Kul Hakkıdır, Ayıptır! (Abdurrahman AYDIN)

Quentin Skinner’ın derlediği The Return of Grand Theory in the Human Sciences (İnsan Bilimlerinde Büyük Teorinin Geri Dönüşü) adlı kitap Ahmet Demirhan’ın çevirisiyle ve Çağdaş Temel Kuramlar adıyla İletişim Yayınlarından çıktı. Kişisel ilgilerim dolayısıyla ilk olarak James Boon tarafından yazılmış olan “Claude Lévi-Strauss” bölümünü okudum. Bir çeviri felaketinin nasıl olacağını merak edenler için olabilecek en iyi örneklerden biri.

Her şeyden önce daha ilk cümleden itibaren kendini duyuran bir üslup sorunu: Metnin başına epigraf olarak yerleştirilmiş ve Hüzünlü Dönenceler’den alıntılanmış bir cümle; İngilizcesiyle “Is mine the only voice to bear witness to / the impossibility of escapism?” cümlesi, “Kaçışın olanaksızlığına / Şahit olan tek ses benim mi?” diye tercüme edilmiş. Ardından da ana metnin ilk cümlesi: “Bu alıntı, bu makalenin ele almayı amaçladığı Tristes Tropiques’ten Claude Lévi-Strauss’un bir göstergesidir.” Bu cümlenin İngilizcesi “The quotation from Tristes Tropiques which heads this essay is indicative of Claude Levi-Strauss” biçiminde. Yani yazar, Hüzünlü Dönenceler’den alıntılayıp makalesinin başına yerleştirmiş olduğu ifadenin tam da Levi-Strauss’a işaret ettiğini söylemeye çalışıyor. Bunun hemen ardından “…açık suçlu ironik geri dönüşler..” biçiminde bir ifade var ki kitapseverin böğrüne saplanan bir bıçak gibi. Halbuki yazar “açık uçlu ironik geri dönüşlerden” söz ediyor. Haydi diyelim ki bu bir basım hatası olsun ya da bir gözden kaçırma olsun; fakat yine de anlamı ‘çürüme, bozulma’ olan ‘decay’ sözcüğünün nasıl olup da ‘gecikme’; anlamı ‘yorumlamak’ olan ‘construe’ sözcüğünün nasıl olup da ‘kurar’ (Türkçe metinde s. 208); anlamı ‘davet etmek’ olan ‘invite’ sözcüğünün nasıl olup da ‘icat eden’ (s. 209); anlamı ‘vicdan azabı, pişmanlık’ olan ‘remorse’ sözcüğünün nasıl olup da ‘uzak’ (s. 209); anlamı ‘kültür’ olan ‘culture’ sözcüğünün nasıl olup da ‘kostüm’ (s. 209); ‘Amazonian societies’ ifadesinin nasıl olup da ‘aranan toplumlar’ (s. 209); ‘çekim, bükün’ anlamına gelen ‘inflection’ sözcüğünün nasıl olup da ‘eğilim’ (s. 210); ‘açık, kesin’ anlamına gelen ‘incisive’ sözcüğünün nasıl olup da ‘nüfuz edici’ (s. 210) olarak tercüme edildiği ve ‘Vichy’ özel adının nasıl olup da ‘Viney’e (s. 210) ve ünlü etnolog Franz Boas’ın adının nasıl olup da ‘Fransız Boas’a dönüştüğü soruları pek çok sonuca götürüyor insanı: Yazara saygısızlık, metne saygısızlık, okura saygısızlık, kamuya saygısızlık ve elbette sorumsuzluk.

Bunda, kitabın editörü Ekrem Buğra Büte’nin de en az çevirmen kadar payının olduğu belirtilmeli. Bir editör hiç mi okumaz önüne gelen metni? Örneğin şu kısımdan ne anladığını çok merak ediyorum: “Men ettiklerinin yanında izhar ettikleri şeyler için de önemli şeyler, “bir önceki üslubun hakkında hiçbir şey söylemediği fakat bunu beyan etmesi için yeni bir üslup icat eden bir şeyler söyleyen her bir üslup” (s. 209). Doğrusu şuna yakın bir şey olacak: “Her bir üslubun, “bir önceki üslubun söylemediği fakat sessizce, yeni üslubu, dile getirmeye davet ettiği” bir şeyleri dile getirmesi suretiyle, bunlar, açıkça gösterdikleri kadar gizledikleriyle de anlamlıdırlar.” Ya da şu ifadeye ne demeli: “Lévi-Strauss, ustalıkla, belki de göz kırparak, bir çeşitlilikler kataloğunda hem kostümleri hem de tarihleri değiştirmek için düzenlenmiş bir kitapla, zamansal dönemleri ayıran formülleri aranan toplumları ayıran formüllerle birleştirir” (s. 209). Bunun da doğru bir tercümesi şöyle bir şey olacaktır: “Levi-Strauss, tam bir ustalıkla, hatta belki başka açıklamaya gerek bile bırakmaksızın, hem kültürleri, hem de tarihleri bir çeşitlemeler kataloguna dönüştürmek üzere tasarlanmış bir kitapta, zamansal çağları ayırt eden formüller ile Amazon toplumlarını ayırt etmek için kullanılan formülleri eşleştirir.”

