Sessizlik Mektupları (Erdem TEZBAŞARAN)

Yusuf Atılgan söz konusu olunca yazmaya nasıl cüret eder insan? Bir vebaymışcasına tiksindiği “eli poşetliler”in kalıpları kullanılmaksızın ortak bir zeminden nasıl hitap edilebilir kamuya, hele böyle bir “sloganlar” çağında? İşte başkişisinin dert edindiği bu çekinceler gereği böyle bir zorluktan seslenen “Sevgili Halil Kardeş: Köye Mektuplar”, edebiyattaki önemi tartışılmaz bir yazarımızın mektuplarından derlenmiş bir kitaptan -ortalama- beklentimizi tersyüz edecek denli sıra dışı bir toplam. Asıl şaşırtıcı olan, bunu, Yusuf Atılgan’ın en mahrem sırlarını ifşa ederek değil, onu tüm sıradanlığıyla, olduğu gibi sunarak başarması. Ne eksik ne fazla! Kaldı ki bu mektuplar; her yazı pratiğinde soyut bir okur kitlesine de bilinçli ya da bilinçsiz konuşmayı alışkanlık haline getirmiş yazar mektuplaşmalarında çoğunlukla rastlananın aksine, yalnızca ve yalnızca köyden güvenilir bir dost, Halil Şahan’a konuşuyor. Haliyle, işinin olmadığı bir yere davet edilmek biz okurları daha da heyecanlandırıyor.

Edebi Şeyler’den Mart ayında çıkan kitap, birçok köylünün şahsen tanışmamayı salık verdiği “bizim deli” ile mektuplaşma ayrıcalığına erişecek kadar ahbap, edebiyat düşkünü bir öğretmen Halil Şahan’ın son derece sade, içten ve temkinli sunuş yazısıyla açılıyor. Nitekim ondan öğrendiği en önemli değerler arasında “insan olabilmek için ikiyüzlülükten uzak durmayı ve doğal davranmayı” sayan Halil Hoca, kimin hakkında ne yazıyor olduğunun tamamıyla bilincinde. Dolayısıyla kendi Yusuf Atılgan algısını bu anlayış doğrultusunda, ne gereksiz övgülere başvurarak ne de tatlı yergilerden kaçınarak, yerinde ve samimi anekdotlarla çatıyor. Bu açıdan, bizim için bir sır küpü görünümündeki Yusuf Atılgan imgesini netleştirmek adına, bir edebiyat tarihçisinin incelemesinden daha insani ve sahici duruyor elimizdeki kitap.

Mektuplar, haber alma-verme işlevlerinin fazla dışına taşmadan yazılmışlar gibi görünmelerine karşın yakalamak isteyenlere yazarın derin karakter özelliklerinin ipuçlarını kolayca sezdiriyor. Gerçekten de içerikler, Yusuf Atılgan’ın, en zayıf noktalarıymışcasına herkesten saklamaya çalıştığı olağan davranışları hakkında kilit bilgilerle dolu ama üslup o kadar doğal ki, eserleri hakkında hayli doğurgan bir ikincil edebiyat kurulmuş yazar bu mu diye sormadan edemiyoruz. Aslında birçok şaşmaz alışkanlığa saplandığını da görüyoruz: Düzenli şekilde annesini sorması; tarlalardaki durumu, hasadı, havayı merak etmesi; oğlunun büyüyüşünü haber vermesi… Ama asıl sıra dışılık, bu denli konuşulan bir yazar iken böylesine basit mektupları kaleme almak değil mi? Yine de basit deyip öylece geçemiyoruz, çünkü okumalarını yazarın şahsı ve eserleri arasındaki organik bağlar üzerinden yapmayı sevenler için çok ince ayrıntılar sunuyor kitap, gören gözlere.

Öncelikle ısrarcı bir pedagog niteliği gözümüze çarpıyor. Muazzam entelektüelliğine (misal Joyce’u aslından okuyabilmesine…) karşın tumturaklı söz ve davranışlara, yapaylığa düşman bu adam, asla bilgisini satmaya çalışmıyor, fakat beslendiği kaynakları paylaşma bakımından fazlasıyla cömert. (Daha da önemlisi tahakkümden uzak.) Neredeyse her mektupta, Halil Hoca’nın da gayet hevesli olduğunu düşünürsek, aralarındaki yoğun kitap trafiğine şahit oluyoruz. Bu kararlı tutumu, hacmen küçük fakat içerik açısından kolayca tüketilemez külliyatı ile birlikte ele alındığında Borges’in “Okumak, yazmaktan daha medenidir” düsturuyla yaşayan bir insan söz konusu.

