Terry Eagleton’un özyaşam öyküsünü anlatmayı denediği bir kitabın adı Kapı Bekçisi. Eagleton kitabında kendisiyle birlikte İrlandalı olmanın, yoksulluğun, Katolikliğin ve her şeye rağmen varolma mücadelesinin sınırlarını ifade eder. Bunu her zamanki gibi trajediden daha ziyade ironiye yatkın diliyle gerçekleştirir. Kapı Bekçisi’nin kaderi Marksist kültüralist ve estet Raymond Williams’la tanıştıklarında çoktan değişmeye başlar... Williams herkese ve her şeye rağmen onlarca entelektüelin yetişmesine nasıl yardımcı olduysa, Eagleton için de aynısını yapar ve öğrencisi Eagleton’ın önünü de açar. Eagleton açılan kapıdan geçer ve zamanla kapı bekçiliğinden kurtulur. Eagleton’ı Eagleton yapan değerler belirginleşmeye başladıkça Williams ile arasındaki entelektüel ilişki iyice eleştirel nitelik kazanır ve her ikisinin de yolu çatallanarak büyür.
Türkiye’de ve özellikle Türkçe yazın alanında Eagleton-Williams ilişkisine benzer örnek neredeyse yoktur. Bu yüzden eleştiri geleneğimizin bazı klişeleri can bezdirici şekilde tekrarlanıp durur. Romancılar, öykücüler, şairler, felsefeciler, sosyologlar, psikologlar, her daldan akademisyenler ve kültür insanları önce eleştiri geleneğimizin zayıflığından dem vurur, sonra dünya yazını karşısında Türkçenin yetersizliğinden ve eleştiri geleneğinin kısırlığından. Ama yine de büyük çoğunluk kuşaklararası eleştirel geleneğin neden oluşturulamadığını, yayınevleri ve dergilerin icazetinden kurtulan bir geleneğin neden yaratılamadığını, tekil örneklerin verimliliklerinin neden sınırlı kaldığını ve özel olarak belirli bir türe odaklanan eleştirmenlerin neden yalnızlaştırıldığını aklının ucuna bile getirmezler. Yine aynı çoğunluk aklının ucuna bile getirmediklerine mukabil olarak, tekil örnekler çevresinde topaklanmış bir grubun edebiyat duyarlılığının ne derece yoksullaştırıcı olduğunu ifade ederek eleştirmenlerin sıtkını sıyırır. Böyle bir sıkıntıyı aşmak için maalesef ne akademiler ne de edebiyat ortamları yeterince cüretkar olamamaktadır. Her şeye karşın Eagleton-Williams ilişkisi, içinde bulunduğumuz koşullar altında ancak akademide kotarılacakmış gibi görünmektedir. Sanırım bu akademide kolektif çalışmaya inanan şimdiki kuşağın omuzlarında gelişecek gibi.
Bütün bunlardan dolayı günümüzde Türkçe edebiyat eleştirisi giderek daha fazla kırılgan ve kendinden menkul başlangıçlara ev sahipliği yapmak durumunda kalmaktadır. Utku Özmakas’ın şiir eleştirisindeki yanlızlığını bu büyük resmin içinde değerlendirmek, Özmakas’a hakkını teslim etmek için önemli görünmektedir. Özmakas’ın son kitabı Şiir için Paralaks (2013), bir önceki kitabı Şiirimizde Milenyum Kuşağı (2008) şiimizin “genç kuşağı”nın nabzına dokunmak çabasında olan şiirimizin “genç eleştirmenin” çalışmaları.
Şiir için Paralaks kitabı “İkinci Yeni’den Günümüze Alternatif Bir Şiir Tarihi” alt başlığını taşımaktadır. Kitap dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm İkinci Yeni’nin önemli şairleri Turgut Uyar’ın, Ece Ayhan’ın, Cemal Süreyya’nın, Edip Cansever’in ve “gencölen” Engin Günçe’nin şiirlerine dair çözümleme ve eleştirel yaklaşımları içermektedir. İkinci bölüm ilk bölümle yanyana okunabilecek bir sonraki şiir evrenine; Enis Akın’ın, Osman Konuk’un, Akif Kurtuluş’un, Necmi Zekâ’nın şiirlerine dair. İlk iki bölümde “ustalığımız acemilik” düsturunun ustalığına ve bu şiirin politik ve felsefi niteliğine dair düşünceler serimlenmektedir. Bu serimlenme bir başka bağlamda İkinci Yeni şiirinin yıllar içinde nasıl farklı öznel bağlamlarla belirli bir yolu katettiğini göstermektedir. Özmakas bu serüveni eksiklik olarak görülenin ayna aracılığıyla keşfi, keşfedilenin sıkıntısı, mutluluk arayışı ve ironik varoluşu, bütün bu duyguların ve düşüncelerin artık süreksizleştirilmesi, rönesans estetiği ile buluşturulması, ne yapmalı diyecek kadar yeniden yorumlanması gibi bağlamlarla değerlendirmektedir. Fakat üçüncü bölüm giderek ustalığımız acemilik düsturunun sarihleştiği ve ustalıktan uzaklaşmanın kökleştiği bir dönemin şairlerini ele almaktadır. Bunlar Murat Menteş, Onur Caymaz, Gonca Özmen, Can Bahadır Yüce, Şeref Bilsel, Cenk Gündoğdu, Serkan Ozan Özağaç, Selahattin Yolgiden, Ercan Yılmaz gibi şairler. Özmakas bu şairleri bir araya getirirken temel olarak onların gelenekle ve güncel gelişmeler ile kurduğu bağı sorgulamaktadır. Ayrıca Yalçın Armağan’ın İmkansız Özerklik kitabını, İkinci Yeni bağlamında ortaya koyduğu tezlerini tartışmaktadır. Özmakas “nostaljiye sıkışan” bu şairlerin kendilerine dair görüleriyle, şiir ödüllerinin kazandırdığı konumları da sorgulamaktadır. Dördüncü bölümde ise tek makale bulunmaktadır, “Büyük T İle”. Özmakas üçüncü bölümde şiirlere ve şairlere yönelik yapmaya çalıştığını, eleştirinin kendisine de yönelterek, şunu tespit etmektedir:
“Kısacası, eleştirinin müdahale etmek olduğunu unuttuk, yeniden hatırlamak zorundayız. Bunu hatırlamamız gereken iki alan var: Birincisi, eleştiriyi araçsallaştırarak ihtiyaç merkezli bir eleştiri anlayışı kurmaya çabalayan ve eleştirinin tırnaklarını törpülüyerek onu evcilleştiren piyasa güdümlü konjonktürün uzamı. İkincisi ise bir yandan eleştiriyi ikinciliğe mahkum ederek bilinenleri onaylayacak bir mühre çeviren, öte yandan ‘şair kartviziti’nin çekiciliğini edebiyatın eşitlik kuran ve müdahale eden gücünün yerine koymaya çabalayan şiirin kendi iç uzamı.” (295)
Özmakas’ın eleştirel yaklaşımı iki şeye meydan okumaktadır: Piyasaya ve güncel şiirin kendisine. Bu meydan okuma Şiir İçin Paralaks bağlamında kısmen gerçekleştirilememiş olsa da oldukça önemli. Belki Özmakas kitabın 2. baskısında özellikle 3. bölümde adını zikrettiği şairlerin şiirlerine dair de makaleler yazarak, bu eksikliği giderir. Özmakas’ın kitabı genel olarak şiir ve edebiyat eleştirisi ile ilgilenenlerin okuması gereken bir eser.
0 yorum:
Yorum Gönder