O tempora! O mores! (Çağhan KIZIL)

Çiçero, Eski Roma’da bir duruşmanın açılışındaki konuşmasında, dönemin değer yargılarından ve yozlaşmadan bahsederken şu sözleri kullanır: “O tempora, o mores! (Ey zamanlar, ey gelenekler!)” ve ekler: “Ne kadar kural ve düzen varsa, o kadar az adalet vardır”. Bu konuşma, etkileyici hatibin Roma imparatoruyla yakın bağını nasıl etkilemiştir bilinmez ancak kurallar ve zamanın ilişkisini, hatta zamanı sabitleyen status quo’ya karşı değişimin gerekliliğini vurgulaması açısından tarihe not düşmüştür denebilir. Zaman ve değişim kavramları, üzerinde sıkça fikir yürütülen kavramlardandır. Aristoteles’e göre zaman, değişimin ve hareketin ölçüsüdür. Nerede önceki duruma göre bir değişim varsa, zaman bu değişimin nedensel yürütücüsüdür. Heidegger, bir yolda yürümeden o yolun doğru olup olmadığını anlayamayacağımız gibi, zaman da doğrusal değildir der; aslında zamanlar henüz başlamamış bile olabilir.

Zamanın gerçekten de döngüsel bir geçişi vardır. Antik Yunan’da Titan tanrısı Kronos’un, evrenin simgesi olan kozmik yumurtayı sarmalayıp onu belirli bir düzen içindeki dünyadan, denizden ve gökyüzünden ayırmasının nedeni, yaşanan zamanın yalnızca bir görüntü olduğu, bu zamanın ve gördüğümüz herşeyin değişeceğine inanması olarak bilinir. Kendi hükümdarlığının biteceğinden ve yeni bir düzen kurulacağından korktuğu için Kronos, her doğan oğlunu yemektedir. Fakat kurtulan bir tanesi, Zeus, Titan hanedanlığının yerine gücü Olimpos’a geçirip zamanı değiştirebilmiştir – ta ki Prometheus ölümsüzlük ateşini çalıp tüm insanlığa armağan edene kadar. Zamanın Sonu Üstüne Söyleşiler, Jean Delumeau ile tarih, Stephen Jay Gould ile biyoloji, Umberto Eco ile edebiyat ve Jean-Claude Carrière ile sanat kuramı açısından, zaman ve değişim kavramları üzerine yapıcı anlamda sorunşallaştırmayı körükleyen bir söyleşi dizisinden oluşuyor. Ayrıca bu kitap değişim ve zaman tartışmalarına farklı bakış açıları sunarken okuyucuyu değişim-saplantı ikileminin insan aklındaki yolculuğu hakkında düşünmeye ve evrimi anlamaya sevk ediyor.

Seküler bir kıyamete karşı evrim

Özellikle dini öğretilerde zamanın bir an sonra ereceği ve kıyamet gününün geleceği üzerine savlar çokça bulunur. Ahir zamanlar fikri, dinin topluma etki etmesinde de şüphesiz önemli rol oynamıştır. Zamanın döngüsel bir anlayışla ele alındığı Antik Yunan ve Doğu felsefelerindekinin aksine, monoteist inançlarda zaman doğrusaldır. Başlangıcı ve bitişi, tanrının düzenlediği önemli olaylarla belirlenen bir süreç olarak algılanır. Bu nedenle mütemadiyen gezegenimizde kıyametin geldiği üzerine teoriler ortaya çıkar; örneğin, 1999’daki güneş tutulması, 2000 yılının başlangıcı, 2012’de Maya takviminin bitmesi gibi “matematiksel” olaylar tanrısallaştırılma eğilimi içindedir. Bu elbette bir yandan popüler bir gündem yaratmaya yatkın olan insanlığın magazinel doyumsuzluğunu besleme amaçlı olsa bile bir yandan da aklın özgürleşemediği çarpık bir sekülerizmin sefaletinden kaynaklanmaktadır.

Umberto Eco’ya göre bugün zamanın sonu teorileri dinsel bir algıdan çok seküler dünyanın sosyal kontrol aracı haline gelmiştir. Artık günümüzde dünyanın sonunun, Gülün Adı romanındaki William’ın baş rahip Abbonne ile tartışmasında betimlediği alametler ile gerçekleşeceğini düşünenlerin sayısı azalmış bile olsa, sekülerizm algısında zamanların sonu kavramı meditatif bir otantizmin dayanağı olarak kültleşmeye devam etmektedir. Bunun ötesinde, politik zeminde başat yönelim olan neoliberal devlet teorilerinin ve post-modern toplum tezlerinin, siyaset alanındaki zamanı çoktan bitirdiğine tanık oluyoruz. Huntington, Medeniyetler Çatışması kitabında zamanın bittiği, ideolojilerin bittiği, artık politik düzlemin bu şekliyle emek sermaye çelişkileri alanında değil de kimlik ve kültürlerin belirlenimleyiciliğinde devam edeceğini yazmaktadır. Yani onlara göre sınıflar ortadan kalkmıştır, sınıf mücadeleleri bitmiştir, ezen ezilen değil, artık kültürleri uyan ve uymayanlar vardır. Herkes olduğu yerde bulunduğu toplumsal statüde bulunmayı hak ettiği için oradadır. Bir başka deyişle, onlara göre mistik bir tanrıcılık sosuna bulanmış sosyal Darwinizm’dir artık yaşamlarımızı belirleyen güç.

