Bir Mektup Roman Olarak İnsancıklar ve Kâğıt Karalayıcılarının Görevi (Pınar GÜNER)

18. yüzyılın sevilen türü mektup roman, doğallık, sahicilik ve gizlilik duygusu bakımından günceye benzer. Okurda başkasının mahrem yazısını bilinçli olarak okumanın; anlatıcıda ise mektubun başkasının eline geçip de olayların seyrinin değişebilme ihtimalinin heyecanı vardır sanki. Öte yandan günceden farklı olarak bir başkasına yazılmış olduğundan salt yazanın değil, yazıldığı kişi ya da kişilerin karakterlerini de yansıtır. Her mektup ayrı bir sahnedir.

Karakterlerin düşünce, tutum ve davranışlarındaki değişimleri yansıtmak için birebir olan mektup romanın, Dostoyevski’nin (1821-1881) ilk romanı “İnsancıklar” (1846) için seçtiği tür olmasına şaşmamak gerekir; çünkü onun karakterleri yalnızca zaman içinde değil, anlık duygusal değişim gösteren, çelişki yumaklarıdır.
   
İnsancıklar’ın başlangıcı, ahlâkçı ve psikolojik yaklaşımla kadın-erkek ilişkilerini, bu ilişkilerdeki değişimleri yansıtan mektup roman türünün ilk örneklerinden olan Samuel Richardson’ın efendisine direnen genç hizmetçi kızın hikâye edildiği Pamela (1740) romanına benzer. Roman, kırklı yaşlarında, altıncı dereceden memur Makar Devuşkin ile kendinden yirmi yaş küçük olan uzak akrabası Varvara Alekseyevna’nın mektuplaşmalarından oluşur. Bu mektuplarda, Varenka’nın anı defterinden bölümler ile Ratazyayev’in, romanın işlemesi gereken konular bağlamında ironik biçimde kullanılan (tarihsel) aşk-tutku romanlarından alıntılar da yer alır.
   
Üst kurguda Makar’ın Varenka’ya babacanlık ile uzak bir âşıkta yalnızlığını giderme arasında gidip gelen duyguları varsa da, yoksulluk romanın tüm hücrelerine sinmiştir. Çerniçevski’nin saf akılcılığı savunan Nasıl Yapmalı kitabına tepki olarak 1864’te yazacağı ve roman à thèse’in en iyi örneklerinden biri olarak kabul görecek Yeraltından Notlar’ın yazarının, bu ilk romanına da; hikâyecilerin güzeli değil, yaşamdaki en gizli saklı şeyleri kazıp çıkarmalarına ilişkin Odoyevski’den bir alıntıyla başlaması tesadüf değildir. Karşımızda, romanın içine tezini doğallıkla yedirmedeki başarısı üstün bir yazarın ilk ayak sesleri vardır.

Hareket halinde verilen karakterler ise, tıpkı yeraltı adamı gibi, aklın insan eylemlerinde en belirleyici yönlendirici olmadığını göstermek için vardır sanki. Kibirsiz ama gururlu hâllerinden bir şey yitirmemelerine karşın, Makar gibi baş karakterlerinin Tanrı vergisi yoksullukları arttıkça erdemleri azalır, iradeleri güçsüzleşir, kimi zaman bambaşka birine, ötekine dönüşürler. Onun romanlarında, zaman içinde karakterlerin gelişim gösterdiği Bildungsroman’ın tersine, karakterlerin dramatik biçimde mahfına tanık oluruz.
   
Yüce gönüllü ekselanslarının önünde Makar’ın düğmesinin yuvarlandığı bölüm İnsancıklar’ın en etkileyici sahnelerindendir. Gülünçlük ve sahicilik biraradadır. Dostoyevski’nin romanlarında Makar’ın bir yerde söylediği gibi ‘yarı şaka yarı ciddi’ bir anlatımdan söz edilebilir; ama ortaya çıkan sonuç, ahlâki ve felsefi bir deneye girişmiş gibi, yoksulluğun topyekûn vücut bulması olduğundan pek de ‘komik’ sayılamaz.
   
Makar, belki yüz yüze olsa söyleyemeyeceği yalanları mektup yazarken  kolaylıkla söyler. Mektup roman türü, karakterlerin birbirinin yazdığı metnin eleştirmenliğini yapmalarına zemin hazırlaması bakımından da epey ilginçtir. Makar ile Varenka birbirlerinin mektubunu, uyandırdığı duygu kadar üslûpta şiirsellik veya iyileştirme gereği gibi hususlarda da ele alırlar. Metin bağlamında okur, yazar ve eleştirmen rollerinin bütünü onlarda toplanır. Mektuplardan biri başkasının eline geçtiğindeyse alay konusu olurlar.
   
Makar’ın Puşkin’in eserlerinin bütünü için, özellikle İstasyon Memuru hakkında ‘insan bütün yaşamının bir kitaba aktarılıverdiğini [anlıyor]’ şeklinde övgü dolu yorumlarda bulunmasına karşın, Gogol’un Kaput’una yönelik eleştirel yaklaşımında, Sibirya’da kürek mahkûmiyetinin altında yatan nedenlerin izlerini aramak mümkündür. Buna karşın İnsancıklar’ın bütününde Gogol etkisi hissedilir.
   
İnsancıklar ünlü eleştirmen Belinski’nin beğenisini kazanmasına rağmen, Dostoyevski hayattayken Tolstoy ve Turgenyev  gibi çağdaşlarının tersine Batılı okurlarca keşfedilmemişti. Bazı Fransız eleştirmenlerce ve kendi ülkesinde Suç ve Ceza’dan başka dikkate değer bir yapıt vermemiş, yayıncısı Strahov’a göre ise ‘aşırılıklarla karmakarışık bir duruma sokulan [yapıtların]’ yazarı olarak değerlendirildi. Özellikle Ecinniler gibi romanlarındaki bilmecemsi unsurlar, olay örgüleri, tür belirsizliği, birden fazla baş kişinin kullanılıyor olması gibi nedenler, o günün eleştirmenlerine alışılmadık gelmiş olsa da; zamanla modern edebiyatın ünlü yazarları tarafından sıklıkla kullanılan meziyetler halini aldı.
   
Zaman, Dostoyevski’nin yapıtlarını -çağdaş yaşamımızın en acı veren ve köklü sorunlarını ele aldıkları için- eskitemedi. Sibirya’dan değişerek döndükten sonra bile savunduğu evrensel kardeşlik ilkesi, adalet ve barışın sağlanması için gerekli acıma ve yardımlaşma duygusu kuşkusuz hiç eskimeyecek. İnsancıklar’da dediği gibi, belki de ‘Kâğıt karalayıcıları [yoksulları] zavallılığından kurtaramaz ama onların içinde dışında ne varsa ortaya dökmeli, tek bir gizli köşe bırakmamalıdır.’



İNSANCIKLAR, Fyodor Dostoyevski, (Çev.) Nihal Yalaza Taluy, Varlık Yayınları, 2012.






0 yorum:

Yorum Gönder