Direnişi Selamlayan Kitaplar (Doğuş SARPKAYA)

Gezi Parkı eylemleriyle birlikte birçok şeyi yeniden düşünme olanağı yakaladık. Bunlardan biri kurumsallaşmış vahşiliğin örnekleriyle yüz yüzeyken, insan yaratıcılığının inanılmaz yoğunlaşabileceğiydi. Polis saldırılarının en acımasız olduğu zamanda bile insanlar orantısız mizah, zekâ ve yaratıcılıkla, oldukça sıkı bir direniş söylemi yaratmayı başardı. Bu sürecin diğer kazanımı da başka bir dünyanın mümkün olduğuna insanların ikna olmasıydı. Polis müdahalesi kesildikten sonra Gezi Parkı içerisinde filizlenen alternatif yaşam pratiği, devlet elinin değmediği durumlarda paylaşım ve dayanışmayla insanların bir arada yaşayabileceğinin açık kanıtıydı. Gezi Parkı eylemleri aynı zamanda, Arap baharı ve daha birçok örnekte gözlemlediğimiz bir duruma canlı olarak tanık olmamızı sağladı: İnternet hem iletişim kurmada hem organize olmada hem de alternatif medya işlevi görmede kullanılan yeni bir mücadele aracı oldu.

Edebiyat kimi zaman bu tarz toplumsal hareketlerin nüvelerini önceden görebilecek ve betimleyebilecek bir güce sahip. Bazen yaşadığımız şeyin sanki önceden yazılmış olduğunu düşünüp şaşırdığımız olur. Sanki o insanlık durumu ya da toplumsal olay yazar tarafından öngörülmüş gibidir. Gezi Parkı direnişiyle birlikte aklıma düşen iki kitap, yakın zamanda başka bir mecrada* üzerine yazdığım José Edmundo Paz Soldán’ın Turing’in Hezeyanı ve José Saramago’nun Görmek romanları, az önce bahsettiğim şaşkınlığa sebep oldu. Paz Soldán yeni toplumsal hareketler ve internetin aktif kullanımının yarattığı direniş olanaklarını ele alırken, Saramago devletin bir yerden elini çekmesinin orayı daha güzel hale nasıl getirebileceğini anlatıyor bizlere.

Diktatörlüğe Karşı Siber Direniş

Turing’in Hezeyanı, darbe marifetiyle iktidara gelen hükümetlerin yarattığı terör ortamını ve neoliberal politikalar sonucu gün geçtikçe yoksullaşan, yaşam alanları sınırlandırılan insanların hikâyesini anlatıyor. Mekan Bolivya… Elektriğin özelleştirilmesi, elektrik faturalarının gün geçtikçe şişkinleşmesi ve elektriklerin sürekli kesilmesi üzerine halk sokaklara dökülür. Aslında bu sokağa dökülüş yıllardır sürdürülen neoliberal politikalara karşı ayaklanmadır. Darbe ile iktidara gelen Montenegro hükümetine karşı, muhalefet ve halk birleşir. Aynı zamanda bugün FRP adıyla bilinen sanal bir gerçeklik oyununun parodisi olarak romanda yer alan Playground üzerinden örgütlenen hackerlar hareketin bileşenlerindendir.

Romanın vurucu noktalarından biri yeni bir mücadele alanı olarak interneti önermesi. Hackerlık ya da bilgisayar korsanlığı aslında bir çeşit eşkıyalığın önünü açtı. Siber korsanlar, internet üzerinden yapılan ticaretin yolunu keserek ve ağ üzerinden hırsızlığı başlatan yeni bir eşkıyalığın yolunu bulmuştu. Eşkıyanın yol keseni olduğu gibi mücadele edeni de olduğunu bilen bizlerin, hacktivistleri yeni dönem sosyal eşkıyalar olarak anması doğaldı. Dünyanın birçok yerinde aktif olan kızıl hackerlar, bilgisayar sistemlerini kırarak, hem halkın bilgilenmesini sağlıyorlar hem de egemenlerin kırılmaz sandıkları sanal kalelerinde büyük yarıklar ve çatlaklar açıyorlar. Paz Soldán 2000’li yılların kendine özgü bu hareketliğini anlatarak, yeni binyılın gerçekliğine nüfus etmeye çalışmış.

Paz Soldán, 2000’li yılların yarattığı toplumcu ve politik dalgayı iyi özümseyerek yeni bir gerçekçilik ile anlatıyor hikayesini. Yeni iletişim kanallarından ve özellikle internetin sanal ortamından sokaklara akan, bunu yaparken kendi ülkesinin tarihi ile hesaplaşan bir roman var karşımızda. Aynı zamanda çocuk istismarı, işkenceler, eylemlerde öldürülen insanlar “görülebilir gerçekler” yöntemiyle anlatılarak okuyucunun sarsılması hedeflenmiş. Ama Paz Soldán’ın asıl marifeti gerçekliği doğrudan anlatma konusundaki cüretinden kaynaklanıyor. Bolivya’da yıllarca hüküm sürmüş darbe mirasçısı iktidarların, küreselleşen kapitalizmin çıkarları uğruna kendi halkını sömürmesini, ekonomik geri kalmışlığın egzotik anlatımı tehlikesini savuşturarak, doğrudan doğruya anlatmış Paz Soldán.

