Ne Okusak Yarar mı? (Yalçın HAFÇI)

Dubravka Ugresiç’in “Okumadığınız İçin Teşekkürler” adlı kitabının ismi tersinleme içeren güçlü bir anlama sahip. Kitabın kapağındaki küçük bir çocuk tarafından çizilmişçesine basit insan figürü bile günümüz insanının egemen ideoloji tarafından çala kalem üretilişinin mizahi bir alegorisi. Standart sapması gitgide düşen bir insan mühendisliği söz konusu çağımızda. Kısaca medya dediğimiz unsursa baş çoban rolünde. Guy Debord’un dediği gibi: “Bu durumda bireysel gerçekliğin ortaya çıkmasına ancak kendisi değilse izin verilir.” Yerel bir olgu değil bu, tüm dünyayı sarmış küresel bir mesele. Merkez üssü ABD olan ve kara deliğe benzeyen küreselleşme; içine aldığı her şeyi kendine dönüştüren bir canavar. Her türlü değeri eğlenceye ve seyre dönüştüren bu büyük yıkımı anlatmaya edebiyat dünyasıyla başlıyor Ugresiç.

Piyasa Koşulları
Son yıllarda her şeyin hacmi büyürken özgül ağırlığı azalıyor. Örneğin bir yıl içinde binlerce kitap çıkıyor ama çoğu, hiç kimsede hiçbir iz bırakmadan yok olup gidiyor. Bir roman çıkıyor, hemen ardından övgü dolu yazılar, röportajlar ve hatta magazinsel reklamlar geliyor. Bir kitabı her şeye iyi geldiğini söyleyen pazarlamacılar gibi satmaya çalışıyorlar. Doğal olarak sıradan okurlar da adını en çok duyduğu yazarın kitabına yöneliyor. “Orwell’ı korkutan kitapları yasaklayacak olanlardı. Huxley’i korkutan şey ise; bir kitabı yasaklamak için hiçbir neden olmaması ihtimali” der, Neil Postman. Çünkü Huxley, egemenlerin, insanları gerçekle ilgilenmeyecek kadar koflaştırılmasından çekiniyordu. Ama günümüzde daha kurnazca bir oyun var. İnsanları eğlendirecek basit kitaplar piyasa mantığıyla bolca basılıyor ki esas edebiyat kitapları okunmasın. Zaten herkesin ilgisine, zevkine beklentisine uygun çok sayıda kitap çıkıyor. Birinin de dediği gibi “ Sanat hiç yapılmadığında değil, çok ve niteliksizce yapıldığında biter”.

Ugresiç, piyasa koşullarında yayınevi-editör, yazar ve okur bağlamında artık eserin değil yazarın sattığı, edebiyatın itibarını yitirdiği sistemi sorguluyor. Avangart tutum sergileyen birkaç yayınevi hariç yayınevleri ve editörlük denen kurum burada kilit bir rol üstleniyor. Piyasa ve yayıncılar yazara da kendi üretim normlarına uymasını dayatıyor. Zamanla yazar sisteme ayak uydurarak leb demeden leblebiyi anlayan işgüzar garsonlar gibi siparişleri yetiştirmeyi öğreniyor. Elbette mutfakta ne pişiyorsa onu servis etmek zorunda! Hatta bu doğrultuda kendini ambalajlaması da elzem oluyor. Bu yüzden Monica Lewinsky’nin anılarının Proust’un toplu eserlerinden katbekat fazla basıldığı bir dünyada yaşıyoruz. Ugresiç şöyle diyor: “Thomas Mann bugün yazmış olsaydı ABD’de kitabını basacak bir yayınevi bulamazdı; ona kitaplarının yeterince seksi olmadığı söylenirdi.”

