Bilim tarihi, kanıksanmış birçok bilimsel inancın veya kuramın terk edilip yerlerine yeni ve kimi zaman öncekilerle taban tabana zıt olanların kabul gördüğü dönemlere şahitlik etmiştir. Bu tür değişim dönemleri, bilim tarihçileri tarafından sıklıkla “devrim” olarak nitelendirilir. Örneğin, astronomide Batlamyus’un dünya-merkezli evren kuramının terk edilerek, Kopernik’in güneş-merkezli evren kuramının kabul edilmesi bu minvalde “Kopernik Devrimi” olarak anılır. Bilim tarihinde bu türden olayların çokluğu ve sıklığı nedeniyle bilimsel değişim konusu bilim felsefecilerinin temel sorunlarından biri olmuştur.
Thomas Kuhn (1922-1996), 1962 yılında yayınlanan Bilimsel Devrimlerin Yapısı (BDY) adlı kitabında tam da bu konuyu ele alır. Aslen fizikçi olan Kuhn’un, bilim tarihine ve sonrasında felsefeye yönelmesi, 1949 yılında Harvard Üniversitesi’nin rektörü James B. Conant’ın herhangi bir bilim eğitimi almamış üniversite öğrencilerine bilimle ilgili bir kavrayış kazandırmak amacıyla açmış olduğu bilim tarihi dersine asistan olarak atanmasıyla başlar. Kuhn, Conant’ın kendisinden istediği onyedinci yüzyıl mekaniğinin kaynakları üzerine çalıştığı sırada Aristoteles’in Physica’sı ile karşılaşır. Başta Physica’yı anlamakta oldukça zorlanan Kuhn, Aristoteles’in mekanik hakkında çok az şey söylemesi ve söylediklerinin çoğunun yanlış olması karşısında şaşkınlığa düşer. Bu bakımdan, Aristoteles’in Galileo ve takipçilerine olan etkisi Kuhn için büyük bir bulmacadır. Kuhn, bu bulmacayı bir tür Eureka! deneyimi sonrası çözer ve tarihteki bilimsel metinleri nasıl okumak ve anlamak gerektiği ile ilgili sezgisel bir yöntem geliştirir. Bu yönteme göre, bilim tarihindeki bir çalışmayı anlamanın yolu, onun yer aldığı tarihsel dönemdeki kavramların ve araçların ne anlama geldiğini öğrenmekten geçmektedir. Bu yöntem, Kuhn’un daha sonraları da belirteceği üzere bir tür hermenötiktir.
Bu deneyim sonrası Kuhn, bilim tarihi çalışmayı kendisine amaç edinir ve yaklaşık on yıllık bir çalışma süreci sonunda Bilimsel Devrimlerin Yapısı’nda kendi özgün bilimsel gelişim açıklamasını ortaya koyar. Kuhn, bu eserinde bilimsel gelişimle ilgili daha önceki birçok yaygın kanaati hedef alır. Bu kanaatlerden en önemlisi, bilim tarihindeki gelişimin doğrusal ve birikimsel bir karaktere sahip olduğudur. Buna karşın Kuhn, bilimlerin tarihsel gelişim sürecinde zaman zaman tekrar eden bir döngüye veya yapıya sahip olduğunu iddia eder. Kuhn’un, Kopernik, Newton ve Einstein gibi kişiler sayesinde gerçekleşen bilimsel kuram değişimlerinin yanında X-ışınlarının, oksijenin keşfi ve leyden kavanozunun icadı gibi olgu ve araç yeniliklerinde tespit ettiği bu yapı, “Bilimsel Devrimlerin Yapısı”dır.
