“Adaletin Bu Mu Sermaye?” (Denizcan KUTLU)

Türkiye’de emek/sınıf ve sosyal politika alanına ilişkin bilgi üretiminin temel özellikleri nelerdir? Bu soruya çeşitli yanıtlar verilebilir. Önem sırasına göre olmadan, burada amatör bir haritalandırma yapmayı deneyebiliriz.

İlk olarak, bir parça iddialı olmayı göze alarak, Türkiye’de emek ve sınıf çalışmalarının gözden düştüğü yönündeki yerleşik algının bütünüyle olmasa da en azından bir parça değişmesi gerektiğini söylemek gerekiyor. Yaklaşık son 10 yıla dayalı gözlemlerimiz, Türkiye’de sınıfı çözümleme birimi olarak belirleyen çalışmaların azalmak bir yana, farklı disiplinlerden de beslenerek artış gösterdiğini söylüyor. Kuşkusuz, verili düşünsel, ideolojik ve entelektüel ortamın da etkisi ve basıncı ile yazının oluşmakta olan bu kulvarının “anaakım” olduğu yönünde bir iddiada bulunmak mümkün değil; ancak bir damar var ve güçleniyor.

İkinci olarak, Türkiye’de emek ve sosyal politika çalışmaları, -kendi içlerinde de farklı kulvarlar olmakla birlikte- en genel hatları ile anaakım ve eleştirel olarak bölümlendirilebilir. Anaakım çalışmaların, inceledikleri konuyu görüngü düzeyinde, temsil olduğu biçimi ile ele aldıkları gözlemlenirken, eleştirel çalışmaların ise, inceledikleri konuyu, toplumun temel ilişkileri etrafındaki nedensellik ilişkileri ile açıklama gayretinde oldukları söylenebilir.

Üçüncü olarak, Türkiye’de emek ve sosyal politikayı tartışan çalışmaların bir bölümü, konuya parça-bütün ilişkisi içerisinde bakmamaktadır. Parçalı yaklaşım olarak ifade edebileceğimiz bu tür, kimi örneklerinde ele aldığı konuya dönük derinlemesine bilgi üretimine katkıda bulunmakta; ancak konuyu içerisinde gerçekleştiği toplumsal ilişkiler bütünü içerisinde kavramamakta; bir parça-bütün ilişkisi içerisinde tartışmamaktadır.
Dördüncü olarak, emek ve sosyal politika çalışmaları içerisinde, sevindirici bir biçimde saha araştırmalarına dayalı bilgi üretiminin giderek gelişim gösterdiği gözlemlenmektedir. Bu tür çalışmalar içerisinde, işgücü piyasasında “kanlı birikimin” gerçekleştiği tersaneler gibi alanların yanı sıra otomotiv, tekstil, metal sektörü, mühendis emeği ve hizmet üretiminde neo-liberal dönüşümlerin yaşandığı eğitim-sağlık gibi alanlara odaklananlar çalışmalar bulunmakta. Bunlar elbette çoğaltılabilir.

Beşinci olarak, emek ve sınıfın tarihine dönük yazıcılığın gelişme eğiliminde olduğu belirtilmeli. Bu noktada, kurum geçmişi ve olay anlatısı olduğu kadar, tarihe sınıf oluşumu bakımından yaklaşan çalışmalar da bulunmakta. Altıncı olarak, sınıf tarihi içerisinde, sendikal eylemi ve işçi hareketini konu edinen çalışmaların da artış gösterdiğini görmekteyiz. Bunlar içerisinde özellikle, sendikacılık ve işçi hareketleri tarihi anlatısı dışında, doğrudan belirli olay, kesit ya da kurumlara odaklanan çalışmalara da rastlanmakta ve bunlar özellikle belirli siyasal ve sendikal hareketlerin arşivlerinin paylaşıma açılmasının ardından artış göstermekte. Bunlar arasında sözlü tarih çalışmaları da bulunmakta.

Yedinci olarak, emek ve sosyal politika çalışmaları içerisinde, incelediği konuyu belirli bir alan araştırması ile ele alsa da almasa da, alanda yaşanan dönüşümü, verili dönüştürücü programın içeriğinin bir yansımasından ibaret gören çalışmalar ağırlıktadır. Bunun karşılığında sayısı az da olsa, alanın dinamikleri ile dönüştürücü programın etkileşiminin bir yansımasının bilgisinin üretimini gerçekleştiren çalışmalar da bulunuyor. Sekizinci olarak, emek ve sosyal politika çalışmaları içerisinde, kurumsal yapı ve sistem incelemesi yapan çalışmalara rastlanmaktadır. Bu çalışmalar, kurumsal yapı ve sistemi, tarihsel gelişim seyri, dönüşüm süreci ya da mevcut hali ile yansıtmaktadır. 

