İlaç Değil Zehir (Yalçın HAFÇI)

Lise yıllarımda gecenin geç saatlerine kadar kitap okurdum. Toy bir çocuktum ve benim için okumadığım her kitap yaşanmamış bir hayat demekti. Annem, tehlikeli şeyler okuduğumu düşünerek, bazen odamın kapısından başını uzatarak kaygılı bakışlarla uyumamı söylerdi. Tamam, derdim ama kitabı da elimden bırakamazdım. Yine öyle bir anda, Malroux’nun şöyle bir cümlesini okumuş ve nefesim kesilmişti: “Yaşamak istemediğim bir hayat için ölüyorum”. İyi kitaplar uykumu kaçırırdı. O kitabın ismi ise Umut’tu. Yani geçtiğimiz yüzyılı tanımlayan bir kelime...

Alex Preston’ın Bu Kanayan Şehir’ini okurken, o kapitalist dünyanın boş hayeller kurdurtan, borsa haberlerine endekslenmiş umutlarından her bahsedişinde, aklıma Malroux’unun Umut’undaki o cümle geldi sürekli. Sözcüklerin ve kavramların ne denli aşınıp kirlendiğini düşündüm. Zaten roman da bir biçimde bunu konu ediniyor. Preston, İngiliz finans piyasasında geçirdiği yıllardan esinlenerek yazmış bu romanı. Birçok yazarda olduğu gibi, ilk romanında kendi yaşamını odak noktasına almış. Hem kapitalizmi hem de ona inanmış genç bir insanın sorgulanması, temel izleklerden biri olarak öne çıkıyor. Bu, yaşamda yalnızca kendimizi imha ederek yeniden doğmamızın mümkün olacağı gerçeğini bir kez daha hatırlattı bana. O yüzden böylesi terapi türü metinlerde tedavi ilaç değil de ancak zehirle olabilir. Bir anlamda Antik Yunan eserlerindeki trajedilerden sonra gelen Katarsis, yani arınmaya benzer bir durum bu ve aşmadan yazılamayacak veya yazılmadan aşılamayacak bir mesele. Ama romanın baş kişisi ne kadar arzulasa da bu zehri bir türlü içmeye cesaret edemez.

İlk eser olması nedeniyle kimi zaafları bünyesinde barındırmasına rağmen çarpıcı metaforları, güçlü gözlemleri ve yalın anlatımıyla kolay okunan bir roman Bu Kanayan Şehir. Ama üzerinde düşünülmesi gereken bir metin. Çünkü yazarın derdi, hayatta nasıl bir yol seçeceğini kara kara düşünmeye başlayan pek çok gencin yaşadıklarını anlatabilmek. Herkes yaşam diye kendisine dayatılan bu yolu yürümenin rahatsızlığını şu veya bu derecede hissediyor. Ezberlenmiş bir ana yol var; lise, üniversite, iyi bir iş, evlilik, çocuk diye uzayan. Çoğu kendini bile keşfedemeden omuzlarına yüklenen bu yükün altında kalabiliyor. Yolun sonunda mutluluk vaat ediliyor. Oysa güçleri bu yolun sonuna varmaya yetenler için bile sonunda miskin bir huzur ve can sıkıntısından başka bir şey yok... Sonuçta gençlik ne zaman başlayıp ne zaman bittiği belli olmayan tuhaf bir çağdır. Yakalananlardan çok kaçırılan fırsatlar belirler yaşam çizgisini, farkındalıklardan çok yanılsamalar etkili olabilir... İşte bu roman bunlar üzerine düşünme imkanı sunuyor okuruna. Pek çok insanın sahip olduklarıyla yetinmeyerek kariyerine ve kredi kartına odaklanararak yaşadığını, bunun topluca bir göç olduğunu çağrıştırıyor bize. Tıpkı tarihteki kavimler göçünün birçok uygarlık kurması gibi, modern kapitalizm de kendi içinde habis duygulardan yeni dünyalar yaratıyor. Ama aslında bu göç, insanların eski yurtlarını çok özleyeceği bir sürgün gibi geliyor bana.



