ABD’li bilimkurgu yazarı Frank Herbert, gazetecilik yaptığı 1950’li yıllarda kum tepelerinin kontrol altına alınmasıyla ilgili bir makale yazmaya karar verir. Ufacık kum tanelerinin bir araya gelerek geniş bir çevreyi etkisi altına alacak güce ulaşması, kendi sözleriyle Herbert’ı “büyüler.” Bir süre sonra çöllerin ekosistemini araştırmaya başlayınca, Dune serisini ortaya çıkaracak fikir doğar: Baştan sona kum tepeleriyle kaplı bir gezegen. Çöl Gezegeni Dune. Çölün dayattığı fiziki koşullar üzerinden çevre ve insan arasındaki ilişki hikâyenin dert edindiği en temel mesele olarak karşımıza çıkar.
Birçok din çöllerde, çöllerde göçebe hayatı süren insanlar arasında ortaya çıkmıştır. Şüphesiz bunun bilincinde olan Herbert, ekonomik ve siyasi çıkar çatışmaları üzerinden yaptığı çevre eleştirisini, insanlık tarihi boyunca belki de en fazla manipüle edilmiş din konusuyla birleştirir ve Dune gezegeninin topraklarına bir mesih efsanesinin tohumlarını eker.
Romanın ilk bölümünde, kendisine İmparator tarafından Arrakis’i, yani Dune gezegenini yönetme görevi verilen Dük Leto Atreides, odalığı Jessica ve on beş yaşındaki oğlu Paul’ü alarak, emrindeki adamlarla birlikte çöl gezegenine gelir. Dune, o güne kadar yaklaşık yetmiş yıldır zalim ve açgözlü Harkonnenların yönetiminde kalmıştır.
Dune’un yönetimini yeniden ele geçirmek isteyen Harkonnenlar, kumpas kurarak Dük Leto’yu öldürür. Jessica ve Paul, Harkonnenların elinden kurtulup çölün yerlileri olan Fremenlere katılır. Bene Gesserit okulunun Fremenler arasında yıllardır yaydığı efsane ve kehanetlerin etkisi Paul’ün geleceği görme yeteneğiyle birleşir ve kendisine rağmen dini bir lidere dönüşen Paul mesih rolünü üstlenir.
Harkonnenlar, Dune’a yeniden hükmetmek için her şeyi göze alır. Dahası, tüm hanedanların bağlı olduğu İmparator, Atreides Dükü Leto’yu güçlü bir muhalif olarak gördüğünden ortadan kaldırmak ister. Suyun olmadığı ve devasa kum solucanlarının dolaştığı bir yer nasıl bu kadar vazgeçilmez olur? Topraklarınızdan yaşlanmayı geciktiren ve geleceği göstererek gezegenler arası taşımacılıkta rotanızı belirlemenizi sağlayan bir baharat çıktığını düşünün. Kullanıldıkça bağımlılık yaratan Melanj. İmparatorluk, Hanedanlıklar, uluslararası taşımacılığı elinde tutan Uzay Loncası ve Fremenler arasındaki gerilimli ve kanlı ilişkilerin temelinde bu kaynağa sahip olma dürtüsünün yattığını söyleyebiliriz.
Herbert, Fremenleri yaratırken özellikle Orta Doğu, Afrika ve güneybatı Amerika yerlilerinden beslendiğini ve din-çöl arasındaki ilişkiyi bu sayede derinleştirebildiğini söylüyor. Romanda tüm mücadelenin ve kumpasın tetikleyicisi Melanj baharatı olsa da, Fremenlerin ağırlıkta olduğu bölümlerde baharatın su kadar önemli olmadığını hissediyoruz. Melanjı kazıp çıkarmakta usta olan Fremenler baharatı miktarına aldırmadan tüketirken, su söz konusu olunca gözyaşları harcamaktan bile sakınıyor. Vücut sularını geri kazandıkları damıtıcı-giysiler giyiyorlar ve birini öldürdüklerinde kanını dökmek yerine “suyunu döktüm” diyorlar. Herbert, susuzluğun insanlara yaptırdıklarını ince detaylarla hikâyeye öyle bir eklemliyor ki, 50 yıl önce yazılan bu kitabı okurken küresel ısınma, iklim değişiklikleri ve seller etrafında dönen tartışmalar zihnimizin bir köşesinde sürekli yankılanıyor.
