Tüyap Kitap Fuarı’nın onur çizeri Tan Oral’ın elli yılı aşan sanat yaşamının ardından dünyaya bakış açısını görmenizi istedim biraz. Değişen mizah anlayışından, geçip giden iktidarlardan ve günümüz dünyasından konuştuk. Bakın neler söyledi…
Çizime başlama hikâyenizi merak ediyorum doğrusu. Çocuk yaşlarda başlamamışsınız öyle mi?
Ben tembelliğe çocukken başladığım için, bu iş bugüne kadar geldi ama o konuda da başarısız oldum. Yeterince tembellik fırsatı vermiyor içinde yaşadığımız düzen. Tembellik derken biraz keyifli olmak, biraz hayal kurmak, keyfine göre dolaşmak ve çizmek, çizmeyi severim, bunları kastediyorum. Ama bu şans, bu mutluluk ne yazık ki içinde yaşadığımız zaman parçasında kolay elde edilemiyor. Çok çalışmak, çizmek zorunda bırakılıyoruz. Doğrusu sorunuza yanıtımın nerede başladığını, ben de tam olarak kestiremiyorum. Sıkıntılı bir zamanda, liseyle üniversite arasındaki bir boş alanda, işsiz, güçsüz, okulsuz hatta bulunduğum çevre nedeniyle uzun süre arkadaşsız kaldığım bir dönemde, o sıkıntılar beni mutsuz edeceğine kâğıtlara boşaltmış olmalıyım duygularımı. İlle bir başlangıç olacaksa o kâğıtların birikmesiyle başladı diyebilirim.
Babanız subaymış ve çok fazla yer değiştirmişsiniz. Sizin bahsettiğiniz dönemde İzmir’e yerleştikten sonra galiba.
Bu kadar çok dolaşırken insanın her gittiği yerde sevdikleri, dostları oluyor. Bütün bunlardan sonra, hayat hakkında ne hissettiğimi düşündüğümde, benim için hayat, sevmek, dostluklar kurmak ve onlardan ayrılmak zorunda bırakılmak şeklinde özetlenebiliyordu.
Babanızın tayinlerinden dolayı mı?
Evet. Yani hep sevdiklerimden ayrılmak zorunda bırakıldığımı görüyorum geriye baktığım zaman. Bunların içinden bazıları kopmuyor, hâlâ devam ediyor, hâlâ birbirlerini arayan insanlar olarak. Bazılarıysa kaybolup gidiyor, ben de onlar için tabi.
50 yılı aşkın bir zamandır çiziyorsunuz, neden diye sorsam size?
Çizmek bir istisna! Hayatımdaki ve çevremdeki her şey yolunda gitse neden uğraşayım eleştirel çizgiyle? Yaşadığım mutluluk, insanlarla olan ilişkilerim yeter de artar bile. Hele ki yaşadığımız dönemde, hele ki yaşadığımız ülkede o kadar kolay olmuyorsa, sizin yakanızı sorunlar ve engellemeler bırakmıyorsa eğer, ne yapacaksınız? Ya teslim olacaksınız, ya mutsuz olacaksınız, ya sarhoş olacaksınız, ya da kâğıda bir şeyler çizeceksiniz.
Sanat yaşamınız boyunca pek çok iktidara tanık oldunuz. Çizerken en zorlandığınız bir iktidar dönemi var mı?
Çizerken hep zorlandım.
Nasıl?
Biraz önce söylediğim gibi bana kalsa çizmem, oysa zorlandığım için çiziyorum. Çiziyor isem zorla çiziyorumdur. Zaten o zorlama olmasa, dediğim gibi, niye uğraşsın insan kâğıtla, kalemle, problemlerle? Genellikle iktidarlar yönettikleri toplumu mutlu etmekte hiç de becerikli olmuyorlar. Bir ülke hayatı sorunlarla doludur. Bu sorunlar belli bir adalet duygusu içinde, belli bir eşitlik kollanarak, belli bir hoşgörüyle çözülmeye çalışılıyorsa insanların mutlu olma şansı daha fazla olabiliyor. Ama genç bir cumhuriyet!.. 600 yıllık geçmişini yok sayarak kurulduğu da düşünülürse, burada yaşayan insanların sakatlanmış bir iç dünyalarının olduğu anlaşılabilir. O yüzden sorunları çözmek, yeni sorunları yaratıyor. Bütün bunların yaşandığı bir ülkenin iktidarları da tabi ki çizen adam için her zaman kolay olmuyor.
