Kalıcılığın Büyüsü ve Ömürlük Serüven (Melike UZUN)


Yaşar Kemal’in kitaplarını ilk kez okuduğum yıllar bir serüven hissi bıraktı bende. İnce Memed’le başlayıp Orta Direk, Yer Demir Gök Bakır, Ölmez Otu’yla süren bir serüven.  Sanırım 1989 yılıydı, Milliyet Sanat bir Yaşar Kemal eki vermişti. Şimdiki gibi kuşe kâğıda alışık değildik. Saman kâğıt üzerinde, görmeyen gözü iyice belirgin olarak çizilmiş, karakalem bir Yaşar Kemal portresi. Portrenin yanında da bir pamuk dalı vardı yanılmıyorsam. O yıllardan itibaren edebiyatımızda Çukurova, toprak, pamuk dendiğinde ve hatta destan, ağıtlar söz konusu olduğunda Yaşar Kemal’i hatırladık hep.

2014’e geldik.  Aradan yirmi yıldan fazla zaman geçti. BirGün Kitap ekibi yazar üzerine dosya yapma kararı alınca, ilk dosya konusu için tek isim vardı karşımızda, tartışmasız: Yaşar Kemal.

Elime Deniz Küstü’yü alarak Yaşar Kemal’in kalıcılığı, okur üzerindeki etkisi üzerine düşünmeye başladım. Ben Deniz Küstü’yü okurken polislerin 2013 Haziranında Kızılay’da vurduğu Ethem Sarısülük’ün duruşması oldu.  Mahalle esnafı ve polislerin döverek öldürdüğü Ali İsmail Korkmaz’ın davası peşi sıra geldi.  Zulmedenlerin zulmünü mahkemeler, gazeteler, televizyoncular savunuyordu.  “Adalet”in suçluları koruduğunu görüyorduk. 

Ben bu arada Deniz Küstü’yü okumayı sürdürüyordum.  Romanın kahramanı Zeynel, İhsan’ı mahalle kahvesinde öldürdü. Kaçmaya başladı. Bu arada Amerika’ya ithal edilen balık yağları için Marmara’daki yunuslar katlediliyordu. Yine romanın kahramanı Selim balıkçı, öldürülen yunuslar için hükümet makamlarına dilekçe veriyor, balıkçıları ikna etmeye çalışıyor ama alayla, umursamazlıkla karşılaşıyordu.

Tam bu sırada Soma’yı duyduk. Kimsenin kayıtsız kalamayacağı bir katliam. Suçlular gözümüzün önünde. Aynı Ali İsmail’i, Ethem’i öldürenler gibi. Ama yine gözümüzün önünde, gözümüzün içine baka baka bunca insanın ölümü doğalmış gibi beyanlar verildi.  Hiç kurtulmadığımız “haksızlığa uğradığımız” duygusuna daha güçlü tutulduk.  Bunca yıldır yaşatılan, bugünlerde iyice yoğunlaşan bu duyguyla Yaşar Kemal’in kahramanlarını daha iyi anlıyordum. Zeynel ve Selim için iki yol vardı: Ya sinerek yaşamak ya da karşı gelmek. Haklarını burjuva hukuku içinde aramaya çalıştıklarında kapılar yüzlerine kapanır. Tek bir yol kalır: Karşı gelmek, başkaldırmak.  

Yaşar Kemal, bu toplumdaki tükenmeyen adaletsizlik ve ezmeye maruz kaldığında bireysel adaletini tecelli ettiren insanları anlatır. Bu insanlar yaşadığı haksızlık karşısında kendi adaletini var eder, bir yandan çok korkarken bir yandan  “öfkelerinin gücüyle”  korkusuzlaşırlar.  Bir halk kahramanını anlatmaz Yaşar Kemal, halk tarafından söylencelerle kahramanlaştırılan ya da cani ilan edilenleri anlatır. Ancak mesele, bu kahramanların, her durumda, toplum düzeni ve bu düzeni temsil edenler tarafından çileden çıkartılıp başkaldırmış ve düzeni hiçe saymış olmalarıdır.  Deniz Küstü’nün kahramanı Zeynel ve Selim çok naif olmalarına rağmen ikisi de katil olmuşlardır.

Yaşar Kemal’in kahramanları yalnızca bir mücadeleyi anlatmak için kurgulanmış tipler değildir. Bu açıdan bakıldığında onun roman karakterleri düz değil katmanlıdır; çok yönlü okumalara açıktır her zaman.  Selim, yunuslarla yoldaşlık eder,  öyle ki bir denizkızına sevdalandığı ve ondan çocukları olduğu haberi yayılır. Tek düşü bir köşk yapmaktır.  Bu yüzden hiç harcamadan para biriktirir. Adı cimriye çıkmıştır. Köşk yapmak için beğendiği arsalara ağaç diker. Sanır ki ağaç diktiği arsa kendisinindir.  Zeynel çocukları bir katilden beklenmeyecek kadar çok sever, banka soyarak elde ettiği parayı çocuklara dağıtır.

Deniz Küstü’nün beklenmedik ve çarpıcı sonu insanların “kendi içinde tutarlılığını yaratmış ve belirlenmiş normlarla oluşan ama hep bir kesimin aleyhine işleyen toplumsal düzen”in kurbanı oldukları düşüncesini güçlendirir.

Romanın gerçekçi içeriği klasik-gerçekçi edebiyatın keskin kalıplarından uzaktır. Kahramanların,  Zeynel ve Selim’in hikâyeleri halk içinde kulaktan kulağa yayılırken bir masala dönüşür.  Bu masal romanın gerçekçi düzlemini yavaşça, hissettirmeden başka bir noktaya kaydırır. Bu nokta romanların atmosferine büyü salar.  Bu,  bence kalıcılığın da büyüsü olur.

Yaşar Kemal, yıllar boyunca kırsalı ya da kırsaldan şehre göç edenleri sıkıştıran toplumsal düzeni anlattı.  Yalnızca toplumu değil, belirlenmişliğe karşı koymak için çırpınan bireyi konu edindi. Tüm bunları klasik gerçekçiliğin kalıpları dışında bir üslupla ele aldı. Yaşar Kemal işte bu yüzden kuşaklar boyunca Türkçe’de ve başka dillerde okunacak. 

Ama başka bir gerçek daha var ki kahramanına şu sözleri söyleten yazar bazen sadece bunun için baş tacımız olacak:

“O polislerin gözlerini gördün mü?” diye sordu Selim balıkçı. 
“Gördüm,” dedim.
 “Delirmişler,” dedi. 
 “Çok tuhaf, delirmişler,” dedim. 
“İlk bakışta bana da öyle geldi.” “Çok bilirim,” dedi Selim balıkçı, “bu gözler kana susamış insanların gözleridir. Çok gördüm, hep böyle, öldüreceklermiş gibi bakarlar… Hep böyle… Korktum. Hasan Beyee…” 
 “Ben de korktum.” 
“Bunlar birilerini öldürmeye hazırlanıyorlar, öyle değil mi?” dedi Selim balıkçı. 
“Öyle,” dedim. “Arkalarında da iktidar.” 
“Vay anasını,” dedi Selim balıkçı. “Gerçek mi?” 
“Gerçek,”dedim. “
İyi ki çocuğum olmadı,” dedi Selim. “Olsaydı bunlar öldürürlerdi.”

DENİZ KÜSTÜ, Yaşar Kemal, Yapı Kredi Yayınları, 2014.




0 yorum:

Yorum Gönder