Kitabı okuyup bitirdiğimde, ülkemizdeki yeni zenginler ve onların zenginlerin dünyasına adapte olma süreçleri hakkında düşünmeye başladım. Türbanlı modellerin sunu yaptığı defileler, binlerce dolarlık el çantaları, haşema ile yüzebileceğiniz haremlik selamlık plajlı yedi yıldızlı oteller, boğaza nazır lüks restoranlarda yenilen pahalı ve alkolsüz akşam yemekleri…
Elbette yeni nesil zengin dindarların, dinlerini nasıl yaşayacaklarına da paralarını nasıl harcayacaklarına da karışamam. Fakat yine de bu durum kafamda huzursuz sorular oluşmasını engellemiyor.
Bir yanda Anti-Kapitalist Müslümanların seçim bildirgeleri, diğer yanda dünya nimetlerinin içinde boğulmak adına, ruhlarını yitirmekte sakınca görmeyen Müslümanlar.
“Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” Şimdi, peygamberin hadisi gayet sarih olduğuna göre ya peygamber ümmeti tümden zenginleşmiştir ya da bazı Müslümanlar şeklen Müslüman görünmeyi tercih etmiş ve peygamberin ümmetinden olmamayı göze almışlardır.
Van depreminde evlerini yitirip, dondurucu kış soğuklarında, çadırlarda yaşam savaşı veren insanlar için kampanyalar düzenleyen ateistler, komşusu açken tok uyuyan bizden değil diyen peygambere, tuzu kuru ve kaygısız dindarlardan daha yakındır bence. Bunu düşünüyordum günlerdir ve bu sabah elime aldığım kitapla mucizevi bir karşılaşma gerçekleşti aramızda, şöyle ki:
Kitabın anlatıcısı olan Bartolomew Flyyn yirmi iki yaşında, geleceği belirsiz bir genç olmanın ıstırabını fazlasıyla yaşayan, bisikletle seyahat eden, fanzin yazan, sanat okumuş ancak kendi işini yapamadığından geçimini sağlamak için bir kafede garsonluk yapan bir kişidir. Günün birinde bisikletinin lastiği patlar ve tamir etmek için kaldırıma çöküp malzeme çantasını açar. Fakat o da ne? Pompayı koymayı unutmuştur çantasına. Öfke ile başını kaldırdığında baş ucunda dikilen bir cüce görür, cüce kaldırımın tam karşısındaki kilisenin papazı olan Joseph Patrick Booker’dır ve ona şöyle söyler: “Dileyin, size verilecektir; arayın, bulacaksınız; kapıyı çalın, size açılacaktır.”
Bisikletini tamir etmesi ve bir kahve içmesi için genç adamı kilisesine davet eder bu tuhaf papaz. Flynn, kiliseye bakınca daha da şaşırır. Kapısında, duvarlarında son derece sıra dışı ve anarşist dövizler asılı olan bir kilisedir bu. Dövizlerin bazılarında şunlar yazmaktadır: “Savaş karşıtı kilise” “Bush’u itham edin” “İsa kimi bombalardı?” Bu tuhaflığı Flynn’a şöyle açıklar Booker: “Dindar değilim. Ben de aynı senin gibi din karşıtıyım. Fakat din karşıtlığı seni de beni de dindar yapıyor.”
Booker’a göre Hristiyanlığa inananların büyük çoğunluğunun inandığı felsefe, olabilecek en Hristiyanlık dışı felsefeydi. Çünkü Hristiyanlık katı kuralları olan bir ritüeller dinine dönüşmüştür ve Booker’a göre ritüeller tehlikelidir.
Hayatlarımız kaotik ve mükemmellikten uzak olmalıdır. Tanrı da işlerin bu şekilde yürümesini isterdi. Din yaşamla ilgili olmalıdır. Ve mucize diye bir şey de yoktur. Vaazını şöyle sürdürüyor Booker: “Neyin gerçek neyin hayal ürünü olduğunu anlamak için din âlimi olman ya da Grekçe okuyabilmen gerekmez. Tek ihtiyacın olan sağduyudur. Hiçbir tapınak üç günde yerle bir edilmedi. Tanrı’nın ruhu bir kuş gibi sular üzerinde kanat çırpmadı, kimse babasıyla buluşmak için gökyüzüne yükselmedi. İsa adında bir adam vardı ve o adam basit bir yaşam sürmeni, yargılayıcı olmamanı, paraya önem vermemeni, ekmeğini ve şarabını ihtiyacı olanlarla paylaşmanı, kin gütmemeni, düşmanlarını bile sevmeni söyledi.”
