Gönül gözümün önünde yüzlerce Yaşar Kemal fotoğrafı var. Onların kimilerini sizlerle paylaşmak istedim:
Yıl, 1974…Yaşar Kemal, Elia Kazan ve ben İstanbul’dan başlayıp, Truva, Bergama, İzmir diye süren bir yolculuğa çıkmıştık. “Amerika Amerika” filminin yasaklanması nedeniyle Elia Kazan’ın Türkiye’ye gelmeye korktuğu, daha doğrusu incognito, yani gizli geldiği günlerdi.
Truva’da Yaşar Kemal bize Homer’i İlyada’yı anlatıyordu. Anlatıyor mu dedim? Anlatmıyor yaşıyordu...
Bergama’da, dolaşmaktan yorgun düşmüş, bir taşa tüneyip dinlenirken bir ara, yanıma bir delikanlı geldi. Bütün gün hoplaya zıplaya her taşa, her sütuna eğilerek geziyi sürdüren Elia Kazan’la Yaşar Kemal'i göstererek "Kim bunlar?" diye sordu. Ben de ona “Neden sordun ki?” dedim.
Çocuk, “Deminden beri onları izledim. Biri Türkçe konuşuyor, öteki İngilizce ama bir anlaşıyorlar, bir anlaşıyorlar, ben bu işten bir şey anlamadım.” dedi.
“ Biri İngilizce öğretmenim, (gizli geldi ya, öyle diyorduk) öteki Yaşar Kemal” deyince çocuğun yüzü aydınlandı ve şöyle dedi: “Ha o zaman anlaşıldı. Yaşar Kemal Toroslar’da ağaçlarla, sularla, dallarla çiçekler, böcekler, arılarla bile konuşur anlaşırmış. Bu İngiliz’le mi anlaşamayacak!”
Yıl, 1980, aylardan Temmuz... Fransa’nın güneyinde Avignon Tiyatro Festivali'ndeyim.
Yaşar Kemal de, Mehmet Ulusoy’un sahnelediği oyunu görmeye gelmiş. Tiyatrolardan ve kahvelerden çıkmıyoruz. Yaşar Kemal bizi çevresine topluyor anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor.
Yaşar Kemal oyunu gördü ve gitti. O gittikten sonra Fransız arkadaşlarım, tepkilerini sıralamaya başladılar: Biri “Normal bir insan gibi, çok alçakgönüllü." dedi.
Öteki, “Bu kadar büyük bir romancı, nasıl bunca sıradan bir insan gibi dolaşabilir.” dedi.
“Normaldir, Çukurovalıdır.” demedim... Anlamazlar diye... Yalnız içlerinden birinin söylediğini hiç ama hiç unutmadım:
“Ben yıllarca Türklerden nefret ederek büyüdüm. Kin ve öfke duydum Türkiye’ye ve insanlarına” diye başladı... Arkadaşım Ermeni’ydi.
“Öyle büyütülmüş, öyle koşullandırılmıştım… Sonra günün birinde Yaşar Kemal’in kitaplarını okumaya başladım. Çok etkilendim. Yaşar Kemal’i okudukça kin, öfke ve nefretin yerini sevgi aldı.”
Sonra bir şey daha söyledi: Ailede ona, Yaşar Kemal’e, “Büyücü” adını takmışlar... Nefreti sevgiye dönüştürebildiği için büyücü...
Yıl 2002… Bir yazısı nedeniyle, Devlet Güvenlik Mahkemesi Yaşar Kemal’i “Halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farkı göstererek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik ettiği” gerekçesiyle hapse mahkûm etmişti.
O sıralar TRT’de haftada bir, sanat ve kültüre ilişkin bir radyo programında konuşmalar yapıyordum. Canlı yayındı. O hafta, bu karar nedeniyle devletimden utandığımı söyledim. Ertesi gün işime son verdiler.
Meğer TRT’de devletten utanılamazmış.
Yaşar Kemal’in “Halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farkı göstererek kin ve düşmanlığa” değilse de bir şeylere karşı bizleri “açıkça tahrik” ettiği doğrudur.
Örneğin beni, ortaokul sıralarımdan beri yazdıklarıyla, romanlarıyla tahrik ediyor:
Ülkemin her yöresini, doğasını, tüm dağlarını, ırmaklarını, ovalarını, yaylalarını gidip görmem, tanımam için tahrik ediyor.
Bu doğada yaşayan birbirinden çok farklı insanları tanımam, anlamam, bu insanlar arasındaki ilişkileri öğrenmem için beni tahrik ediyor.