Kötü Bir Tanrı

Romanın başkahramanı Charlie; üniversiteden yeni mezun olmuş, gözü yukarılarda olan kapitalizmin kulağına fısıldadığı zenginlik masallarına kanmış, hırslı bir gençtir. Yazarlık hayallerine ihanet ederek büyük bir finans şirketinde çalışmaya başlar. Onun bu yolu seçmesinde, bir buluşup bir ayrıldıkları hayatının aşkı Vero’ya arzuladığı ihtişamlı hayatı sunma isteği de etkili olmuştur. Hesap çizelgelerinde, fon piyasasında canı çıkasıya kadar çalışmaya kaptırır kendini. Bu piyasada yazısız bir sözleşme vardır aslında. Sen yirmili yaşlarını, yani bir daha bulamayacağın hayatının en güzel yıllarını onlara verirken, onlar da sonraki yaşlarında sana rahat ve zengin bir hayat taahhüdünde bulunmaktadır. Böylece dört duvar arasında uzayıp giden stresli çalışma saatlerinin, dinmek bilmeyen bir açlığın ve bir anda milyonların kazanılıp kaybedildiği gözü dönmüş bir hırsın dünyasında bulur kendini Charlie. Gergin ve tansiyonu yüksek bir yaşamdır bu. Bunlarda baş edebilmek için haplara, alkole, uyuşturucuya batar zamanla. Gitgide yalnızlaşmıştır ve üniversitedeki sıkı dostluklar bile rastlantılara kalmıştır. Yine de tek umudu uyuşturucu gibi bağlandığı işidir, hayalleri ise daima maaşından daha hızlı büyür ve birden kapitalizm 1930 buhranından sonraki en büyük krizini yaşama başlar. Bir koyundan kırk post çıkarmaya çalışan finans dünyasının parıltısı sönmeye başlar gözünde. Sistemin peygamberleri her şey güzel olacak masallarına devam etse de kriz büyük iflaslarla derinleşir. Borsacılar arasında başlayan ihtihar vakaları şehrin tümüne yayılmaya başlar. Charlie, bataklık gibi içine gömüldüğü bu dünyadan kendini kurtarmaya çalışır. Bir ara bunu başarır gibi görünse de, iyi bir köle sandığı para, kötü bir tanrı gibi onu yönetmeye devam eder.

Romanın ana öyküsünü tetikleyen öbür damar ise aşktır. Charlie, onun yakın arkadaşı Henry, ikisinin de âşık olduğu Vero ve sokaklarda işsiz güçsüz bir gruba katılarak kurulu bir yaşam düzenin bir zamanlar için redden Jo arasında yaşanan sevdiğim başka sevenim başka halleri... Romanda söz konusu olan karakterlerin ve tiplerin hemen hepsi, çok şey vaad edip de hiçbir şey vermeyen sistemin sersemletici tokatlarını yiyerek tökezlemiş, hayatlarının bir döneminde dibe batmış marazlı bir yapıya sahipler. Herkesin marazı kendi öyküsü gibi görünse de birbirine karışan tek öykü var aslında. Sonunda dünyanın kaç bucak olduğunu anlayarak kendilerini avutacak bir şeylere sığınmışlar, hepsinin bir Aşil topuğu var neticede. Gerçekle mutsuz olmaktansa yalanla huzurlu olmayı seçmişler. Çünkü kapitalizme duyulan aşk gibi birbirlerine duydukları aşk da karşılıksız çıkar. Böylece en büyük trajedileri, trajedilerinin ne olduğunu bilememek olur.

Sahte bir iyimserliğe karşı sinist bir biçimde mutlu bir son yok romanda. Charlie’nin gözleri bir kriz korkusuyla borsa bantlarında takılı kalıyor... Malraux’nun bahsettiği umutla Charlie’nin gözlerindeki umut aynı umut değil. Kaybedilen sadece bir kelime değil elbette. Fakat umutsuz değilim. Hani şu olacağı söyleyen büyük Marmara depremi gibi, kapitalizm de kendi depremini bekliyor kanımca.

BU KANAYAN ŞEHİR, Alex Preston, Çev. Ilgın Yıldız, Final Kültür Sanat Yayınları, 2013.

0 yorum:

Yorum Gönder