Eserlerinde dünyanın zar zor fark edebildiği insanları başkahramanı yapmasına rağmen tüm insanlığı kuşatabilen anlatılar yaratarak parçadan bütüne ulaşmaya çalışan Yusuf Atılgan’ın, üst tondan konuşan yazarlık kimliğinden ziyade günlük hayatının ilişkilerine ve sıradan dertlere önem vermesi de mektuplarda belirgin. Uğraştığı tüm entelektüel edimlerini “ekmek parası” mütevaziliğiyle sunan biri var önümüzde. Halil Şahan’dan öğrendiğimize göre Heidegger’in hocası Husserl’i de okumuş olan Atılgan, dil konusunda da benzer bir fenomonolojik tutumluluğa sahip. Wittgenstein’ın deyişiyle “üzerine konuşulacak şeye dair boş laflar etmek yerine susuyor.” Bu bir pasiflik hali değil. Fazladan konuşmayıp kısmen sessiz kalması (böyle bir şeyi mektup formunda nasıl anlarız, ama açıkça anlıyoruz), esasen sayfalarca yazı döşemesinden daha kıymetli.

Bu noktada, durgun politik tutumunu da Halil Şahan’ın aktardıklarından öğreniyoruz, kesinlikle ölümüne kadar “sol” bir görüşte. Fakat gerek bulunduğu köyün dedikoducu müzevirliği gerek 45 yılında girdiği hapiste ihtimalle yaşadığı ya da tanık olduğu işkenceler sebebiyle (Canistan’ın ilk adı İşkence’dir) susmayı da katlanılması gereken bir alışkanlık haline getirmiş. Öyle ki 15 Eylül 1980 tarihli bir mektupta, bünyesinde çalıştığı ve muhtemelen sıkıyönetim sebebiyle bir ay geç çıkacak “Sanat Olayı” dergisinden söz ederken dahi darbenin d’si zikredilmiyor, bunu ancak tarih sayesinde sezebiliyoruz. Fakat Kafka’nın, günlüğüne “Almanya Rusya’ya savaş ilan etti. Öğleden sonra yüzme okulu” yazması gibi umutsuz bir küskünlük değil, sert bir suskunluk göze çarpıyor tüm yazıları boyunca. Durmadan beylik söylemler üretmeye çok yatkın siyasal yaşamımızda böylesi keskin bir duruş, her düşünürün harcı değil, hele ki anlatacakları şiddet dolu olabilecek potansiyelde iken. Kısacası mektuplarda sustuğu, silikleştiği, sakladığı kadarıyla büyüyor Atılgan.
Kitap, bu denli ayrıksı bir derlemeyi hazırlamaya karar vermiş olan Burak Fidan ve Ahmet Güntan’ın Halil Şahan ile yaptıkları samimi bir söyleşiyi de içeriyor. Bu kısımda özellikle Yusuf Atılgan’ın günlük yaşamına, yazma pratiğine, köylülerle ilişkilerine ve köyünün çehresini ne kadar etkilemiş olabileceğine dair özgün gözlemlerle karşılaşıyoruz.

Edebiyat eserlerine salt yaratıcılarının yaşamları doğrultusunda yaklaşmak, okumalarımızı sınırlar. Fakat biz Yusuf Atılgan’ın hayatına bu şekilde teğet geçmişken Aylak Adam’ı, Zebercet’i daha farklı gözlerle yorumlayacağımız kesin. Çünkü artık biliyoruz ki görünüşte susan o karakterlerin ardında bir başkası daha var, onun da ardında olasılıklarla açılabilecek gürültülü bir sessizlik.

SEVGİLİ HALİL KARDEŞ: KÖYE MEKTUPLAR, Yusuf Atılgan, Edebi Şeyler Yayınları, 2014.

0 yorum:

Yorum Gönder