Leyla Erbil ve Mektuplar (Şükrü KELEŞ)

Mektup formu monolog metin olarak kabul edilebilir ve kimi özellikleri nedeniyle edebi nitelik taşıyabilir. Habermas, mektup roman biçiminde verilen eserlerin 18. yy.’da ağırlık kazandığını söyler. Choderlos De Laclos’un “Tehlikeli İlişkiler”i dönemin (1782) öne çıkan mektup roman biçiminde yazılmış kitaplarından biridir sözgelimi. Kimi edebiyat tarihçilerine göre mektup roman formunda yazılmış eserlerin ilk yayınlamalarının izi bu tarihten birkaç yüzyıl öncesine dek sürülebilir. Çağdaş edebiyatta Yourcenar’ın “Alexis ya da Beyhude Mücadelenin Kitabı”nı, John Berger’in “A’dan X’e Mektupları”nı düşünün. Bu kitaplar, mektup roman türünün en iyi örnekleri arasındadır. Leyla Erbil’in “Mektup Aşkları” benzer bir övgüyü hak eder, edebiyatımızın bu türde verilmiş yetkin kitaplarından biridir.

Temel soru şu: Mektup roman formunda yazılı eserleri edebi açıdan değerli kılan nedir?
Biraz açalım. Leyla Erbil kitaplarını ve özellikle de Mektup Aşkları’nı odağa taşıdığımızda onun yazısını değerli kılan unsurları belirlemek güç. Erbil hakkında söz alırken toplumsal yaşamdaki dengesizliklere, birçoğu sinir bozucu kendinden menkul değer yargılarına, ahlâk kurallarının içine sıkışıp kalmış karakterlerinin varoluş çabalarına, kadın erkek ilişkilerinde ağırlıklı olarak hissedilen cinsel sorunlara, iletişememe durumlarına değinmeden geçiştirmek düşünülemez. Leyla Erbil, Mektup Aşkları’nda birbirinden farklı yaşam formlarını deneyimleyen karakterlerin yaşamı nasıl algıladıklarını ve diğer insanlarla ilişkilerindeki açmazlarını monolog metinlere yaslanarak yazar. Erbil, toplumda verili olandan rahatsızlık duyan ve birbirlerine mektup yazan arkadaşların, sevgililerin kendilerine özgü biricik seslerini duyurur bu kitapta. Erbil yazısını değerli kılan kahramanlarının yaşadığı cesaretsizliği, aşksızlığı, kendini bir türlü değiştirememenin sancısını duyurabilmesinden gelir. Mektup Aşkları’nı okurken yoğun bir rahatsızlık duygusunun içimizde kıpırdadığını hissederiz. Kurgudaki gerçeklik o kadar tanıdıktır ki kahramanların yaşadığı rahatsızlık okurda yankısını bulur. Karakterlerin kendi hayatları hakkında karar verememeleri, belirledikleri eylem planları, çizdikleri yol haritalarında hep bir duygusal gerilim hissedilir. Erbil’in mektuplarında gerilimin kıvrılıp uyuduğu yer toplumun ta kendisidir. Sistem işlemeye devam ededursun Erbil’in keskin zekâsına, tespitlerine, nüktedan kalemine, hatta kurgusal zekâsına çekilir, kurgusal mektuplarında ona bir kez daha vuruluruz. 

Yukarıda sorduğumuz soruyu yanıtlamaya çalışırken hangi metinlerin bu bağlamda değerlendirilebileceği sorusunu sormak gerekir ki, işte tam da burada, mektup formunun edebiyat için açtığı olanaklar üzerine düşünmeye devam edebilelim. Eğer temel amaç mektup roman biçiminde yazılı bir esere edebi açıdan değerini teslim etmekse kimi sınırlar belirlemek türün gelişimi açısından yaşamsal önemdedir. Mektup romanda yazar, kurmaca yaratıcısıdır. Mektup Aşkları’nda Erbil, birbirini öğrencilik yıllarında tanımış, her biri başka ülkede, başka şehirde yaşayan kadınların ve bu kadınlarla ilişkilenen adamların iç dökmeleri üzerine çatar kitabını. Kitaptaki hiçbir mektup, yaşayan ya da ölü bir kişiyi doğrudan işaret etmez. Mektup yazan ya da mektup yazılan kişilerle ortak bir yaşamı, deyişi paylaşmanız olasıdır. Kurmaca bir hayaldir, evet ama kurmaca bir o kadar da gerçekçidir ki Erbil’in yazısında isimleri değiştirdiğimizde mektuplardan birini yazmış ya da bize yazılmış olduğunu düşünebiliriz.

