Mecbur İnsan: Hak ve Başkaldırı (Şükrü KELEŞ)

Mecburlar, insanın içindeki başkaldırının eylemcileridir. 

Yaşar Kemal

Hak, bireyle toplum arasında kurulan sözleşmenin bir parçası. Böylesi bir sözleşmenin varlığı bile bireyin kendi hayatı hakkında kararlar almasıyla, gelecekle ilgili planlar yapmasıyla koşut. Biliriz ki, özgürlük alanı hakların kullanımıyla genişler. Hak dediğimizde çift yönlü olarak bizle iktidar arasında kurulan şey, muğlak olmayan bir iyiyi, insan olmanın/kalmanın biricikliğini kollayıp gözettiğinde “insan onuru” denilen o yüceliği hissetmek daha bir olası sanki. 

Hak, -mecburen- başkalarından istenir ya da başkaldırıldığında alınır.

Haksızlığa karşı çıkma, direnme, başkaldırı, hakkın geçici ya da sürekli bir biçimde kesintiye uğruyor oluşundandır çoğu zaman. Bu bağlamın kilit kavramı istemedir. İstemenin ‘bilme’ ile birlikte insanı insan yapan iki temel unsurdan biri olduğu kabul edilir, hatta insanın bilmeye, istemeye mecbur olduğu söylenebilir. 

Yaşar Kemal, dünya öküzün boynuzunda değil, mecbur insanın sırtında dönüyor, der. Yazarın başyapıtlarından biri olan İnce Memed’in kahramanı hakkını savunan, başkaldıran, isteyen, bilmek isteyen, bildikçe karar alan, uygulayan mecbur insandır. Eylemi tasarlayıp gerçekleştiren kişidir mecbur insan. Dünyayı kuran, değiştiren, geliştiren, kötüye karşı koyan, bu yolda ölenler mecbur insanlardır hep.

İnce Memed, mecbur insandır. Hatırlayalım, güçlünün hukukuna başkaldırır İnce Memed. Dönemsel olarak tanımlanmış bir hukuk sistemi içinde feodelleşen toprak mülkiyet sistemine karşı köylünün başkaldırısıdır yazılan. Beş köy sahibi Abdi Ağa, zalımdır… Hükümete çok uzak bir yerde, çevresi uçsuz bucaksız topraklarla yalıtılmış köyün tek otorite figürüdür. İnce Memed, Ağa’nın çiftini sürer, çakırdikeni köpek gibi dalar bacaklarını, her gün dayak yer Ağa’dan, her bir yanı dökülür ağrıdan ve sonunda dayanamaz köyden kaçar.

Yanında deniz olan bir köy olduğunu duymuştur bir yerden, işte biraz da o yeri bulmak için kaçar köyden.

Uzaktadır köy, oraya ulaşması için en az on beş gün yürümesi gerekecektir İnce Memed’in. Bir belirsizliğe doğru yol alırken yavaş yavaş ‘soylu/toplumsal’ bir eşkıya olacaktır. Yaşadığı köyden uzaklaştıkça büyür… Başka köyler, kasabalar görür, çarşılar gezer. Öğrenir ki, ağası olmayan köyler de var, az çok herkesin olan tarlalar, dükkânlar var… Kafası almaz, inanamaz. Topraksız bırakılan kendi köylüsünü düşünür sonra, onları nasıl topraklandıracağını, öküzlerine nasıl sahip olacaklarını, haklarını nasıl kollayacaklarını düşünür. Onu geleneksel eşkıya olmaktan kurtaran mecbur insanın özelliklerine sıkı sıkıya bağlı oluşudur. Serinin ilk cildi böylesi bir bilincin olgunlaşma hikâyesini anlatır.

İyi ile kötü arasındaki savaşın peşine düşeriz bu epik anlatıda. Dört ciltlik İnce Memed serisinde ilkeleri birbirinden farklı eşkıyaların dünyasına tanıklık ederiz. Bir tarafta köylülerin şahini olarak anılan soylu/toplumsal eşkıya İnce Memed, diğer tarafta soysuz/klasik eşkıya olarak bilinen Deli Durdu, Kalaycı... Toplumsal eşkıya suç işlememiştir, bir haksızlığın kurbanı olarak ortada bırakılmıştır. Egemen, toplumsal eşkıyanın hemen her eylemini suçlu bulur, halkın desteğini arkasına alan soylu eşkıya, haksızlıkları düzeltir, zenginden alıp fakire verir, kendini sevdirir, sevdirdikçe kabul görür. Serinin sonraki ciltlerinde eşkıyalığının yanında ayrıca, başkaldıran bir devrimci özelliği de kazanır İnce Memed.  
  