İşte tam da bu dönemde insanların genetik profillerinin çıkartılmasının ve bunların kataloglanmasının tartışılması tesadüf değildir. Genom dizisinin belirlenebilmesiyle insanların suç, başarı, toplumsal ilişkileri gibi esasen genetik yapıyla değil ama çevre etkisiyle biçimlenen karakterlerinin belli DNA özellikleriyle ilişkilendirilmesi, en temelde modern Nazizm olarak adlandırılabilir. İnsanların genetik yapılarının belirlenmesi ve bunlara göre sınıflandırılması, George Orwell’in 1984 romanındaki gibi distopik ve “sınıflandırılmış” bir insanlık yaratır mı bilinmez ama liberal öjenik yönelimini başarıyla karikatürize eden Gattaca filmindeki genetik ayrımcılık pratiklerinin şimdiden yavaş yavaş yaşama geçirildiğini görebilmekteyiz. Zira işin ilginç yanı, bu uygulamaların daha çok liberal-muhafazakar ittifaktan gelmesi. Malumdur, bu ittifakın din ile kategorik olarak sorunları olmamakla birlikte, yaşamın her ne kadar seküler bir şekilde yürümesi gerektiğini düşünseler de siyasi ve kamusal alanda dinden alınan referanslarla politik bir çizgi çizmeyi de ihmal etmeyen bir duruş sergilerler. Evrim ya da herhangi bir anlamda düzenlenemez bir gelecek referansı hakkında bu politik duruşun katı bir reddetme pozisyonu vardır. Onlara göre örneğin evrim yoktur, çünkü insanlık ve tüm doğa, olması gereken ve mükemmel bir şekilde yaratılmıştır. Yani evrim yoktur, çünkü biyolojik anlamda yaratılıştan beri zaten zamanın sonu gelmiştir. Bu görüşün en temel toplumsal pratiği, tevekkülü öğütleyen, başımıza gelen herşeyin tanrıdan geldiğine ve şükredilmesi gerektiğine inanan “vatandaşları” yaratmaya çalışması ve bunda da başarılı olmasıdır. Bu anlayışa göre yaşadığımız an aslında baştan sona yaratılmış bir kesit anıdır ve onun yapısallığı, değişmeye imkan tanımaz. Ancak biliyoruz ki Herakleitos haklıdır: değişmeyen tek şey değişimdir!

Zamanların sonu üstüne söyleşiler

Evrim kavramı, sadece biyolojide sınırlı kalan bir kavram değildir. Yaşamın felsefi ve materyalist okuyuşu için, doğanın devinimi ve canlılığın yeryüzünde yarattığı gerçek cenneti için, kutsal olanın doğada olduğunu anlatması açısından ve yaşamın tüm alanlarında varoluşsal bir perspektif sunabildiği oranda geçerliliğini kanıtlamaktadır. Zira ne zamanın sonu gelmiştir ne de durağan bir evrenin kuklalarıdır yaşamlarımız. Zamanın Sonu Üstüne Söyleşiler, bu anlamda soyut zaman kavramının somut ilişkilerimizdeki yansımasına farklı uzmanlık alanlarından bakan, okunması hem eğlenceli hem de zihin açıcı bir kitap. Editörünün İngilizce baskısına önsözünde belirttiği gibi bu kitap, akılcılık, berraklık, aklın özgürleşmesi, sorumluluk ve mizah ile ilgili bir metin bütünü.