Kuhn, bu yapıyı, “normal bilim”, “kriz”, “olağanüstü bilim” ve “devrim” adını verdiği dönemler aracılığıyla açıklar. Buna göre, normal bilimde ortaya çıkan krizle olağanüstü bilimsel etkinliğine giren bilimsel alan, devrimle beraber tekrar normal bilimsel etkinliğe döner. Bu gelişim modelinde esas olan, normal bilim dönemindeki bir bilimsel alanı yöneten tek bir “paradigma”nın bulunmasıdır. Paradigma, Kuhn’un sihirli kavramı olarak, normal bilimsel dönemdeki araştırma etkinliğini belirleyen unsurların tümüne işaret etmektedir. Bilimsel devrim dönemleri, mevcut paradigmanın değişmesi ve yerine yenisinin geçmesi ile sonuçlanır. Paradigma değişimi ile önceki birçok bilimsel problem rafa kalkar, bilimsel çözüm yolları ve kullanılan bazı kavramların ve araçların anlamı değişir. Böylece bilimsel alan, devrim ile birlikte öncesine göre bir tür kopuş yaşar. Kuhn’a göre, devrim sonrası bilimciler adeta farklı bir dünyada yaşamaktadırlar. Kuhn’un devrim süreci ile ilgili tespitlerinden tartışma yaratan en önemli iddiası ise, paradigma değişimlerinin nesnel veya tarafsız ölçütlere göre yapılamayacağıdır. Kuhn bu durumu rakip paradigmaların “eş-ölçülemezliği” olarak tanımlar.
BDY’nin basımı sonrası, dönemin birçok bilim felsefecisi, Kuhn’un bilimsel gelişim açıklamasını akıl-dışı ve görelilikçi olmakla eleştirir. Kuhn, kendisine yönelik bu tür eleştirileri reddederken, bu eleştirilerden kısmen kendi muğlak anlatımını sorumlu tutar. Kuhn, kendi anlatımındaki bu muğlaklığı ortadan kaldırmak için kariyeri boyunca uğraşmıştır. Bu süre boyunca, BDY’deki birçok düşüncesinden vazgeçtiğini veya onları yeniden formüle ettiğini belirtir. Kuhn’un özellikle, 1980 sonrası yazılarında bilimsel etkinliği dil üzerinden yeniden açıklamaya çalıştığı ve eş-ölçülemezlik tezini kısmi ve yerel bir biçime dönüştürerek bilimsel değişimi tedrici ve sürekli bir halde açıkladığı gözlenmektedir.
İlk olarak, dönemin mantıkçı pozitivistlerinden Charles Morris’in editörlüğünü üstlendiği International Encyclopedia of Unified Science adlı ansiklopedi için hazırlanan BDY, The Times Literary Supplement tarafından, İkinci Dünya Savaşından sonra yayınlanan en etkili 100 kitaptan biri olarak gösterilmiştir. Kuhn, BDY’nin önsözünde, ansiklopedideki yer kısıtları nedeniyle birçok konuyu eksik bıraktığından şikayetle okuyucuya kitabın daha uzun bir versiyonu için söz verir. Fakat Kuhn, vefatından iki yıl öncesine kadar üzerinde çalışmakta olduğu bu kitabı bitirememiştir.
Bugün “bilim tarihi ve felsefesi” adıyla anılan alanın doğuşuna da öncülük eden Kuhn’un, BDY sonrası yayınladığı makalelerin büyük bir kısmı, The Essential Tension (1977) ve The Road Since Structure (2000) adlı derlemelerde yayınlanmıştır. Kuhn’un, The Essential Tension kitabı Asal Gerilim adıyla Türkçe’ye çevrilmiştir. Fakat Kuhn’un özellikle 1980 sonrası yazılarının yer aldığı The Road Since Structure kitabı henüz çevrilmemiştir. Bu bakımdan, Türkiye akademi çevresinde Kuhn’un BDY sonrasında geliştirdiği pozisyonu yaygın olarak bilinmemekte ve bu konudaki tartışmalar eksik kalmaktadır. Dilerim bu kitap yakın zamanda Türkçe’ye çevrilir ve ülkemizde bu konuda olan tartışmalara yeniden ışık tutar.
BİLİMSEL DEVRİMLERİN YAPISI, Thomas S. Kuhn, çev. Nilüfer Kuyaş, Kırmızı Yayınları, 2006.
0 yorum:
Yorum Gönder