Siz çizerken bu sorunları yansıttığınızı mı yoksa hafiflettiğinizi mi düşünüyorsunuz?
Doğrusu kendimi hafiflettiğimi düşünüyorum. Çünkü ağır geliyor. Bu ağır gelen koşulları kabul ederek, razı olarak yaşamak ise daha da ağır geliyor. O yüzden bir tepki vermek, kabul etmeme hakkımı kullanmak istiyorum. Özeti bu bence…
Çizdiğiniz karikatürler bazılarının beğenisini kazanırken bazılarında hazımsızlık yaratabiliyor. Ne düşünüyorsunuz böyle olunca?
Mizah, bazı insanları neşelendirip mutlu edebilir ama konu edilen bazı insanları ve yandaşlarını da mutsuz edebilir. Zaten amacımız da bu. Adını anmaktan çok keyif aldığım Romanyalı çizer dostum Albert Poch’un bir sohbet arasında söylediği şey beynimde yer etmişti: Mizah ve karikatür bizi rahatsız edenleri rahatsız etmektir. O kadar iyi özetliyor ki…
10 Ekim’de Ankara’da yaşanan terör faciası bir mizahçının gözünden nasıl görünüyordu?
Sadece sustum. İki gün sustum. Yapacak bir şey yoktu. Üzüntü ve acı içinde sustum. Ama ondan sonra bugün T24’te bir çizgim yayınlandı. Şöyle bir cümle vardı orada: Vatandaşını korumakta aciz olan neden savaş çıkartmaya kalkışır ki? Bu çizgi, bu olayın kimin tarafından neden başa geldiğini açıklayan bir şey. Mizahın böyle bir yanı var. Sen barış diye toplanan insanların güvenliğini beceremiyorsan savaşa filân girme, çünkü savaş karşılıklı ölüm demektir. Sen kendini koruyabiliyorsan, evet düşman bildiğine karşı bir savaşı göze alabilirsin belki. Sen bunu beceremeden Suriye’de bir savaşa bulaşırsan başına bunları getirirler. Bu çok acı bir olay, çok…
Karikatürlerinizin dışında animasyonla da çok ilgilenmişsiniz. 1970’te yaptığınız Sansür filmine bayıldım. O dönemde böyle bir bakış açısı, teknik imkânları da düşünürsek muhteşem. Polis şiddetini işlemişsiniz o dönemde. Bunun dönüşü nasıl oldu?
Çok eskide kalmış bir hikâye aslında. Onun bir de çocuklar için kitabını yaptım. Şimdi Evrensel Kitapevi yeni baskısını yapıyor, herhalde fuara yetişmiş olur. Çok eskilerde yapılmış bir işin unutulmamış olması hem hoşuma gidiyor, mutlu ediyor beni, hem de hâlâ geçerli olması çok canımı sıkıyor açıkçası. Yani bugün sansür dendiği zaman “o da ne demek” diyebilmeydi insanlar. Sansür diye bir film yapmak çekici geldiydi bana. Doğrusu çizgi film konusunda ne eğitimim ne de bilgim vardı. Ancak Sinematek Derneği’nde gördüğüm çizgi filmlerin nasıl yapılabileceğini çözmeye çalışıyordum. En çok da Jan Lenica’nın filmlerinin teknik olarak nasıl olabileceğini düşündüğüm için kafamda öyle bir çözüm oluştu. Sadece onu uygulayarak, kartonları keserek, kameranın altında kıpırdatarak yapılmış bir filmdir o. Son dakikaya kadar uğraşıp TRT’ye verdik; sonra bir ödül geldi, sonra göstermek istemediler. Kaldı öyle. Zannediyorum üç sene sonra onu bir çocuk kitabı olarak, “madem siz göstermiyorsunuz kütüphanelerde bulunsun” diye yayımladık.
Tan Oral’ın hayatında ve mizahın içinde kedinin yerini sormak istiyorum size.