Flynn, Booker’ın ilk müridi olmuştur ama kısa zamanda Portland’ın tüm garip ve underground tipleri savaş karşıtı kiliseye doluşur. Onların arasında Booker’a göre İsa’nın gerçek müritleri olan bisiklete binenler, seks işçileri, fanzin ve çizgi roman yazarları, gayler, lezbiyenler ve anarşistler vardır.
Booker etrafındaki tiplere bakar ve zekice bir çıkarımda bulunur. Bu insanların tamamı evrime inanan ateist insanlardır. Oysa Darwin bir hümanist değildi, aklı fikri daha güçlü olanın hayatta kalacağındaydı. Solcular, çingeneler, sokak çocukları, seks işçileri, travestiler toplumun en güçlüleri olmadılar hiçbir zaman. Etrafındakilere sorar: sen ne kadar güçlüsün? Ne kadar para kazanıyorsun? Bunu daha önce hiç bu yönüyle düşünmemiştim. Hep diğer ironiye kafa yormuştum. Hristiyanların büyük çoğunluğunun hiç mi hiç Hristiyan olmadıkları, tam bir Darwinci gibi yaşadıkları gerçeğinden bahsediyorum. Yani İsa bir kapitalist miydi? Tanrım hayır! Tarih sayfaları daha büyük bir aylak görmemiştir. Dindarların içinde Darwincilerin kaynadığını biliyordum ama sol kanattan ateist olan hepimizin aslında ateist falan olmadığımız gerçeğini kaçırmıştım. Aslında biz hepimiz İsa'nın gizli müritleriyiz. Tanrısal mutluluklar yaşıyoruz. Tanrısal mutluluklar, kutsanmışların yoksullar olduğunu söyler ve işte bizler yoksuluz. Tanrısal mutluluklar, kutsanmışların barıştan yana olanlar olduğunu söyler ve işte biz de kızıyoruz Irak'ta olanlara. Ve işe yaramayan protestolarımıza devam ediyoruz. Biz barıştan yanayız, adalete açız, biz buyuz.
Savaş karşıtı kilise, müritlerine de kavuşunca, normal bir kilisede olamayacak ne kadar çılgınlık varsa hepsine birden sahne olur. Öncelikle bu kilisede kutsal ekmek yerine çikolatalı pastalar vardır, şarap yerine kahve, elbette bira kutuları ve esrarlı sigaralar da vardır işin içinde. İlahiler yerine ise havada uçuşan küfürler. Tüm bu tuhaf serüveni samimi ve akıcı bir anlatımla okuyacaksınız roman boyunca.
Beni bu romanda asıl etkileyen şey Frost’un, ister ateist olalım ister dindar, hepimizin bildiği ama unuttuğu bir gerçekliğin altını çizmesi olmuş. Hayatımızı alışageldiğimiz klişelerle ve meşrebimize uygun ritüellerle sürdürüyoruz. İki günün birbirinin aynısı ise sen zarardasın diyen peygamberin, Zen ustaları gibi bilgece sözler söylediği gerçeğini ıskalıyor ateistler; komşusu aç iken tok yatan benim cemaatimden değildir diyen peygamberi hatırlamak bile istemiyor zengin dindarlar.
Ufacık Bir Peygamber, hayatın öz’ünü yeniden hatırlatıyor bize. Öz’den boşalmış bir ritüelin, hayatlarımızdan o çok istediğimiz anlamı da çekip alacağını… Booker’ın peygamberlik serüveni öz’ün peşinde koşmakla kalmıyor, özür dileyebilmenin erdemi üzerine de ikna edici argümanlar sunuyor.
Amerika adına ve elbette Amerika’nın yayılmacılığından utanan Amerikalılar adına, Körfez Savaşı için Irak halkından dilenen içten bir özür’ün romanı olarak bile saygıyı hak ediyor bu kitap.
UFACIK BİR PEYGAMBER, James Bernard Frost, Çeviri: Gizem Şakar, Ayrıntı Yayınları, 2013.
0 yorum:
Yorum Gönder