Zamanların Sonu Üstüne Söyleşiler, Hint mitolojisindeki Kali Yuga’nın çembersel zaman algısının evrimsel niteliğinden bağışlanma üzerine kurulu öte-yaşam kavramına, matematikte sıfırın batıya geç gelmesinin milenyum kavramını nasıl etkilediğinden siberuzay tarikatlarına kadar çeşitli konularda ilginç bakış açıları sunuyor. Örneğin, Gould, tarihin sonu tezini savunan muhafazakarlığa karşı evrim kavramını sadece geleceğe referans vererek anlatmak yerine geçmişle ilişkilendiriyor. Aslında zamanın sonunun birçok kez gerçekleştiği fikrini ortaya atan Gould, bu bitişin dünya üzerinde yaşanan büyük felaketler sonucunda canlıların büyük çoğunluğunun yok olması koşulları olduğunu söylüyor. Dinozorların yok olması, küresel buzul çağlarında birçok canlının soyunun tükenmesi ve aslında iklim koşullarının etkisiyle insanın ortaya çıkması bir dönemin sonlanması ve diğerinin başlamasına işaret ettiği ölçüde zamanın sonunu haber veriyor. Fakat ekliyor: ancak yaşam hala devam ediyor! Dolayısıyla, evrim kavramını, doğrusal olmayan bir seyir izleyen aşamalı rastlantısallıkların bütünü olarak kavrayıp, tam da bu anlamıyla aslında muhafazakar bakış açıları gibi zamanı bitirmeye endekslenen negatif bir sosyal psikolojiye değil, onu bitirenlere inat yeniden başlatmayı amaçlayan pozitif bir algılayışa denk düşürmek gerekmektedir. Benzer bir şekilde, tarihçi Delumeau, tarihin sonu söylemlerinin yaratılışçı bir tarih anlayışından kaynaklandığını düşünmektedir. Bu anlayışa göre zamanın bitişi aslında tarihin bitişidir; ebedi bir başka alana açılan zaman dilimi olarak dünyevi yaşam sonladığında, yeryüzünün yaratılışı anlam kazanacak ve “sınav”ın nihai hedefi gerçekleşmeye başlayacaktır. Oyun yazarı Carrière’e göre muhafazakarlaşmayı ve zamanın sonu inancını besleyen belki de zamanın en temel üç halinin (geçmiş, şimdi ve gelecek) detaylandırılmasında kullanılan gramer çekimlerinin artık kullanılmıyor olmasıdır. Carrière özellikle gelecekteki geçmiş zaman kipinin kullanımına dair bir bakış açısı sergiliyor. Ona göre insanlar artık birşeylerin yapılmış olacağından bahsetmiyorlar. Çünkü artık insanlar gelecek zamanda referans verilen bir anda başka şeylerin gerçekleşmiş olacağını düşünmezken, çeşitli güdülerce belirlenen sabit bir gelecek tanımı yapıyorlar. Bu durum, düşünüldüğünde esasen post-modernizmin çarpık bir şekilde tanımladığı ve dikte ettiği zamanın sonu nosyonunun bir yansıması olarak gelişmektedir. Kişilerin yanılsadıkları şudur: kendi kafalarında yarattıkları zaman dilimlerinin ötesinde, o zaman diliminde gerçekleşen olaya göre biçim alacak başka olaylar olacaktır. Dolayısıyla da yaşam kaderci değil büyük oranda rastlantısal ya da Heisenberg’in belirsizlik kuralına uygun olarak kaosun getirdiği bir düzen içinde işlemektedir. Bu gereklilik, evrim kavramının yaşam felsefesi haline gelmesinin ne kadar önemli olduğu gerçeğini bir kez daha ortaya çıkartmaktadır.

Evrim kavramı, baktığımız noktaya göre farklı parametreler barındırmaktadır. Örneğin doğanın evrimini düşündüğümüzde, evrim kuramı sınırları olmayan ve sürekli bir değişimden bahsederken, Gould’un kinaye ile betimlediği birden fazla zamanın sonu deneyiminin getirdiği diyalektik yenilenmeyi içinde barındırır. Toplumların sosyolojik evriminden bahsedersek bu sefer zaman dediğimiz kavram yine sonu olmayan ve devinimsel bir anlam içerir. Aynı konularda muhafazakar yaratılışçı görüş ise doğanın zamanının zaten bittiğini ve statik bir yaratılış olduğunu savunurken toplumların evrimini de tarihin sonu tezleriyle çoktan post-modern bir bilinemezciliğe hapsetmiş görünüyor. Bu yüzeysel karşılaştırma bile göstermektedir ki evrim bir yaşam tarzıdır.

Tek tanrılı dinlerin kötülük, acı, eşitlik konularındaki tutarsızlıkları; bilinemzci ve mistik toplum anlayışları, doğruyu ve iyiyi bencil bir ödül olarak zamanın ötesindeki bir duruma havale etmelerinin karşısında yaşadığımız evrenin sürekli değişmiş, değişiyor ve değişecek olduğunu savunan ve yaşamın doğrusal olmayan bir zaman aralığındaki deviniminin esas olduğuna inanıp sürekliliğe dayanan bakış açısını savunmak, tarihi ve doğayı yerli yerine koymak anlamına gelmektedir. Herşeyin ötesinde, hangimiz anılarımızda kalan ve bizi biz yapan o güzel zamanların sonunu isteriz ki? Şairin dediği gibi: ne geçmiş tükenmiştir ne de yarınlar; çünkü hayat bizi yeniler...

Zamanın Sonu Üstüne Söyleşiler, Jean Delumeau, Jean-Claude Carriere, Stephen Jay Gould, Umberto Eco. Yapı Kredi Yayınları


0 yorum:

Yorum Gönder