İçeriden Bir Mektup: Ömrümüz Yeniden (Eren ŞAHİNER)


Yaşadığımız bataklıkta gökyüzünün rengini her an yüzünde hissedenlerin sayısı çok az. Yalçın Hafçı’nın Ömrümüz Yeniden isimli öykü kitabının arka kapağına Oscar Wilde’den alıntıladığı “Hepimiz aynı bataklıkta yaşıyoruz, ama bazılarımız yıldızlara bakıyor” sözüne bunun için ufak bir tahribat yapabiliriz. Bataklıkta yaşadığının farkında olmayıp sadece gökyüzüne bakanlardan mı olmalı, yoksa bataklıktayken bile inatla gökyüzüne ellerini uzatanlar mı? Uzun süredir cezaevinde tutulan Hafçı’nın son öykü kitabı bize biraz da bu sorunun cevabını arıyor.

Ödüllü bir şair ve öykücü olan Hafçı, yaptığı ölüm orucu eyleminden kalma, kendi deyimiyle sisli hafızasını yeniden, ömrüm, ömrümüz yeniden diyerek çağırıyor. Bu çağrının sadece kendi hafızasına ait olmadığı ise öykülerin içinde girildikçe fark ediliyor. Öyküler, böyle seslenmenin bilinçli bir tercih olduğunu haykırıyor. Hafçı’nın sisli hafızası, öyküler ilerledikçe derinlere iniyor, Türkiye halklarının tarihine yeni satırlar ekliyor. Bilincini paraya tahvil edenlerin, solculuğunu vicdanlarına hapsedenlerin dünyasında, Hafçı, insan bilincinin ve vicdanın birlikte çalışmaması durumunda özünü yitireceğini ve yaşamak çağrısına cevap veremeyeceğini söylüyor.

Saatin Tik Takları 

Yalçın Hafçı’nın öyküleri Geri Sayım ile başlıyor. Her bir saniyede öykülerin yazıldığı mekânı soluyorsunuz: “Saat gecenin üçü, bense kendi ucumdayım. Soğudu hücremin beyaz duvarları”. Saniyeler ilerledikçe sanki bir yarışın başlayacağını, ya da içinizde öfkeyle kabaran yüreğinizin patlayacağını düşünüyorsunuz. Yalçın Hafçı sanki bu geri sayımla okuyucuyu kitaba hazırlıyor ve bir itirafta bulunuyor: “Sanki bir bombanın geriye doğru işleyen saati var içimde”.

Öyküler ilerledikçe saatin tik taklarını duyuyoruz. İlk tik tak, Kayıp İğne öyküsüyle işliyor içimize: Bir oğlun işkenceci babasıyla tanışmasını okuyoruz. Hafçı öykülerinde ayaklar altına döşediği iğnelerle, duyarlılığını uykuya göndermiş okuyucunun ince bir sızıyla uyanmasını sağlıyor. Görmek ve İnsan hikayesi ise fukara Mustafa’nın kısacık bir öyküde büyük bir karar vererek, bir tas çorbasına göz diken patronunun ensesine patlattığı okkalı tokatla şaşırtıyor. Zorla evlendirildiği kocasının tecavüz ettiği Zelal, mutlu bir çocuğun nasıl mahpusa düştüğünü anlatıyor, “Bize iki hayat lazım; biri tecrübe kazanmak, öteki de yaşamak için” diyerek. Beyaz Yaka ise ekonomik krizin orta direklikten, yoksulluğa savurduğu garsonun kendi ağzından hikâyesi. “Ne işçi ne patron” bir sınıfa mensup olduğunu fark eden ve daha önce müşterisi olduğu meyhanenin güç bela garsonu olabilen adamın orta sınıfla hesaplaşmasını anlatıyor.

İnsanın insana ettiğini, hayvan etmezmiş hayvana. İnsanlığımı Geri Verin, havan topuyla parçalanan bir kızı görünce, yeşil üniformanın içinde deliren bir adam söylüyor bunu. Depremde her şey olup bittikten sonra vaktini onlara eziyet için geçirdiği karısı ve çocuklarının hatırlayan babanın öyküsü Sarsıntı. Acı yavan değil, bütün canlılığıyla yansıyor öykülere. Tik taklar devam ediyor: Ömrümüz Yeniden’de içerden çıkan adamın, Yusuf’un yıllarca çektiği hasreti anlatıyor Hafçı. Oğlu içerden çıkmadan ölen annenin oğlunu yakan acısı; dışarıya yabancı Yusuf’un hayata alışma çabası; eski aşkın, sevgilinin yeni bir hayat için ağlaması yalın bir dille önümüze geliyor. Belki de Hafçı saatin tik takları arasında gerçek sevgiyi arıyor.

Sade ve Şiirsel

Hafçı’nın şairliğinin getirisi olsa gerek, öykülerin tamamında sade fakat şiirsel bir dil var. Öykülerinde anlattığı basit yaşamlar, yaşamın karmaşasını açığa vuruyor. Hafçı okuyucusunu yabancılaştırmadan kavrıyor, öykünün kısa ama vurucu bir tür olduğunu hatırlatıyorve her öyküsünde farklı bir yaşam fragmanını kitabına taşıyor. Cortazar’ın fotoğrafla öykü arasında kurduğu ilişki fragmanları anlamamızı sağlayabilir: “Gerçeğin içinden bir fragmanı kesmek, onu belli sınırlara hapsetmek ama bunu öyle bir şekilde yapmak ki, bu kesilen parça kanat kanat açılarak çok daha geniş bir gerçekliğe nüfuz eden bir patlamaya dönüşsün, kameranın kapsadığı alanı ruhsal olarak aşan dinamik bir bakış açısı olarak hareket etsin.”

Hafçı, gerçek sevginin bir çeşidini gözleyerek, hem duvarın ardındaki özgürlüğü hem de dışarıdaki insanın ağzına doladığı türküyü yazıyor. İçeridekinin en büyük kâbusunun dışarıdakinin unutması olduğunu hatırlatıyor. Hafçı, neredeyse içeriden dışarıya bir mektup gönderiyor: Yasaların yargısı doğru mudur/ Ya da yanlış mıdır bunu bilemem;/ Bildiğim tek şey bu hapishanede -yalnız adam için- Demir gibi sağlamdır tüm duvarlar,/ Bir yıl kadar uzundur her geçen gün/ Yıl bitmek bilmez, uzadıkça uzar. (Oscar Wilde)

Ömrümüz Yeniden, Yalçın Hafçı, Alan Yayıncılık, 2012.

0 yorum:

Yorum Gönder