Özgür Çakır’ın ilk kitabı Yükşehir’de on iki öykü yer alıyor. Sıcak, canlı bir anlatımı var Çakır’ın. Sokağı, duyarsızlıklarla örülü gündelik yaşamın akışı içinde göre göre yabancılaştığımız insanlık hallerini, erkek olma durumunu, daha çok erkek öykü kahramanlarının gözünden anlatıyor. Yalın, bilindik olaylar sanki onu öykü kurmaya iten. Nahif bir yazıgözüyle yaşamdan toplanmış ayrıntılarla örülü öyküler, kırılma ânlarını ustalıkla yakalamayı başarıyor. “Tarihin öznesi salıncakta, kaldırımda, otobüs durağında, bazıları hafta sonları eylemde ve hafta içleri süpermarket indiriminde.” diyor örneğin. Bir cümlede, ironik bir anlatımla hiç de yabancısı olmadığımız durumları, yanı başımızda yaşayan sıkışmış insanları, bizi anlatıyor aslında. Kahramanların kimi eğitimli olmasına rağmen iş bulamamış nohut- pilav satan beyaz yakalı, kimi varoluş sıkıntısıyla içli kırılmalar yaşayan modern dünya yitikleri. Sayfalar arasında gezinirken ülkenin yakın güncel tarihini; Haydarpaşa Garı’nda çıkan yangını, Gölcük depremini anımsıyorsunuz. Yaşadığı ülkenin politik evreninden etkilenen, bu duruma kafa yoran bir yazar var karşımızda belli. Dünyalı olamasa, kendini hiçbir şeyin sahibi gibi görmese de haksızlık ve eşitsizlik karşısında sağlam reflekslere sahip bir kalp var sanki öykülerin arkasında.
Kitaptaki etkileyici öykülerden Artçı ‘da depremin ardından çadır kentte yaşayan bir boya ustasının hikâyesine ortak ediliyor okur. Karısı ve tek çocuğuyla yaşadığı çadır kentte, karlı bir mart ayazında, anlatıcının çadırdan çıkışıyla başlayan öykü, depremzedeler için buluşma noktası haline gelen kasaba kahvesinde sürüyor. Çakır’ın erkek kahramanları sert kabuklarının altında içli bir çocuk taşır gibiler. Bıçkın, gururlu ama iyilik dolular. İncelik yüklü kimi davranışları, kırılmaları ve sözleriyle yaşama bağlılıklarını alttan alta sezdiriyorlar sanki okura. Zira Artçı adlı öyküdeki kahraman çadır kentten kahveye kadar süren yolda, ağlar gibi havlayan bir yavru köpek sesi duyduğunda adımları giderek yavaşlıyor. Aklında bir yandan yarışta koşacak atların adlarını sıralar, içinde bulunduğu durumdan kendince çıkış yolları ararken, adı Beyaz olan yavru köpeğin öyküye girişiyle artık eskide kalmış, huzurlu günleri içi burkularak anımsıyor. Bu incelikli geçiş hikâyenin akışı içinde bilinçli bir tercih olmakla birlikte, kaleme yön veren yazarın bile derinlerinde saklı, sindirilmiş bir itkinin dışa vurumu sanki. Yalnızca öykü kahramanının değil yazarın da izini taşıyor bu onarıcı tercih desem abartmış olur muyum acaba? Öyküde yer alan karakterler arasında maddi durumu diğerlerinden daha iyi ama cimri olduğunu anladığımız yaşlı adamın kahvedeki yakınmalarına anında, sert cevap veren anlatıcı eski filmlerden kalma bir delikanlılık algısıyla çizilmiş sanki. Yavru köpeğe karşı şefkat doluyken, cimri adama karşı kızgın, tahammülsüz. Artçı ’da boyacı ustası Rıza ve Tahsin’in iç içe geçmiş yaralayıcı hikâyesine ortak olurken bu hüzünlü öyküde az da olsa iyimser olmamızı sağlayan yavru köpek öykü boyunca okura eşlik ediyor. Aslına bakarsanız bir başka yerde duysanız klişe diyeceğiniz kimi olaylar etkileyici bir dizge ve içli bir anlatımla sarsıcı öykülere dönüşüyor. Çakır’ın elinde.
Yükşehir’de, erkek dünyasına özgü benzetmeler-içerisi asker koğuşu gibi kokuyor-Ali hedefine kitlenmiş sperm gibi…- erkeklik kültürüne özgü durumlar; iddia oyunları, futbol, at yarışı- öykülerin olağan bir parçasına dönüştürüyor. Yerli yerinde diyaloglar, anlatılmak istenen meseleleri daha da etkileyici kılarken, kitaptaki en zorlama öykü ayrıntısının Arife Günü adlı öyküdeki OSYDHOGY kısaltması olduğunu söylemeliyim. Etkili bir girişle başlayan öykü okurun ilgisini diri tutmak, öyküye derinlik katmak için atılan çengellerin bir kısmının -okur yok sayılarak- boşa çıkarılmasıyla etkileyiciliğini yitiriyor. Örneğin, öyküde yukarıda söz ettiğim kısaltmayla karşılaştığında hemen anlayıveriyor okur aynı ayrıntıyla tekrar karşılaşacağını. İlerleyen bölümlerde bu kısaltmanın öykü anlatıcısının satın aldığı CD’nin üzerinde de yazıyor olduğunun okura hatırlatılması yetmiyor bir de CD satıcısının “O değil albümün üzerindeki bu harfler hangi manaya geliyor onu kimse çözemedi” cümlesiyle iyiden iyiye okurun gözüne sokularak başta atılan çengel boşa çıkarılıyor.
Sel Yayınları’nın bastığı Yükşehir’in editörlüğünü Murat Uyurkulak ve Öykü Özçinik yapmış. Son dönemde büyük yayınevlerinin ilk kitabını yayınlayan öykücülere yer açması sevindirici. Dünyanın bir cinnetin eşiğinde dolanıp durduğu bu kötü günlerde, üzerimize masum insan ve çocuk cesetleri yağarken edebiyat umut etmenin, insanı anlamanın, yaşama sahip çıkma becerisini yitirmemenin alçak gönüllü bir yolu oluveriyor. Şehirlerin hepimizin sırtında ağır bir yük olduğu modern dünyada Yükşehir iç burkan hikâyelerin arasına saçılmış içten insanlık halleri ve iyimserlik pırıltılarıyla okurun içine dokunmaya aday. Daha ilk kitapta bizi kendine bağlamayı başaran Özgür Çakır’ın yeni öykülerini sabırsızlıkla bekleyeceğiz.
YÜKŞEHİR, Özgür Çakır, Sel Yayınları, 2015
0 yorum:
Yorum Gönder