Bu eşleştirme çabaları sırasında, özellikle de Yapısal Antropoloji’de karşımıza çıktığı biçimiyle akrabalık sistemlerinin çözümlenmesinde, Lévi-Strauss’un kendisine Ferdinand de Saussure ve Roman Jakobson tarafından geliştirilmiş olduğu haliyle dilbilimi model aldığı bilinmektedir. Burada da asli vurgu dilsel birimlere yapılan vurgudur. Bir dilsel birim, hem diğer birimlerden ayrı olan hem de dil içinde tekrarlanabilir bir biçimsel özdeşlik sunan bir birimdir. Dilsel birim, içerdiği sessel karakterle değil, ayrımla varolur. Onu tekrarlanabilir kılan da gene bu ayrımdır. Bir dilsel birimin, örneğin “yol” sözcüğünün, belirdiği her yerde, ister Ahmet tarafından isterse Mehmet tarafından dile getirilsin, dile geldiği her yerde tekrar eden bir niteliği söz konusudur. Tekrar eden şey, sözcüğün kendisi değil, başka sözcüklerle arasındaki sistematik ayrımdır. Değeri yaratan şey ise öğelerin karşılıklı olarak birbirlerine göre konumları, karşıtlıklarıdır. Değer ve dolayısıyla da anlam, göstergeler ya da birimler arasındaki olumsuzlayıcı bağıntıda tesis olur. Bu çerçeve akrabalık biçimlerinin çözümlenmesine aktarıldığında, açığa çıkardığı olgu, topluluklar arasındaki her türlü mübadelenin, fakat özellikle de kadın mübadelesinin bütünüyle simgesel bir nitelik taşıdığıdır. Böylelikle “Hem rekabet hem de işbirliği, mübadele ilişkileri boyunca kurumsallaşmıştır; bir birimin rakibi aynı zamanda onun bağışçısıdır: Alıcılar, mübadelenin bütün bir sisteminin işleme tarzları aracılığıyla doğrudan ya da dolaylı olarak verenlerdir. Bu paradoks, Levi-Strauss’un ‘toplumsal yaşamın özü’ adını vermiş olduğu süslenmemiş ‘karşılıklılığın’ bir parçasını oluşturur. Hem Hobbes hem de yararcılık karşıtı (çünkü kişisel çıkarı toplumsal çıkardan bütünüyle ayırmanın bir yolu bulunmamaktadır) olan bu dayanışma imgesi, siyasal teori ve toplumsal pratiklerin felsefesi açısından temel içerimler taşımaktadır. Levi-Strauss’un Temel Yapıları, insanların kamusal ve özel yaşamlarının bütün çeşitliliğinin gerisinde gizlenmiş bulunan ‘toplumsal bilinçdışı’ benzeri bir şeyi etkili bir biçimde vazetmiştir: Bir miktar ‘dışarıda’ olanla (ensest olmayan bir biçimde), fakat çok uzağa da gitmeden ve rastlantıya bırakmadan ilişkilenme gereksinimi.” Demirhan bu bölümü şöyle çevirmiş: “Hem rekabet hem de işbirliği, mübadele ilişkileri yoluyla kurumsallaşır; bir birimin rakibi onun velinimetidir: Faydalananlar hem dolaylı hem de doğrudan olarak tüm bir mübadeleler sisteminin çalışanları aracılığıyla sağlayanlardır. Bu paradoks Lévi-Strauss’un “toplumsal hayatın özü” dediği hoş olmayan bir “karşılıklı ilişki” biçimi oluşturur. … Çok fazla dışarıdan olmamak koşuluyla, tesadüfî olmayan bir şekilde kabile dışındakilerle (akrabalığa dayanmayan) ilişki kurmak ihtiyacıdır bu” (s. 212). Anlayabilen beri gelsin!

Demirhan’a göre (yukarıdaki ifadenin hemen ardından gelen paragraf) “kültürler, ihlal edilmeleri ihtimalini düşünerek özelliklerini kapalı hale getirirler”miş. Burada da ‘encode’ sözcüğünü ‘enclose’ olarak anlamış olmalı ki kapalılıktan söz ediyor. Hâlbuki “Kültürler, ihlallerini tahayyül ederek toplumsal ve ahlaksal davranış uygunluğuna ilişkin kodlar oluştururlar.” Yine aynı paragrafta bulunan bir kesimin Demirhan tarafından yapılmış çevirisi şu biçimde: “Dengeli kılınmış düzen için hayli ani risk, bir yatırımda karşılıksız olandır: Başka birinin eşi olan bir çocuğu terk eden toplumsal bir birimin karşılığında alınmamış bir eş ya da sorulmuş bir soruya karşı verilmeyen cevap gibi.” Destana gel ki göreyim! Yazarın söylemek istediği şuna yakın bir şey: “Dengelenmiş düzen için daha dolaysız risk, bir yatırımın geri dönüşünün olmayışıdır: Örneğin çocuğunu bir başka toplumsal birime eş olarak vermiş bir toplumsal birimin, bunun karşılığında bir eş almaması ya da ortaya bırakılmış bir sorunun karşılığında hiçbir yanıtın geri gelmemesi.”