Dokuzuncu olarak, yeni üretim örgütlenme biçimleri ve esnek istihdam ilişkilerine dönük gerek kavramsal gerekse alan araştırmasına dayalı çalışmalar da bulunmakta. Onuncu olarak, kadın emeği de Türkiye’de emek ve sosyal politika yazınının önemli inceleme konuları arasında gözükmektedir. Bu konuda, Türkçe yazında son yıllarda eleştirel perspektiften yapılan çalışmalarda sevindirici bir artış yaşandığını belirtmek isteriz.

Onbirinci olarak ise, emek ve sosyal politika çalışmalarına ilişkin yazının çeşitli kaynaklarından söz edilebilir. Bunlar, kitap ve makalelerin yanı sıra, lisansüstü tezler, sendikal yayınlar, araştırma raporları, kongre-sempozyum kitaplarından oluşmaktadır. Çalışma yaşamına ilişkin akademik sendikal yayıncılığın gerek kitap gerek dergi bazında son yıllarda gelişim gösterdiği gözlemlenmektedir.

Elbette, Türkiye’de emek ve sosyal politika yazınının bilgi üretim özelliklerine de dönük söylenebilecekler bunlarla sınırlı olamaz; ama yine de yapılacak eklerin yanında, yazının çerçevesinin genel hatlarıyla bu şekilde çizilebileceği ifade edilebilir. Söz konusu haritalandırma denemesinin ardından, bizim açımızdan güçlendirilmesini gerekli gördüğümüz belirli bir eğilimin belirginleştiğini söyleyebiliriz. Bunu, eleştirel çalışmalar içerisinde, parçalı yaklaşımların karşısına bütünsel bakış açısını ortaya koyan, sınıf çalışmalarını önemseyen bir eğilim olarak belirliyoruz. Türkiye’de emek ve sosyal politika çalışmalarında bu eğilimin güçlendirilmesi yönünde kalem oynatan iki ismin, Gamze Yücesan Özdemir ve Ali Murat Özdemir’in 2008 yılında Dipnot Yayınları’ndan çıkan “Sermayenin Adaleti Türkiye’de Emek ve Sosyal Politika” adlı çalışma, saydığımız özelliklere anlamlı bir örnek oluşturuyor. Kitap, çeşitli makalelerin birleşiminden oluşuyor ve bu makaleler, “Emek Sürecinin Örgütlenmesi”, “Bir Baskı Aracı Olarak Emek Piyasası” ve “Sosyal Politikanın Dönüşümü” başlıklı üç bölümün altında yer alıyor.

Bir kere, kitap, Türkiye’de emek süreci ve sosyal politikanın bir sınıf deneyimi olarak yaşandığını ortaya koyuyor. Bunun ortaya koyulması ise, kitapta ele alınan konulara belirli bir epistemolojik pencereden bakışı gerektiriyor. Yazarlar bunu şu şekilde ifade ediyor: “Kitap emek-sermaye ilişkisinde, sermaye mantığı üzerine odaklanmıştır. Sermayenin Adaleti, bu sermaye mantığının toplam etkisini ifade etmektedir. Sermayenin Adaleti, emeğin sefaletidir zira.” Kitapta, ele alınan konular, ekonomi politiğin kuramsal ve metodolojik yaklaşımları etrafında ele alınıyor. Bu aynı zamanda Marksist düşüncenin görüngü/biçim ve öz kavramlarını, emek ve sosyal politika alanına uygulamayı da gerektiriyor. Yazarlar, olgusal düzey ile soyutlama düzeyini/kavramsal düzeyi ilişkisel bir bütün olarak içiçe geçirerek bunu yerine getirmeye çalışıyor.

Bu düşünsel yapı içerisinde, kitapta, çözümleme birimi olarak üretim noktası, bağlam olarak ise, Türkiye kapitalizminin içsel dinamikleri unutulmadan kapitalizmin küresel ölçekte yeniden yapılanması belirlenmiş durumda. Kitap, sermayenin mantığına odaklanmakla birlikte, tartışmanın merkezine emeği oturtuyor. Bunu bir çelişki olarak değil, emeğin ve sosyal politikanın tartışılmasına dönük bir tercih ve yöntem olarak değerlendirmekte fayda var. Emeği tartışmanın merkezine oturtma tercihi, çözümleme birimi olarak üretim noktasını temel almanın yanında, emeğin toplum adına piyasaya müdahale edebilecek temsil ve kolektivite bakımından en geniş özne olmasından kaynaklı. Yazarlar, ekonomi politik yaklaşımın emeği anlama noktasına yönelik olarak şu değerlendirmeyi yapmakta:
“ (…) emeğe ekonomi politik bir yaklaşım, üretim noktasından yola çıkar. Emekçiler fabrikada yalnızca hammaddeleri yararlı şeylere dönüştürmekle kalmazlar; aynı zamanda yönetimle ve birbirleriyle olan toplumsal ilişkileri üretirler. Dolayısıyla, fabrika yalnızca malların değil siyasetin, siyasi aygıtların ve toplumsal ilişkilerin üretildiği ve yeniden üretildiği bir alandır. Fabrika ve içinde barındırdığı toplumsal ilişkiler, dışarıdaki siyasetten ve devlet yapılanmasından ayrı olarak incelenemez.” (s. 13)