Dünyaya Sürgün Yazar
Ugresiç, Hırvat kökenli bir yazar ve akademisyen. 1991’de Yugoslavya’nın parçalanmasına yol açan iç savaşa ve milliyetçiliğe karşı sert tavır alması nedeniyle ülkesi Hırvatistan’da “Vatan Haini” ve “Cadı” ilan edilerek hedef haline getirildi. Ülkesini terk edip bir sürgün olarak yaşamına devam etmek zorunda kaldı. Ama bu sürgün hayatını da kendini zenginleştiren bir deneyime dönüştürüyor Ugresiç. 20 yaşındaki mankenlerin bile yazar olduğu bir dünyada kitleselleşmenin Yeni Dünya Düzenin yayılma kültürü olduğunu belirtiyor. Öyle ki basitleştirme yüzeysel haz sayesinde kamusal kültürün yazılı olmayan yarası olmuştur. Zaten Dünya böylesi yazılı olmayan yasalarla yönetilir. Bu noktada Ugresiç, Kundera’nın şu sözünü anımsatıyor: “Dünyada kardeşlik kitschle sağlanacak”. Gerçi kitsch ifadesi pek kullanılmıyor artık. Onun yerine endüstri, eğlence ve keyif sözcükleri almıştır. Bunun yüksek miktarlarda kar getiren ticari boyutuna da değinen Ugresiç kültür emperyalizmine ve kaçınılmaz olarak gösteri toplumuna eğiliyor. Medya yoluyla banalliğin bulaşıcı bir hastalık gibi yayıldığı ve tümüyle ele geçirilen insanın bir oyuncağa dönüştürüldüğü tespitinde bulunuyor. Yüksek kültür de dahil olmak üzere medya dokunduğu her şeyi seviyesizleştiriyor. Önemli bir eser, kişi veya düşünceyle karşılaşsa bile onu hemen aktüelliğe dönüştürerek içini boşaltıyor.

“Kurtuluş” Teslimiyette
Sıradanlık, Yeni Dünyanın yerçekimi olmuştur artık. Katı olan her şeyin, etkisinden daha hızlı buharlaştığı zamanlardır bu. Ugresiç, bu manipülatif muazzam güç karşısında tek direnç noktasının entelektüeller olduğunu belirtse de uzun erimde onların bile piyasanın kanunlarına karşı koyamadıkları söylüyor. Bu konuda kendinden yola çıkarak, bir anlamda teslim olup “kurtulan” yazar ve entelektüellere, yani savaşamayacak kadar aristokrat olanlara ilişkin örnekler veriyor. Eğer sağlam bir karşı ideoloji yoksa, sahiden de egemen anlayışın yinelemelerle, uzlaşımlarla ve idealleştirmelerle kurduğu tuzaklar oldukça kurnazcadır.
Ugresiç, Yugoslav doğumlu olduğu için doğu blokunu ve sonrasında Avrupa ve Amerika’da yaşaması sebebiyle her iki dünyayı da deneyimlemiş bir yazar. Bu kıyaslamalarında son derece ilginç olduğunu belirtmeliyim. Örneğin günümüzde doğu Avrupa’daki pek çok yerdeki grafittilerde “Geri dönün komünistler, biz hepsini affettik!” sloganlarından bahsederken, Yeni Dünya Düzenini Santayana’dan alıntıladığı şu sözle özetliyor “ Amerikalılar çöpü sever. Beni rahatsız eden çöp değil sevgi”.

Ayrıca Ugresiç’in sürgünlük ve sürgündeki yaşamına dair de oldukça çarpıcı anlatımlar ve tespitler mevcut kitapta. Sürgünlüğü evden atılma, ev arama ve eve dönüş üzerine bir peri masalı olarak görürken, “İyi kızlar cennete, kötü kızlar her yere” diyerek sürgünlüğün insana sonsuz bir özgürlük verdiğinden de bahsediyor. Artık anavatan denen yara iyileşse de eve dönmeyeceğini de eklemeyi unutmuyor. Açıkçası en kuytu köşesine dek MTV izlenen bir dünyada, insan her yerde sürgün hissetmez mi kendini? Kanımca bir entelektüel oksijen tüpü olan Ugresiç, kitabındaki adın tersine okunmalı ve O’na teşekkür etmeliyiz.

OKUMADIĞINIZ İÇİN TEŞEKKÜRLER, Dubravka Ugresiç, Çeviri: Gökçe Metin, Ayrıntı Yayınları, 2014.

0 yorum:

Yorum Gönder