Diğer taraftan kurgulanmamış mektupların edebi niteliğinden ziyade bir tür belge niteliğinde olduğu söylenebilir. Mektup formundaki bir belgenin içeriği, yazıldığı döneme ilişkin bilgiler içerebilir, evet. Politik atmosfer, toplum yaşantısı, mektup yazarının yazarken amaçlamadığı ama bir biçimde yazıya sinmiş olan birçok detay, mektupların arka fonunda kendine yer bulabilir. Bir araştırıcı arka fonu yorumlayıp kimi çıkarımlarda bulunabilir. Sanki, artık, burası tarihçilerin araştırma alanına girer ve sözü daha çok uzatmadan işi ehline bırakmak daha yerinde olur.

Unutulmamalıdır ki, belge niteliği taşıyan bir yazının/mektubun kimi durumlarda mektup yazarının sadece mektup yazdığı kişiyle söyleşiyor oluşu mektubu “mahremiyet” alanına çeker. Bir adın altında yıllarca kurmaca eserler vermiş olan yazarların ölümünden sonra okurla buluşan “özel” mektuplarına özenle yaklaşılması beklenir. Mahremiyet, birinin kendisiyle diğer insanlar arasına bir sınır koymasını gerekli kıldığından sır ve gizlilik gibi kavramlardan bağımsız düşünülemez. Mahremiyetin sınırlarının çoğu zaman belirsizliği, kişiye özel ve başkalarınca bilinmemesi gereken durumları içerir. Mahremiyetin ihlali toplumsal-kültürel yozlaşmayla yakından ilişkilidir. Sözgelimi bir yazarın “aşk” mektuplarının yayınlanmasının sorumluluğunu, bir başka ifadeyle yazarı okuru karşısında çıplak bırakmanın sorumluluğunu kim üstlenebilir? Hayatta olan ve kendi özerkliği içinde karar alan yazarlardan söz etmiyorum. Artık yaşamayan, yaşadığı dönem içinde yazdığı mektupları bir gün yayınlatmayı dahi düşünmeyen/düşünemeyen yazarların mektuplarını yayınlamanın oldukça “cesur” bir hareket olduğunu düşünüyorum. Yazarın değerler evrenini yakından bilen birinin ‘yaşasaydı şöyle yapar, böyle ederdi’ diyebilen birinin dâhi argümanlarına kuşkuyla yaklaşılması gerektiğine inanıyorum. Bu nedenle artık kendi hayatı hakkında karar veremeyecek, ölmüş olan yazarların rızasının dışında yayınlanan -özel- mektuplarının “yazara saygısızlık”ı çağrıştıran bir yanı var. İnsana saygısızlık, o ismin önünde duran yazarlık durumuna saygısızlık… Yazarın erişimimize engellediği -aşk- mektuplarının onun rızası dışında yayınlanması hiçbir gerekçeyle haklı çıkarılamaz. Bu türden metinlerin yayınlanması insana saygı ilkesini zedelediğinden niyet iyi de olsa, sonuç kötüdür her zaman.

Orhan Veli’nin aşk mektuplarını okumadım, merak da etmiyorum açıkçası. Bu yazıda sizlerle paylaşmak için Ahmet Arif’in Leyla Erbil’e yazdığı aşk mektuplarını aldım… -on dört lira-. Leylim Leylim’in nasıl kitaplaştırıldığı hakkında yazılan sunuş yazısını okudum, sunulan argümanları bir okur olarak ne yeterli ne de samimi buldum. Sunuş yazısından mektupların basılmasına Leyla Erbil’in önce karşı çıktığını fakat sonrasında kararını değiştirerek ölümünden önce görmek istediğini öğrendim. Bu bilginin üstünde çok durmadım. Elimde tuttuğum kitap, on dördüncü baskı. Bilmiyorum, belki de bir yayıncılık başarısı… Meraklı okurun baskı sayısını arttıracağı öngörülebilir. Ahmet Arif’in bir mektubunu okudum, sonra diğer mektubunu okumaya başladım. İkinci mektubu okurken kendimi kötü hissedip kitabı kapadım. Kitabı kapadım ya… bir yazarın ölümünün ardından onun yerine, onun hakkında konuşmanın, sırları hakkında karar almanın ne kadar da kolay olabileceğini düşünüyorum bugünlerde. Böyle olmamalı sanki.

Siz ne düşünürsünüz bilmiyorum.




MEKTUP AŞKLARI,  Leylâ Erbil, İş Bankası Kültür Yayınları, 2013.


0 yorum:

Yorum Gönder