Mizahta kedinin yeri için şöyle söyleyebilirim. Bernard Shaw’a sormuş bir genç yazar: Ben sizin gibi yazar olmak istiyorum ne yapmalıyım? “Cevabı çok basit masanda bir kedin olsun” demiş. Benim içinse, özel bir gayret değil kediyle birlikte olmak. Kediler çocukluğumdan itibaren hayatımdaydı. Sabah çay içmek ne kadar doğalsa kediler de hayatımın bir doğal parçasıydı. Bunun önemini yıllar sonra çevremden gelen tepkilerle anladım.
Kediyi şakacı hınzır bir insana benzetirsek şimdiki iktidarın yerine neyi koyabiliriz?
Sadece gergedan diyebilirim. Burnunun doğrultusunda hiçbir şeyi görmeden, bir yere toslayana kadar dümdüz giden. Gergedanın öyle bir özelliği var, kıvrak değildir. Bedenleri ağır olduğu için toslayana kadar dümdüz giderler.
Tüyap Kitap Fuarı’nın onur çizerisiniz. Ana teması hayata gülümseyerek bakmak. Oysa biz biraz karamsar bir ülke olduk diye düşünüyorum. Böyle bir ana temanın altında neler konuşacağız kitap fuarında?
Umudu söndürmemek, kuyruğu dik tutmak, bu anlamda konulan bir slogan bence. Bu temayı belirlediklerinde Türkiye bu kadar karanlık değildi. Bu kadar karanlığa henüz girmemişti. Belirtiler vardı ama… Ben bu temanın umudu canlı tutmak, umutlanmaktan vazgeçmemek anlamında konulduğunu düşünüyorum.
Şimdiki gençleri nasıl buluyorsunuz mizah yönünden? Sosyal medyada özellikle?
O kuşaktan olmadığım için her halde yeterince izleyemiyorum. Bu sosyal medya olayı da çok yeni bir olgu. Dolayısıyla üzerine yorum yapmak zor. Bir koro sesi gibi geliyor bana, bir uğultu olarak duyuluyor. Uğultunun etki yapması çok zor. O yüzden sosyal medyadaki uğultuda küfür ve hakaret edenlerin sesleri daha fazla duyuluyor.
Peki, son dönem mizah dergileri için neler söyleyeceksiniz?
Aynı şeyi mizah dergileri için de söyleyebilirim. Bir şey yapılıyor ama her zaman beklenen etki çıkmıyor. Ama Musa Kart Cumhuriyet’te günün birinde bir karikatür yapıyor, davalar ödüller… Birinin bir yerine batıyor yani. Tıpkı sandalyeye bırakılan bir tek raptiye gibi…
Mizah dergilerinin neden etkisinin azaldığını düşünüyorsunuz?
Çünkü bu görülüyor. Vakit geçirmek ve eğlendirmek de bir ihtiyaçtır kuşkusuz. Bu amaçlarla çiziliyor, ancak kapaklarında siyasi ya da sosyal mesajlar da yer alıyor. Bir de bugün siyasetin en tepesinde oturan kişinin eleştirisini yapmak için suratını bozmak, çirkinleştirmek bir şey demek değil. Sonunda sadece çarpıtılmış, çirkinleştirilmiş bir surat kalıyor ortada. Öyle etkili bir muhalefet oluşmuyor, yeterli de olamıyor. Arada bir, bütün dergileri alıyorum hepsine bakıyorum. Genellikle aynı şeyleri görüyorum.
Bir noktayı kaçırmışlar o zaman?
Mizah ve komedi. İkisi yapı olarak tamamıyla farklı. Mizah şaşırtma amaçlıdır. Bir olay karşısında bir mizahçının ne yapacağı pek bilinemez. Yani tepkinin ne zaman, nereden geleceği pek belli değildir, şaşırtmak esastır. Komedide ise asıl olan şartlandırmadır, tekrara dayanır. Walt Disney’in çizdikleri bugünün çizgileriyle benzeşir. Onu izleyen insan gülmeye hazırdır zaten ve güler. Birbirlerinden farklı da olsalar, her iki anlayışın da ortak yanı; çizilenleri izleyen ya da onlarla karşılaşan bir insanın neşelenmesini ve kendini iyi hissetmesini amaçlıyor olmalarıdır.
0 yorum:
Yorum Gönder