Dune’un seneler öncesinden bugüne seslenebilmesi, yaşamsal kaynakların bilinçsizce kullanılmasına veya kazanç getiren kaynaklar üzerinde siyasi ve ekonomik çıkarların çarpıştırılmasına yönelik eleştiriden kaynaklanmıyor sadece. Herbert, inançların siyasi üstünlük elde etmek için suiistimal edilmesini ve karizmatik dini bir lider yaratılmasını da tehlikeli buluyor:
“Din ile siyaset aynı arabada gittiğinde, sürücüler karşılarında hiçbir şeyin duramayacağını sanır. Dümdüz gider, hızlandıkça hızlanırlar. Engelleri tamamen göz ardı eder, körlemesine gidenlerin uçurumu çok geç fark edeceğini unuturlar.” (kitaptan, sf. 514)
Doğanın ve dinin temelinde yükselen bu hikâyede insanın ve insan aklının en önemli unsur haline görüyoruz. Dune gezegeninde düşünen makinelere ve bilinçli robotlara karşı başlatılan ve neredeyse yüzyıl süren Butleryan Cihadı’ndan sonra, “insan gibi düşünen makineler”in yapılması yasaklanıyor. Hikâyemizde birçok bilimkurgu eserinde görmeye alışık olduğumuz dijital sistemler, robotlar, bilgisayarlar veya siber savaşlar yok. Fakat Herbert insan aklı ve doğa merkezinde ilerleyen hikayesi için çok daha yerinde buluşlar yaratmış: genetik planlama, zihinsel yeteneklerini ve bilinçlerini en üst seviyeye çıkaran mentatlar ve hatta çöl gezegeninin ekolojik özelliklerini değiştirme çalışmaları…
Dune, İthaki Yayınları’nın “Bilimkurgu Klasikleri” dizisinin ilk kitabı. Türe ilgili okurun ve eleştirmenlerin aklına, bilimkurgunun klasiklerini bir dizide toplama fikri nasıl ortaya çıktı, türün klasik eserleri nasıl belirlendi veya belirlenmeye devam edecek, ilk kitap için neden Dune seçildi gibi bazı sorular gelebilir. Bu soruların hepsini, dizinin editörü Alican Saygı Ortanca Dune’a bir sunuş yazarak cevaplamış. Ayrıntılara burada yer ayıramasak da en azından diziye hayat veren fikri söyleyelim: İyi bilimkurgu iyi edebiyattır. Bu dizi, bilimkurgu severleri mutlu edecek; buna şüphe yok. Ama dizinin bilimkurgu üzerine yapılan akademik ve eleştirel çalışmalara da büyük katkı sağlayabileceği gözden kaçırılmamalı. Dizi ilerleyip okurlar ve eleştirmenler kitaplar hakkında yorumlarda bulundukça, Türkçe edebiyat dizgesinde bilimkurgu klasikleri olarak hangi eserlerin kabul görüp görmediği ve bunun nedenleri üzerine araştırmalar yapılabilir. Ayrıca, daha önce çevrilmiş bir eserden bahsediyorsak kitabın mevcut çevirileri karşılaştırılabilir. Titizlikle yapılırsa, böyle bir karşılaştırma Türkiye’de edebiyat çevirilerinde benimsenen stratejiler ve bunların zamana ve koşullara göre nasıl değiştiği hakkında aydınlatıcı olacaktır.
Belirtmeden geçmeyelim; Hugo ve Nebula Ödüllü Dune’la başlayan seri için belirlenen kitaplar bir taraftan basılmaya devam ederken, bir taraftan yeni kitaplar incelenip dizinin yayın listesine eklenecek.
DUNE, Frank Herbert, Çev.: Dost Körpe, İthaki, 2015.
0 yorum:
Yorum Gönder