Devlet Şehri Terk Ederse

Saramago ise Körlük’ün devam kitabı da sayılabilecek Görmek romanında umutlu bir hava çiziyor. Bilinmeyen bir ülkenin başkentinde gerçekleşen seçimlerde mahşeri bir yağmurun sonunda bütün seçmenler saat dörtte sandıklara giderler. Seçim sonuçları açıklandığında seçmenlerin %70’inin boş oy kullandığı öğrenilir. Demokrasiye olan inancın sarsılması olarak değerlendirilen seçim bir hafta sonra tekrarlandığında sonuç daha vahim bir noktaya ulaşır: Boş oy oranı %83 çıkmıştır. Bunun bozguncular tarafından örgütlenen bir eylem olduğu varsayımı üzerinden olağanüstü hal ilan edilir ve boş oy kullanma cüretini gösteren şehir lanetlenerek, devlet tarafından kaderine terk edilir. Devlet iradesinin, ordunun, polisin şehri terk etmesiyle bir kargaşa ortamının oluşacağını ve en sonunda bu lanetli şehrin dize geleceğini öngören yöneticiler bir süre sonra yanıldıklarını anlarlar. Çünkü lanetli kent, devlet olmadan da kendi düzenini kurabilmiştir. Burjuvazinin seçim oyunuyla insanları yönetmesinin demokrasi olarak adlandırılmasının saçmalık olduğunu her fırsatta dillendiren Saramago, Görmek ile bakan köre dönüştürülmüş toplumun, görmeye başlamasıyla birlikte, başka bir yaşamı kurabileceğine dair inancı canlandırıyor. Belediye Başkanı’nın sekreterinin temennisi gerçekleşiyor kentte: “Rahat olabilmek için uyumak zorunda kalmamak ne iyi olurdu”.

Görmek, sadece burjuva demokrasisini tartışmakla bırakmamış işi. Kapitalist sistemin, iktidar kliklerine dair genel bir çözümlemeyi de önüne koymuş. Medya’dan orduya, büyük patronlardan hükümete bütün iktidar bileşenleri eleştirilmiş metinde. Olağanüstü halin anlamsızlığından, dezenformasyonun çirkinliğine, polisin görevinin suçlu yaratmak oluşundan, ordudaki tartışılmaz hiyerarşinin anlamsızlığına kadar birçok iktidar eylemi gözler önüne serilmiş. Üstüne üstlük bu kör göze parmak sokularak yapılmamış; ayrıntılı betimlemeler, yerinde diyaloglar, metnin içine işlenmiş imgeler ve metine karşı belirli bir mesafeyle gerçekleştirilmiş.

Bu Daha Başlangıç…

Hem Paz Soldán’ın hem de Saramago’nun romanları, yaklaşık bir aydır ülke topraklarında yeşeren direniş kültürünü önceden öngörebildikleri için yeniden okumamız gereken kitaplar. İki romanın ortak noktası ise ülkelerinde geçmişte iktidarda olan diktatörlükle hesaplaşma arzuları diyebiliriz. Türkiye’deki otoriter ve diktatörlüğü aratmayan uygulamalar karşısında kıvılcımlanan, Gezi Parkı direnişinin oluşturduğu yaratıcı enerjinin bizim sanat dünyamızı da yeniden hareketlendireceğini söylersek aşırı yoruma kaçmış olmayız. Duvar yazılarında, sosyal medyada ve eylemlerde orantısız zekânın yüzlerce örneğiyle karşılaştık bu süreçte. Ben bu hareketliliğin bundan sonrası için daha başlangıç olduğunu düşünme eğilimindeyim.

Saramago Körlük’te, “Sonradan kör olmadığımızı düşünüyorum, biz zaten kördük…” der. Bu cümleyi ülkemize tercüme edersek; Gezi Parkı eylemleri öncesinde sesini çıkarmayan yüzbinler, kendi gündelik hayatlarının prangasına mahkûm şekilde, toplumsallaşan körlüğe teslim olmuşlardı. Bölümün devamında ise şu diyalogla karşılaşırız: “Biz şimdiden yarı yarıya ölüyüz dedi doktor, hayır, yarı yarıya canlıyız, diye karşılık verdi karısı”. Direnişi, yarattığı heyecan, umut ve coşku kadar bunun için de sahiplendik sanırım: Yarı yarıya ölü olduğumuzu vaaz edenlere, kendi körlüğümüzü sevdirmeye çalışanlara karşı sesimizi daha güçlü çıkarabildiğimiz ve yaşadığımızın farkına vardığımız için kucakladık direnişi.

TURİNG’İN HEZEYANI, José Edmundo Paz Soldán, Çev. Zeynep Öztekin, Ayrıntı Yayınları, 2012.

GÖRMEK, José Saramago, Çev. Aykut Derman, Can Yayınları, 2008.


* Büyüden Gerçeğe Dönüş, Redaksiyon Sayı:2. Turing’in Hezeyanı’nın değerlendirildiği bölümde bu yazıdan faydalandım.

0 yorum:

Yorum Gönder