Sınırları Zorlayan Öyküler (Başak BAYSALLI)


Sinema alanında kısa film çalışmalarıyla tanınan Deniz Tarsus’un “Ayrıkotu” adlı öykü kitabı eylül ayında Can Yayınları tarafından yayımlandı.

Kitap, “Ayrıkotu” ve “Öç” adlı iki bölümden oluşuyor. Öykülerin temelinde var olan doğa-insan çatışması farklı bir dünyada, zor bir atmosferde okurun karşısına çıkıyor. Sanatçı, sinemada yaptığı gibi öykülerinde de kurduğu dünyada yaşayanların hikâyesini anlatıyor. Okur ise doğanın ortasına öylece bırakılan bir insanın penceresinden tanık oluyor anlatılanlara. Doğa, öykülerde mekân olmaktan çıkarak karaktere, karakterler de birer ayrıkotuna dönüşüyor. Doğaya ait her unsur, doğa-insan çatışmasını vurgulamak için metne yerleşiyor. Ve tüm öyküler bu çatışma etrafında birbirini tamamlıyor.

İlk bölüm, “Od, Döl, Lût, Göl, Ser” isimli beş öyküden oluşuyor. Okur, bu öykülerde Tarsus’un kurduğu dünyaya bir gezginin gözünden bakıyor. Yol boyunca hikâyeler dinleyen, bazen bu hikâyelere tanıklık eden, biriktirdikleriyle yola devam eden, onları başka diyarlara taşıyan bir gezginin de dahil olduğu bu dünya ayrıkotlarıyla dolu doğanın ta kendisi. Gezgin, doğayı yeniden keşfederken olağan dışı diyarlarda, insanüstü özelliklere sahip karakterlerle kendi olağan yaşamını karşılaştırarak gerçeği sorguluyor ve başka gerçeklere ulaşıyor. Ulaştığı bu gerçeklerin bir ucu, insanın olağan yaşamındaki tabulara dokunuyor. Yazar, yarattığı karakterin gözünden çıplaklık, cinsellik, şiddet, ölüm, aidiyet gibi kavramları irdeliyor. Öykülere verilen isimlerin de bu kavramlarla örtüşen anlamlara sahip olduğu görülüyor. Çıplaklık/Od, cinsellik/Döl, ölüm/Lût gibi…

Gezginin yol boyunca karşılaştığı karakterler, güvenli sınırların ötesine itilmiş ve burada yaşamayı tercih etmiş sıra dışı kişiler. Oğlunu küçükken kaynar suya düşürdüğü için, kendi bedenini de kaynar suda haşlayan ve sadece yanık insanların yaşadığı bir dünya kuran bir anne, kendini kaybedercesine kadınlarla cinsel ilişkiye giren erkekler, bir yanardağın eteklerinde ölümü bekleyen kör insanlar, topraktan kaçıp ağaçlara sığınan maymun insanlar, çığ düşecek diye korkuyla ve sessizce bir vadide bekleyenler… Hepsi birer öteki, birer ayrıkotu…

Kitabın ikinci bölümündeki öykülerde insanın kendini doğadaki en güçlü canlı olarak görmesi, yok etmenin en büyük erdem olduğuna inanması, kendi hırslarını, tutkularını ve isteklerini doğanın merkezine koyması ele alınıyor. Ve okur, insanın doğayı ve kendini yavaş yavaş yok ediş gerçeğiyle yüz yüze geliyor.

Tarsus, öykülerinde tüm bunları dile getirirken canlı, etkileyici ve çarpıcı bir üslûp kullanıyor. Betimlemelerde kullanılan sözcükler, kurulan kısa cümlelerde daha da belirgin hale geliyor. Bu durum kitabın daha ilk cümlelerinde göze çarpıyor: “Buğulu cam gibi soluğum. Ellerim bağlı. Çırpınıyorum. Ses yok. Siyahlık önümde, derimi bıçakla ayırır gibi. Ağzımda kan tadı. Paslı demir yalamışım, öyle diyor bir ses. Gözlerim doluyor. Doluyor. Yanaklarımdan akıyor. Akıyor.” Olay/durum akışında yazar tarafından tercih edilen, yer yer tek sözcükten oluşan kısa cümleler, sinema ve fotoğraf tekniğinin öykülere yansıması olarak da düşünülebilir.

Kullandığı üslûp, yarattığı karakterler ve hayal dünyasında yeniden şekillendirdiği mekânlarla sınırları zorlayan bir yazar Deniz Tarsus. “Lût” adlı öyküsünde dile getirdiği gibi: “Bir süre sonra kafamıza dank etti ki hayatımızda koyduğumuz setlerin, sınırların bazıları gereksiz. Biz de çıkardık. Arındık. Zorunlu başladığımız körebe oyununa dahil olmaya karar verdik ve bu yaşımızdan sonra çocukluk ve gençlikte yapamadığımız her şeyin üstündeki örtüyü kaldırdık.”

“Ayrıkotu”nu okumak; içimizdeki sınırları zorlamak, gizli kalanların üstündeki örtüyü kaldırmaya cesaret etmek ve körebe oyununa dahil olmak için adım atmak bir bakıma. Kurmacanın içinde insan ve doğa ile yüz yüze gelmek…

Ayrıkotu, Deniz Tarsus, Can Yayınları, Eylül 2013

0 yorum:

Yorum Gönder