bir belirleme / imleme yaratıp yaratamayacağını düşünmek lazım. Çünkü günümüz denen şey, daha önce birçok yerde yazdığım üzere, çok önceleri olduğu gibi hepimizin aynı sonuca varacağı, yaşadığımız günler vesaire gibi geniş anlamlı geçerliliklerini yitirmiş durumda. Hal böyle olunca şiir ve durum sözcükleri de kendilerine birçok farklı perspektif kazanıp, hepimizin aynı şeyi anladığı ortak birer sözcük / kavram olmaktan çıkıyorlar. Bu üzerinde uzunca düşünülmesi gereken bir konu; çünkü şiir üzerine konuşan herkes bu uzak ara çarpışmayı genel itibari ile gözden kaçırıyor. Üstelik bizim ülkemizin ‘inceleme’ anlayışında da, bilinen o ki işler alışkanlıklar üzerinden yürüyor. Şiir adına her alışkanlık, ister istemez bir kısırlığı da taşıyor beraberinde. Şiirin toplu fotoğrafını çekiyorlar boyuna, kimse çıkmıyor…

Ülkemizde şiir okumak demek hala hiç kuşku yok ki dergi takip etmek demek; şiir kitaplarının hali malum. ‘Yalnızca kendi şiirini okuyanlar’ bir belirleme olarak geçerliliğini koruyor elbette. Fakat ne ilginç ki, yalnızca kendi şiirini okuyanlar, neyin, kimin şiirini yazıyorlar; bunun ayrımında, farkında, bilgisinde olmaları imkansız. Saf tutma hürriyetinden yoksunmuş gibi davranıyor günümüz şairi. Anlamı, anlamları kurmak yerine, çarpıtmak kolayına geliyor herkesin; çünkü bu emeğin değil sadece zekanın göstergesi. Zeki şairimiz çok, kuşku yok ama emek veren şairimiz ne kadar var, orası tartışmalı. Özellikle ‘genç şair’ adı altında gruplanmaya, dizginlenmeye, ehlileştirilmeye çalışan şairlerimiz her şeyden çok zekalarıyla yürüyorlar. Çok güzel, harika! Ama sadece yazdıklarında kalsa bu durum daha kabul edilebilir olacak her şey; fakat zekanın şeytanla olan işbirliği; öne çıkma, adını duyurma, mühim olma gibi şiirle uzaktan yakından hiçbir alakası olmayan bir takım gündelikleri de işin içine sokuveriyor. Bu gün şiirimizi bitiren, kısırlaştıran, aynılaştıran temel şey de bu. Bence şair insanın insan olma kavgasında bir adım öne atmalı kendini; gerisi şair için bir şey ifade etmemeli.

Ve evet bilenler bildikleri gibi yürüyorlar; öyle yazıyor, öyle eleştiriyorlar. Eskimiş oldukları, kendilerini yenileyemedikleri sosyolojinin, psikolojinin, felsefenin ve hatta bizzat sanatın yeni ürettiği / yeniden ürettiği şeyler bütününden haberdar olmadıkları görülüyor attıkları her adımda. Kendilerini şiir adına var kılan dönemin değerleri üzerinden konuşmaya, yazmaya devam ediyorlar. Bunu hala işe yarar bir şey olarak görüyorlar; fakat her şey o kadar hızla değişiyor ki, hızın kendisi dahi yetişmiyor olup bitene. Hızı geçiyor değişim / başkalaşım. Bu yüzden bunca şey yazıp çizmelerine rağmen, aslında kendi köşelerindeler. Dinleniyorlar, farkında değiller.

