Sorumluluk ve Kargaşa (Tevfik KALKAN)

Barnes, son romanı “Bir Son Duygusu” ile Man Broker ödülünü aldı ve sevenlerini bir kez daha mutlu etti. Çünkü o, okuyucuların duygudaşlık hissettikleri ender yazarlardan.

Barnes, bu son romanında okuyucularını zaman, hafıza, hatırlamak ve bütün bunların yarattığı büyük karmaşa hakkında bir yolculuğa çıkarıyor. Romanın ve yolculuğun asıl kahramanı hayli iddialı bir çıkarımla “Zaman” diyebiliriz. Son günlerin moda yaklaşımı olan, kuantumla ilişkili, eğilip bükülen, paralel evrenlerde farklı varyasyonları olan ve geçmişe ya da geleceğe yolculuk fantezilerinin öznesinden değil içinde yaşadığımız Zaman’dan söz ediyor Barnes. Hepimiz hayata iyimser duygularla başlarız. Bilgilerimizin artacağı, kavrayışımızın derinleşeceği, gizlerin çözüleceği, ufkumuzun genişleyeceği umutlarıyla bakarız hep Zaman’a. Oysa yaşamımızın bir noktasından sonra Zaman’la ilgili bir kırılma yaşarız. Artık gelecekle ilgili hayallerimiz azalmaya ve aynı oranda anılarımız çoğalmaya başlar. Bir Son Duygusu, gelecek hayallerinin tümüyle sona erdiği ve anıların olanca karmaşası ile su yüzüne çıkmasıyla başlayan bir roman. Barnes’ın ustalığı, bu karmaşayı okurda şok etkisi yaratacak bir düzenlemeyle sıraya dizmesi.

Zamanı ve hatıraları anlatısının merkezine yerleştiren Barnes, kahramanları aracılığı ile Tarih’in neliği üzerine de kafa yorar: Tarih, belleğin kusurlarının, belgelemenin yetersizlikleri ile buluştuğu noktada üretilen o kesinliktir. Tarih, zafer kazananların yalanlarıdır. Tarih, yenilenlerin öz aldatmacalarıdır. Tarih, ne zafer kazanmış ne de yenilgiye uğramış olan, hayatta kalanların anılarıdır.

Hayatta ne bir zafer kazanmış ne de hezimete uğramış olan Tony Webster’in anılarını okuyoruz roman boyunca. Çünkü o hayatta kalmıştır. Hem de bir vasat uğruna. Kendini işte, aşkta, dostlukta, sekste ve ahlakta ortasınıf ve vasat olarak tanımlayan Tony, yaşamını şöyle özetler: “Kaybetmiştim: Gençliğin dostlarını, karımın sevgisini, gelecek hırslarımı hepsini kaybetmiştim. Yaşamın bana çok fazla zarar vermemesini istemiş ve başarmıştım. Ve sonra her şey nasıl da tatsız nasıl da acınası olmuştu.”

Hayat, Zaman’ın içinde yaptığımız tek yönlü ve -en azından şimdilik- geri dönüşü olmayan bir yolculukta başımıza gelenlerse eğer… Sorulmaya değer tek bir soru var demektir: “İstemeden çıktığımız bu yolculuğa, kendi isteğimizle bir son verecek miyiz?” Pek çok felsefeciyi ve yazarı da ayartan Camus’nün bu kadim suali romanın da izleklerinden birini oluşturur. Zira Webster’in okul yıllarından yakın arkadaşı olan Adrian Finn, Camus’nün “tek gerçek felsefi sorun” dediği suali olumlayarak yanıtlar ve hayat sahnesinden çekilir. Öğretmenlerinin ve arkadaşlarının hayranlık duyduğu, parlak bir zekaya sahip olan Adrian Finn, intiharı ile travma boyutunda bir boşluk bırakır ardında. Durumu Webster’in annesi şöyle açıklar: “Eğer o kadar akıllı olursan sağduyuyu unutarak kendini herhangi bir şeye inandırabilirsin.”