215. sayfada ‘analytic rigour’ ifadesi ‘analitik kabalık’ olarak çevrilmiş ki ‘analitik özen’ ya da ‘analitik ihtimam’ anlamına gelmektedir. 217. sayfanın başında, “farklı toplumsal…” ifadesinden önce yer alması gereken “they establish terms of exchange among different social divisions and cultural categories” (‘farklı toplumsal bölümler ve kültürel kategoriler arasındaki mübadele terimlerini tesis ederler’) ifadesi atlanmış. Yine aynı sayfada “…iyileştirilmelidir” sözcüğüyle sona eren cümlenin ardından gelen “This is a therapeutic model in which contradiction is not so much integrated as released and tensions felt by the actors thus eased” (‘’) cümlesi atlanmış. ‘Örtük, saklı, gizli vs.’ anlamına gelen ‘implicit’ sözcüğü her yerde ‘içkin’ olarak karşılanmış. 218. sayfada, doğru tercümesi ‘karşıtlıkların kodları’ olan ‘codes of contrasts’ ifadesi ‘sözleşme kodları’ olarak, ‘öz-bilinçli’ ya da ‘kendisinin bilincinde’ anlamına gelen ‘self-conscious’ ifadesi ‘kendi halinde’ olarak çevrilmiş. 221. sayfada anlamı ‘dipnot’ olan ‘footnote’ sözcüğü ‘nokta’ olarak ifade edilmiş. 222. sayfada ‘muhafaza etmek’ anlamına gelen ‘reserve’ sözcüğü, ‘tersyüz edilen’ biçiminde karşılanmış.

Cümlelerin neredeyse hiçbirinin ne dediğinin anlaşılmadığı bu çeviride, çoğu cümle ise kökten yanlış kurulmuş. Yukarıda seçilmiş olanlar yalnızca birkaç örnektir. Ama en korkunç olanı, herhalde, ‘kartal’ anlamına gelen ‘eagle’ sözcüğünün ‘kanal’ biçiminde çevrilmesidir. Metnin, Hidatsa yerlilerinin kartal avlama biçimlerine eğilen bölümünde, avcılar ‘kartalı’ değil ‘kanal’ı bekliyorlar(s. 222); yaptıkları işin adı ‘kartal avı’ değil, ‘kanal avı’ (s. 223) ve Pueblo anlatılarındaki mitik bir figür de ‘kartal kız’ değil, ‘kanal kız’ (s. 224).

Söylenecek daha çok fazla şey var. Fakat bana özellikle gülünç gelen iki ifadeyi seçerek sonlandırayım: “Burada yaya, değerli kuş tüylerini kan lekelerinden korumaktan daha fazla bir şeydir” ifadesi ile “Aynı verilerin alternatif bir çıkıntı olarak artılarının ve eksilerinin bir diyagramını sağlayabilirdi.” Çıkıntı ne yahu! İlkinde yazar “Burada, kuşun değerli tüylerini kan lekelerinden sakınmaktan daha fazlası yürürlüktedir” diyor; ikincisinde ise “Aynı verilerin alternatif bir gösterimi olarak bir artılar ve eksiler diyagramı oluşturabilirdi” diyor.

Kitaptaki diğer bölümlerin hiçbirini okumadım; zaten artık yeterince zan altındalar. Üç lira ya da beş lira… Hiç önemli değil; onurumuzla yaşamayı sürdürebilmek için bin bir zorlukla kazanıyoruz efendim!

ÇAĞDAŞ TEMEL KURAMLAR, Quentin Skinner (der.), Çev. Ahmet Demirhan, İletişim Yayınları, 2013.

2 yorum:

  1. Birgün Kitap ekini diğerlerinden ayıran en önemli özellik böylesi yazıları yayınlama cesareti. Piyasadaki diğer kitap ekleri İletişim Yayınlarını karşısına almamak için böylesi bir eleştiriyi yayınlayamazdı. Abdurrahman Aydın'ı ve Birgün Kitap ekini tebrik ediyorum.

    YanıtlaSil
  2. Böylesi eleştiri kanallarının açılması hem daha kaliteli çeviriler yapılmasını sağlayacak hem de yazarın metnine/ kitabına verdiği emeğin alenen gasp edilişini engelleyecektir; söz konusu İletişim Yayınları olsa da... Abdurrahman Aydın'ı ve BirGün Kitap ekini zaten çoktandır olması gerekeni yaptıkları için tebrik ederim.

    YanıtlaSil