Bu yapı içerisinde, emek süreci kuramı ve Türkiye’de emek süreci çalışmaları, sosyal politikada dönüşüm, Türkiye’de kapitalizmin ve işgücü piyasasının, uluslararası işbölümü ekseninde yeniden yapılanması, sosyal güvenlik ve sağlıkta dönüşüm kitabın inceleme konuları arasında yer alıyor. Tüm bu konular, yukarıda belirttiğimiz epistemolojik kavrayış içerisinde, belirli bir bütünün parçaları olarak masaya yatırılıyor. Ancak bu bütünlüğü “bozan” bir noktaya da işaret etmek gerekir. Bu aynı zamanda konuyu ele alışa içkin ve dolayısıyla yöntemsel de bir nokta. Kitap, Türkiye’de eleştirel emek/sınıf ve sosyal politika çalışmalarının gelişimi yönünde önemli bir adım olmakla birlikte, kimi eleştirilerin yöneltilmesini de gerektiriyor. Öncelikle, verili dönüştürücü programın içeriğine ve sonuçlarına odaklanıp, alanın dinamiklerini ihmal eden bir durum beliriyor. Hemen belirtelim, eksikliğe ilişkin bu tespit yazarlara da ait: “Emeği tartışmanın merkezine alırken, bu kitabın en ciddi eksikliği, kuşkusuz emeğin direniş, mücadele, boyun eğme ya da rıza gibi süreci kısıtlayan, sınırlayan ve/veya yeniden üreten gücünün tartışma dışında bırakmış olmasıdır.” (s.15)

Yöntemsel olarak dikkat çeken ve ayrı bir katkı yapacak olan nokta, sosyal politikayı, işçi sınıfının ve sosyal politikanın ilgi alanındaki toplumsal kesimlerin deneyimleri ile birlikte oluşan bir süreç olarak kavrama çabasıdır. Alan, sadece güç ilişkilerinin sonucunda oluşan düzenleme ya da düzenleme girişimlerinden, uygulamalardan, politika setlerinden değil, bunların yanında, onu var eden özgün dinamiklerden doğru da şekillenmekte, oluşmaktadır. Bu çerçevede, bu tür çalışmalarda, verili bir programın pratiğe döküldüğü bir saha/evrenin fotoğrafının yanında, alana içkin bireysel ve kolektif davranışları da içeren dinamiklerin sunulması yararlı ve yerinde olacaktır. Bunun yanı sıra, güvencesizliğin tartışıldığı, kamu personel rejiminde dönüşümün ele alındığı, toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü ve kadın emeğini ve sendikacılık hareketini tartışan makaleler, kitabı bütünleyebilirmiş. Ayrıca, sosyal güvenlik kısmında, başı başına sosyal yardımları tartışan ayrı bir yazı anlamlı olabilirmiş. Sosyal yardımların, Türkiye’de sosyal politikanın üzerinden atlanamayacak bir alanı olduğunu düşünüyoruz.

Saydığımız, sayamadığımız ve saymak isteyip de sayamadığımız özellikleri ile “Sermayenin Adaleti”, neo-liberal evrede adaletin, emek ve sosyal politika açısından sınıf kökünü ortaya koyuyor. Ancak Türkiye değişiyor; çalışma yaşamındaki ve sosyal politikadaki dönüşümlerin neo-liberal ruhu ortadan kalkmasa da siyasal iktidarın ideolojik ve politik özellikleri tarafından baskılanıyor. Bu anlamda, siyaset ve ekonomi arasındaki ilişkide, siyaset daha fazla ön plana çıkıyor. Bu da ekonomi politiği her zamandakinden daha güçlü çağırıyor. Kitabın belirlediği çizgi, Türkiye’de geliştirilmeyi bekliyor.

SERMAYENİN ADALETİ: TÜRKİYE’DE EMEK VE SOSYAL POLİTİKA, Gamze Yücesan-Özdemir ve Ali Murat Özdemir, Dipnot Yayınları, 2008.

0 yorum:

Yorum Gönder