Bir Son Duygusu travmatolojik bir roman. Eğer bu romanı tek kelime ile özetlemem istenseydi, aklıma ilk gelecek sözcük travma olurdu. Bu anlamda insanı ve insanlığı kucaklayan bir anlatı. Çünkü hepimiz hem bireysel hem de toplumsal olarak travmalar yaşarız. Kim olduğumuzu başımıza gelenler değil bu travmalara karşı gösterdiğimiz tepkiler belirler. Bazıları travmayı kabullenir ve onu hafifletmenin yollarını arar, bazıları empati duygusu geliştirerek travma yaşayan başkalarına yardımcı olur ve böylece kendi yaraları için de en sağaltıcı olan yolu seçer, bazıları ise travmanın kendilerine zarar vermesinden kaçınarak inkar ve bastırma yoluna giderler. İşte bu sonuncu grupta olanlar en tehlikeli insan grubudur. Bunlar acımasızdırlar. Üstelik farkında da değildirler ne kadar acımasız ve tehlikeli olduklarının. Bastırma ve inkar kişiyi önce yaşadığı hayata ve çevresine en nihayet bizzat kendine karşı yabancılaştırır. Bu yabancılaşmayı ve körleşmeyi kırk yıl sonra yüzüne vurur kız arkadaşı Veronica, Tony Webster’ın: “Anlamıyorsun işte. Hiçbir zaman anlamadın ve asla da anlamayacaksın.”

Ne kadar çok yaşarsak o kadar az anlıyoruz diye yazıklanır Webster. Ona göre zeka, doruk noktasına on altı ve yirmi beş yaşlar arasında ulaşır. Bu noktadan sonra gelen bilgelik, pragmatizm, organizasyon becerisi ve taktik akıl zihnimizi bulandırır ve zekamızı köreltir. Burada bir kez daha insanın o ölümcül ikilemi sahne alır: İnsan zihninin kavrayışı derinleştikçe, bu derinlik bizzat kendine karşı savaşan bir özyıkım aracına dönüşür. Yaşam her geçen gün bizi biraz daha güçten düşürerek, uzun sürdüğü oranda yaşamaya değecek bir şey olmadığını kanıtlar adeta. İşte trajedi: Korkakça yaşama tutunma ve gözü pek bir intihar arasına gerilmiş ipin üzerinde yaşarken biriken olaylar var. Bu olayların içinde nesne/özne konumları arasında salınırken başınıza gelenler var. Hayatının getirdiklerinin üzerinde yaptığınız matematiksel dört işlemin ortaya çıkardığı kargaşa var. Kargaşanın sürüklemesiyle kendinizi içinde bulduğunuz ve asla kaçamayacağınız ilişkiler ağı var. Buna ister kelebek ister kasırga etkisi deyin, küçücük bir dokunuşunuzla domino etkisi yaratarak meydana çıkardığınız olaylar var. Yarattığınız olaylar için elbette bir sorumluluğunuz var. Kırk yıl sonra bile olsa gelip yakanıza yapışacak bir sorumluluktur bu.

Barnes, sanatının zirvesinde iken yazdığı bu son romanı ile bir kere daha insanın üzerine doğrultuyor merceğini. Bu kısa ve yoğun roman için asla karamsar bir eser denemez. Zira konu ne kadar iç burkucu olsa da Barnes’ın kıvrak zekası ile ışıldayan ironik anlatımı yine iş başında. Öyleki Camus, intiharın tek gerçek felsefi mesele olduğunu söylediğinde, romanın kahramanlarından Alex sert bir karşılık verir ona: “Etiğin, politikanın, estetiğin, gerçekliğin doğasının ve bütün diğer şeylerin dışında.”

Başlarken, okuyucuları Barnes’ı duygudaşlıkla severler demiştim. Barnes, Bir Son Duygusu’nda bu sevgiyi karşılıksız bırakmıyor. Bir yandan hayatı ve insanı sorgularken bir yandan da vefa, sorumluluk, önyargısız empati gibi kavramları anıştırarak sevginin değerine ve gereklerine işaret ediyor. Çünkü romanın bir yerinde dediği gibi, bu hayatta çok sayıda insanı sevmiyoruz ve bazen bu gerçeği çok geç anlıyoruz.

Bir Son Duygusu, Julian Barnes, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2013.

0 yorum:

Yorum Gönder