Nisan 2014’te Kanguru Yayınları arasından çıkan Yalnızlık Yengen Olur, daha önce iki
şiir kitabı yayımlanan şair Onur Akyıl’ın
on dört öyküsünden oluşan bir ilk öykü kitabı. Kitabın ilginç adı, daha baştan
okura sarsıcı içerikteki öykülerle karşılaşacağı izlenimini vermekle birlikte,
öykülerin genelinde varlığını hissettiren yalnızlık temasının ipucunu da
taşıyor.
Onur Akyıl bol ödüllü bir şair ama bir öykücü olarak
da Biten adlı öyküsüyle 2013’te Nihat Akkaraca Öykü Ödülü’nü almıştı. Biten’in
de içinde yer aldığı Yalnızlık Yengen Olur, yalnızlığın yanı sıra,
ayrıksılığın, ötekileştirilmenin, tutunamamanın, ölümün, kısacası yaşamın
kıyısında yer almış olmanın halleri üzerine yazılmış öykülerden oluşan bir
toplam. İsyanı ve direnişi duyumsatan, uyumsuz olmayı, uyumsuzluğu
içselleştirenleri anlatan, karakterlerini sıra dışı yaşamlardan seçen, acının
değil ama ezilmişliğin sesi olan, yani anlatının merkezine ötelenmişliği,
kırgınlığı, kaybedişi koyan öyküler bunlar.
Özellikle intihar, bir izlek olarak sıkça yer alıyor
öykülerde. Örneğin Biten’in karakteri Malum, terk edilmenin acısıyla kendi
içine kapanıp, bir anlamda ölümü seçiyor. “Senin anlayacağın sakin ölmekte
fayda var...” diyen Aslında’nın anlatıcısı, hesaplaşmasını bu sözlerle
bitirirken intihar tercihini sezdiriyor. Çok’un anlatıcısı “yalnızlık yengen
olur; nikâh memurumuz intihar,” derken, Hayat’ta, Strasbourg Caddesi İntiharı’nda
ve Lütfü Bey’in Tecrübe Meselesi’nde, intiharın kendini güçlü biçimde
duyumsattığına tanık oluyoruz. Her biri için esasında yaşamla hesaplaşma
öyküleri denebilecek bu metinlerin ortak yanlarından biri olarak intihar; bırakmanın,
vazgeçmenin, umudu yitirmenin simgesi olarak da öyküleri birbirine bağlıyor.
Diğer yandan öyküler, yoğun şiirsel özellikleri ile
Akyıl’ın şiir dilinin anlatısına yansımalarını da gösteren metinler olarak ele
alınabilir.
Şiirde öykülemenin varlığıyla, öyküde şiirselliğin izleri,
tartışılagelen bir konu. Bugün de şiirin ve öykünün yoğun alışveriş içinde
olduklarını söyleyenler olduğu gibi, bu iki türün birbirinden farklı yollardan
ilerlediklerini ve ilerlemeleri gerektiğini savunanlar da var. Şiirsel dil
öykünün değerini düşürür mü? Peki anlatımcı şiire karşı mı olmak gerekir? Ayrım
bu kadar keskin olmasa da üzerinde uzlaşılan yaygın düşünce, sıra türleri
tanımlamaya geldiğinde daha belirgin olarak ortaya çıkar. Şiirin anlatmaya
girişmediğinin, öykünün ise kendini anlatma üzerine kurduğunun bilindiği tartışmada
sorunsal, nazım-düzyazı ilişkisi temelinde, türlerin birbirlerinin hangi
özelliklerini ne kadar ödünç aldıklarıyla ilgilidir.
Nasıl ki “hikâyesi olan şiirler” yazıldıysa ve
yazılıyorsa, öyküde de şiirin olanaklarından faydalanmak söz konusu olacaktır,
olmalıdır. Bugün edebi türlerin birbirleriyle ilişkilerini tarif ederken,
aralarındaki kesin sınırların silikleştiği, geçirgenliğin arttığı görülüyor ve
dile getiriliyorsa, şiirin kimi biçimsel özelliklerini öyküye taşımak da öyküyü
klasik anlatımdan çıkarmanın bir yolu olarak düşünülebilir.
İşte Yalnızlık Yengen Olur’daki öykülerin anlatıda
tam da böyle bir tutum içinde olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz; öykülerin
konuları dile döküldüklerinde, sessel bir ahenkle ilerleyen anlatım, imge-yoğun
ve lirik söylemle el ele vermişler.
Anlatayım Melahat kitabın ilk öyküsü, ancak diğer
öykülerin isimlerine dikkat edilirse, sırasıyla şu başlıktaki öykülerin kitapta
yer aldığı görülecektir: Olan, Biten, Her Şey, Aslında, Çok, Saçma, Fakat,
Hayat, Böyle, İşte.
Bu, kitap boyunca göze çarpan oyuncul kimi buluşlara
iyi bir örnek. Yazar sözcüklerle oynamayı, onları seçip elemeyi, karşı karşıya
getirmeyi sevdiğini duyumsatıyor okura:
“Konuşurken birer yudum değil de, içerken birer cümle.”
(s.26)
“İnsan sevişince bir yere varmıyor. Geriliyor tarih.
Hem geriliyor, hem geriliyor.” (s.33)
“…hatta kendinden geçerek etkinlik sonunda mini bir
dinleti vermesi için trans-estetik müzisyen Delik Anlı’yı bile ayarlamıştı.”
(s.54)
“Beni korkutuyorum Jim, bazen beni korkutuyorum.”
(s.75) gibi örneklerdeki girişimlerin, söyleme biçimlerinin sınırlarını zorlama
konusundaki kararlılığı ve cesareti gösterdiğini belirtmeliyiz.
Cesaret, özellikle Saçma ve Julia adlı öykülerde
kendini başka bir açıdan ortaya koyuyor. Saçma’da “samimi pezevenk Borgon’un
tuhaf cenazesinden” bahsedilirken toplumsal ve sınıfsal eleştiri dikkati
çekiyor; sona doğru öyküde karakterlerin “normal” ile çelişen davranışları,
değişen, bile isteye tökezletilen ve “saçmaya” doğru d-evrilen bir dille
veriliyor.
Julia ise, yoğun erkeksi jargonuna karşın, erotikten
öte pornografik anlatısıyla, örneklerine az rastladığımız cinsel ilişki konulu
öykülere eklemlenmeyi başarıyor.
Yalnızlık Yengen Olur öyküleri, bir şairin
kaleminden çıkmış olmaları göz önüne alındığında, beklenildiği gibi eksiltmeci
değil, anlatımcı bir dile yaslanıyorlar. Bunu Onur Akyıl’ın coşkulu sesine,
yara olarak gördüğü ve göstermek istediği çok şeyi coşkun biçimde anlatma
isteğine yormak gerek.
Dünya dertlerini kendi derdi bilen, “Ben bu lafları
kitaplardan değil, göğsüme çektiğim dumanlardan biriktirdim.” (s.47) diyen bir
öykücünün, anlatmak istediklerini bu kez öykünün gücüne dayanarak yazdığı
kitap, farklı biçemi ve yazarının samimiyetiyle ilgiyi hak ediyor.
YALNIZLIK YENGEN OLUR, Onur Akyıl, Kanguru
Yayınları, 2014.
0 yorum:
Yorum Gönder