Haksızlığa karşı çıkmam için tahrik ediyor.
Yaşar Kemal’den okuduklarım beni yozluğa, yolsuzluğa, yokluğa karşı durmam için tahrik ediyor... İnsanın aşağılanmasına, onurunun çiğnenmesine karşı direnmem için tahrik ediyor...
Yaşar Kemal’in yazıları ve kitapları, Türkçeme yeniden ve yeniden sevdalanmam, Türkçenin muhteşem zenginliğini öğrenmem, Türkçenin tüm olanaklarından yararlanmam için beni tahrik ediyor...
Kısacası, doğrudur. Yaşar Kemal açıkça tahrik etmeyi sürdürüyor hala...
İşin güzeli, çooook yıllar sonra, yasaklar ve yasaklayanlar unutulduğunda, Yaşar Kemal’in o koca yüreği toprağa karıştığında bile, “açıkça tahrik etmeyi” sürdürecek... Bundan hiç kuşkum yok!
2007 Yılı. Sonbahar. İtalya’nın ünlü La Scala Operası’nda Yaşar Kemal’in 1953’de yazdığı “Teneke” operasının prömiyeri var. Milano'dayım.
“İnce Memed”ten hemen sonra yazdığı, “Sağlam bir kitaptır.” diye nitelediği eser için birbirinden ünlü, üç büyük isim bir araya gelmiş: Eseri besteleyen Fabio Vacchi, eseri sahneye koyan sinema dünyasının efsanevi yönetmeni Ermanno Olmi ve sahne tasarımı, kostüm tasarımını yapan dünyanın önde gelen heykeltıraşlarından Arnaldo Pomodoro… Benim “Devlerin buluşması” diye nitelediğim muhteşem bir yaratıcı ekip!
Milano’ya gitmeden önce, “Hiç heyecanlanmıyorum, hiç heyecanlanmıyorum, hiç heyecanlanmıyorum” diyen; “Bana kalsa Milano’ya, gitmem, beni rahat bıraksalar da romanıma çalışsam” diyen Yaşar Kemal, sonunda La Scala’ya geldi…
Görkemli Opera salonu ağzına dek doluydu. Şeref locasında neredeyse ev sahibi rolünde kraliçe edasıyla oturan Leyla Gencer’in yanında Yaşar Kemal, kocaman bir çocuktan farksızdı… Heyecanını gizlemeye çalışan kocaman bir çocuk…
Opera sona erip, millet ayağa fırlayıp alkışladığında, tüm kadroyla birlikte Yaşar Kemal de sahnedeydi…
Gözlerimi ondan ayıramıyordum. Durdu, durdu, herkesle birlikte birkaç kez selam verdi, sonra… Sonra ne yapacağını bilemez bir hali vardı… O anda döndü, hemen yanı başında duran Arnaldo Pomodora’yu kucaklayıverdi. Ama ne kucaklayış! Sıcaklığı, tüm operayı sardı. Adamın ayakları yerden kesildi! Sanki “Sen misin Anadolu’yu sahneye taşıyan, işte Anadolu kucaklaşması” der gibiydi...
Bu sahneyi benim gibi gözyaşlarıyla izleyen bir İtalyan arkadaşım, sonradan şöyle diyecekti: “O kucaklaşma anı, tıpkı romanları gibiydi. Öylesine sahici…”
İşte size, "Benim Yaşar Kemal"imden birkaç fotoğraf.
Söylemek istediğim şu:
Çukurova’yı anlatırken, tüm dünyayı anlatan…
Bir insandan yola çıkıp, tüm insanlığa işaret eden…
Tarihi, coğrafyayı, doğayı ve toplumu, mitler, efsaneler, türküler, düşler ve gerçeklerle yoğururken, bir bilim adamı titizliği güden…
Türkçeyi kanatlandıran, Türkçeye ışık katan…
Toplumun düşleriyle, romancının yaratıcığını bütünlerken, Gılgamış’a, Homeros’a uzanan, Faulkner, Çehov, Chaplin’den geçerek, daha güzel, daha iyi, daha mutlu bir gelecek için hepimizi kışkırtan…
Her kitabı bir çığlık, her çığlığı da, şiddeti kovan, dostluğa, barışmaya, kucaklaşmaya bir çağrı olan...
Sonsuz çalışma azmi ve üretkenliğiyle romanlarında ne anlatırsa anlatsın, yaşamın hangi anında olursa olsun, hep ama hep kendisi olabilen, kendisi kalabilen ve sahici olan Yaşar Kemal bir bütündür.
0 yorum:
Yorum Gönder