Yayın dünyasının artık kuşkuya yer bırakmayacak şekilde, ihtişamlı fuar stantları ve spotları eşliğinde ticarileşmesi bir yana; yayınevlerinin tıpkı şiirde olduğu gibi karşı çıktığı şeyi üretmeye ya da bölüşmeye yönelik çıkmazı da, işleri karıştıran başka bir ayrıntı. Yorucu ama görünen o ki değişen temel bir şey var ve o değişen temel şeyin değişmesi gerçekten pek kolay olmayacak: Artık herkes haklı. Üstelik, yalnızca ‘haklı’. ‘Hayat üzerine olan hayat içre olanla barışmayacak.’ gibi süren bu sıkıcı yolculuk, kendinden yola çıkarak her şeyin altını oymaya devam edecek; ve uzak bir zaman diliminde değil, pek yakında kimse kalmayacak. Tam tabiriyle, bir zincirleme kaza, hep yeniden doğan / gerçekleşen. Dolayısıyla ‘günümüzün’ ve ‘durum’un dışında.

Dil de bu işin bir parçası olarak bütün bu karmaşanın ağırlığından etkileniyor elbette. Ticari şiir diye bir şey oluşuyor gün geçtikçe; bunu görmemek imkansız. Dili de öyle oluşuyor, öyle kuruluyor. Gerçeğin biçimlenemeyen bir kırılması söz konusu burada ve işin en tehlikeli yanı da burası. Gerçeğin bu biçimlenemeyen kırılması; yani aranarak, çalışılarak, bu satar denerek yazılmış işlerdeki soyutluk, şair olanla olmayanı rahatlıkla yan yana getirebilen bir şeye dönüşüyor. Daha derli toplu söylersek; bir fabrikasyona doğru gidiyor şiir.

Dil biriktirdiği her şeyle birlikte kayboluyor böyle olunca; okunan ve yazılan bir şey var, fakat yalnızca bir görüntü, içini dolduran hiçbir şey yok. Bu yazıları; böyle yazıları alıntılarla süsleyip yeniden servis etmek ve şiirimiz geriliyor demekten başka da pek bir şey düşmüyor / düşemiyor kimseye. Çünkü bir etkileşim var / olmalı; şiirin iyiliği hakkında söylenecek şeyler azaldıkça, kötülüğü üzerine söylenecek şeyler de azalıyor. Birbirlerini çoğaltmasalar bile, birbirlerini sınırlamakta, azaltmakta aynı noktada buluşabiliyor şiirin iyiliği ya da kötülüğü üzerine söylenenler.

Anlaşılıyor, kalıcılık bir algı olarak dahi bitmek üzere. An için üretilen bir şiir var; şiirin hazzına ermek için beklemeye, merak etmeye bile gerek yok. Heyecan öldüğünde, bilgi başka şeylerin ölümünü engelleyemiyor. Genel olarak teorinin çöküşü denen şey de bu aslında; insanların heyecanlarının öldüğü bir çağda, neyi ne kadar iyi anladığınızın, neyi ne kadar iyi çözümlediğinizin bir önemi kalmıyor. Çünkü bilgiye işlerlik kazandıracak olan özenlerin hareketsiz öylece kaldığı görülüyor; özne felç, bilgi boşlukta; bilmek anlamsız.

Sadece şeyler ve şiir için değil; insanın yalnızca var olma durumu dahi bir pratiklik gerektiriyor / bir pratikliğe zorlanıyor artık. Pratik olan / pratikliğe zorlanan her şey kıvrımlarını yitiriyor; yitirilen kıvrımlar mesafeyi azaltsa da, o mesafenin üzerindeki yol alma meselesini oldukça zorlu bir hale getiriyor. Her şey gibi şiirde yalnızca seveni tarafından öldürülen / öldürülebilecek bir şeye dönüşüyor. Bu aslında, daha geniş bir alandan bakıldığından hayatın anlaşılması en zor kuralı ve işlemekte gecikmiyor.

Sonuç olarak insan ölüyor, şeyler ölüyor, şiir ölüyor. Olmanın kalıcı bir anlamı keşfedilmediği sürece, şiirinde şairin de olmakta ısrar etmesinin bir anlamı olmayacak.

0 yorum:

Yorum Gönder