Serinin yazımı otuz yılı aşkın bir zamanda tamamlanır. Kitapta Çukurova’nın öyküsünü okuduğumuz kadar, toplumsal eleştiriyi ve insana kıyan adaletsizliği, hukuksuzluğu da okuruz. Roman, ahlaki değerleri ele alması bakımından özgün, evrensel bir anlatı. Tek taraflı bakış açısının ötesine uzanır Yaşar Kemal. Yönetenleri, yönetilenleri, ezilip aşağılananları, sisteme birbirinden farklı düzeylerde bağlanmış onlarca karakterin iktidarla kurduğu ilişkiyi olabildiğince gerçek bir biçimde ortaya koyar. Süregiden toplum biçimini korumak için ağaya yakın çevrelerin gösterdiği çabaya da el atar, Ağa’nın dokunulmazlığından kendine pay çıkaranların savunusuna yer verir. Bunun ötesinde, bir işin sonucunda zarar görecek olanın kimler olduğunu önemsemeksizin yapılacak işe baş koymuş insanların ödev bilincini de ayrıca irdeler. Örneğin Topal Ali, iz sürmeden edemediğinden köyden kaçan İnce Memed’i hiç istemediği halde yakalatır. Ardından gelip tokatlasın vicdanın sesi… Kurtulamaz bundan, kendisiyle hesaplaşıp durur Topal Ali.

Odak sıklıkla kayar romanda. Kapitalist sistemin eleştirisi anlamında değil, daha çok hakların gasp edildiği, yok sayıldığı koşullarda insanların istemelerinin gerçekleşmemesi, yaşamın kısıtlanması ve yeni yolların arayışı anlamında. Haklar ne kadar korunup kullanılabiliyorsa özgürlüğün kendine o kadar yaşam alanı açabildiği örneklendiriliyor gibidir. Ezilenlerin ahlâki bakımdan kendilerinden beklenen eylemlerinden aksi bir yönde davranmaları, örneğin korkup haklarından feragat etmeleri, zaman içinde değişime direnmeleri serinin diğer kitaplarında ele alınır. Kalabalık bir grup karakter için değişimin kolay olmayacağı, bunun aslında ne kadar güç olduğu sözlü geleneğin tüm birikiminden yararlanılarak verilir. Romandaki çatışma, kalabalığın gelenekselliğiyle ezber bozan kişisel sesler arasında ustalıkla kurulur. 

İnsanlık adına, köylü adına gerekli çıkarsamaları yapan, hemen bağlandığımız şahane bir karakter yaratmış yazar, Hürü Ana. Romanın başkaldıran kahramanlarından biri olan bu kocakarı, gözü pek, deli bir yalım… Coşkulu. İnce Memed’in yapıp ettiklerine hayran. Hürü Ana, ağzı bozuk, küfreder, söyler, söylenir durur Ağa’ya, candarmalardan dayak yer bazen, kaburgalarına sakız basar. Yerinde durmaz, duramaz köylüyle konuşur, köylüye İnce Memed’i anlatır durur hep. Bir ekin mevsimi Abdi Ağa, İnce Memed’in korkusundan arkasında beş köyü birden bırakıp kaçar, akrabalarından birinin yanına sığınmak zorunda kalır. Ağa uzaktan da olsa otoritesini hissettirir, köylüyü korkutur, hasat sonrası kendi payını –mahsulün üçte ikisini istetir. Artık böyle gitmeyecek der kocakarı, ak saçlarını kınalar o yıl. Sandığından çıkardığı boncukları takıp takıştırır, ipekten fistanını giyer, türküler söyleye söyleye ev ev dolaşıp köylüyü Ağa’ya karşı kışkırtır, ekinlerini vermemelerini öğütler. Köylü, ‘Hürü toy oldu’, der, açık saçık türküler…  O türküleri duyduğunda yüzleri kızaran genç kızlar… Bir canlanış, diriliş… direnişin cazibesine vurulmamak mümkün müdür hiç!? Tüm köylü Ağa’ya, ağalığa karşı birlik olup direnir.

Geleneksel bir anlatıdır İnce Memed, evet ama bu kadar değil, buna yaslanmış değil sade. Kitap, insanı kuşatılmışlığından kurtaracak düşünce ve değerlerin yaratıcısı olabildiği bilgisiyle de yüklü bence. Anlatının bu yönü gelenekselliğinin dışında felsefi bir zemine taşıyor romanı. Bu bağlamda kitap, yaşamın adil bir yaşam sürme olanağı tanımadığı koşullarda bile insanın çaresiz olmadığını hatırlatıyor.

Kitabı bugün okuyan okur, yaşadığımız dönemin izlerini tanıyacak kuşkusuz. Otoritenin zorbalığı tehlikelidir, kabul. İnce Memed’in hakkını aramak için başkaldırmasından, evrensel olarak mecbur insanın kötülüğe karşı eylem seçeneklerini arttırmanın yollarını arayan kişi olduğunu düşündürmesinden anlıyoruz ki, tarih üstü konumundaki yerini kaçınılmaz bir biçimde hak ediyor bu roman.

0 yorum:

Yorum Gönder