Nicos Poulantzas, kapitalist devlet ve siyaset teorisi denince akla gelen birkaç Marksist düşünürden birisidir. Onun yazıları hukuk, hegemonya, bürokrasi, toplumsal sınıflar, emperyalizm, faşizm, demokrasi, sosyalizme geçiş ve Marksist teori gibi alanları kapsar. Poulantzas’ın teorik serüveni Sartrecı bir varoluşçuluk ile başlar, Althusserci yapısalcılığın etkisi ile devam eder. Son dönemde ise Foucault ile iki tarafın da açıkça dillendirmediği tartışması nedeniyle Foucault’nun etkisi belirgin hale gelir. Kitaplarından yer almayan, çeşitli dergilere ve derleme kitaplara yazdığı makalelerinden oluşan Poulantzas Kitabı; Türkiye’de özellikle kapitalist devlet ve siyaset teorisi, faşizm ve diktatörlükler üzerine çevrilmiş kitaplarıyla bilinen; sınıf tartışmalarında Türkçeye çevrilmemiş Çağdaş Kapitalizmde Sınıflar kitabında önerdiği sınıf kavrayışı ve orta sınıf tanımı nedeniyle eleştirilen Poulantzas’ın zengin araştırma gündemine ilişkin makaleleri içermektedir.
Genel olarak, Poulantzas “devleti, mücadelelerin maddi bir ‘yoğunlaşması’ olarak kavramsallaştırması, çağdaş kapitalizmdeki devlet iktidarının değişen biçimlerine odaklanması ya da geç kapitalist siyasetteki otoriter eğilime gösterdiği ilgi” ile çağdaşımız olmaya devam etmektedir. Ama özellikle “Kapitalist İlişkilerin Uluslararasılaşması ve Ulus-Devlet” ve “Marksizm Krizde mi?” başlıklı makaleleri küreselleşme/emperyalizm, ulus-devletin akıbeti; sosyal bilimlerde neoliberal, postmodern, postyapısalcı düşüncenin hâkimiyeti, Marksizmin yenilenmesi tartışmaları ile günümüzde güncelliğini koruyan meselelere ilişkin de söz söylemektedir.
Emperyalizm, Uluslararasılaşma ve Ulus-Devlet
Günümüzde sermayenin uluslararasılaşması ve ulus-üstü kuruluşların artan etkisi, 1990larda küreselleşme olarak ifade edilen süreç sıklıkla ulus-devletin sermaye lehine aşınan iktidarı çerçevesinde tartışılır. Bir taraf kendi egemenlik sınırları içerisindeki toplumsal, siyasal ve ekonomik kararlarda ulus-devletin etkisinin zayıfladığını, uluslararası ve ulus-üstü mekanizmaların etkin hale geldiğini savunur. Diğer taraf ise ulus-devletin belli başlı alanlarda geleneksel gücünü muhafaza ettiğini, ortaya çıkan uluslararası ve ulus-üstü mekanizmaların ya hegemon ulus-devletin hâkimiyeti altındaki ya da ulus-devletler arasındaki mücadele ve uzlaşma alanları olduğunu belirtir. Benzer bir ayrım, ilgili sürece emperyalizm ya da ekonomi politik perspektifi içerisinden bakanlar için de geçerlidir. Bir yanda sermayenin uluslararasılaşarak devletlerin kontrolünden kaçabildiği, devletlerin giderek çok uluslu şirketlere bağımlı hale geldiği ve emperyalistler arası çelişkilerin kaybolmaya yüz tuttuğu yeni bir “ultra emperyalizm” tablosu çizenler vardır. Diğer yanda ise Birleşik Devletler hegemonyası altındaki Amerikan şirketlerinin ya da belli ölçüde Amerikan şirketleri ile rekabet eden (Avrupa’nın ulus-devletleri tarafından kollanan) Avrupa sermayesinin Üçüncü Dünya’ya yayılımına “klasik emperyalizm” benzeri bir çerçeveden işaret edenler bulunur.
Yukarıda bahsi geçen iki ayrımı eleştiren Poulantzas, emperyalizmin yeni aşamasını incelediği “Kapitalist İlişkilerin Uluslararasılaşması ve Ulus-Devlet” makalesinde küreselleşme sürecinin analizine ışık tutabilecek bazı kavramsal araçlar önerir. İlk olarak Poulantzas sermayenin uluslararasılaşmasını Amerikan sermayesinin egemenliğinde gerçekleşen bir süreç olarak ele alır ve Amerikan sermayesinin yayılımının sadece ekonomik olmadığını, bunun aynı zamanda Amerikan tarzı kapitalizmin (politik ve ideolojik kurumlarının) yayılımı anlamına geldiğini belirtir. “Diğer metropoller (merkez ülkeler) içerisinde, Amerikan tekelci kapitalizminin teşvik edilen yeniden üretimi ve bunun söz konusu metropollerin üretim tarzları ve biçimleri (…) üzerindeki etkileri, bugünkü evreyi karakterize eder ve eşit ölçüde Amerikan emperyalizminin metropoller içerisinde politik ve ideolojik koşullarının genişletilmiş yeniden üretimi anlamına gelir.” Poulantzas ayrıca bu yeni aşamayı analizinde toplumsal sınıfların rolünü tartışırken “komprador” ve “milli burjuvaziden” farklı bir yapıya sahip olarak tanımladığı “iç burjuvazi” kavramına başvurur: “(…) çeşitli bağımlılık bağlarıyla, uluslararası işbölümü ve Amerikan sermayesinin hâkimiyetinde uluslararası sermayenin yoğunlaşması süreçleriyle” örtüşen iç burjuvazi “oluşumunun hem içinde hem de dışında, ekonomik temele ve kendi sermaye birikim tabanına sahiptir”.
Bir yandan Amerikan hegemonyasına tabi (milli olmayan), diğer yandan kendi ekonomik temeline ve sermaye birikimine sahip (komprador olmayan) iç burjuvazinin çelişkili konumu, Poulantzas’ın ulusal devletler sorununun yeniden tartışılması gerektiğine işaret etmesine yol açar. Sermayenin uluslararasılaşması, ne basitçe ulusal devletleri ortadan kaldırmakta ne de basitçe bazı işlevleri yerine getiren araçlara indirgemektedir. “Egemen emperyalist sermayenin çıkarları için bilfiil ‘ulusal’ formasyon içerisinde, uluslarasılaşmanın gelişiminin sorumluluğunu (yani hükmettiği iç burjuvazi içerisinde karmaşık içselleştirilmesini) bizzat devletler üstlenir”. Diğer bir deyişle, tekil ulusal devletler geleneksel sınıflara ek olarak aynı zamanda uluslararası sermayenin çıkarlarının da temsil edildiği bir mücadele alanı haline gelmiştir. Bu bağlamda Poulantzas’a göre devletin biçimi ve işlevlerinde uluslararasılaşma sürecine uygun değişiklikler olmuştur.
Neoliberalizm, Postmodernizm ve Marksizm
Emperyalizmin yeni aşamasına paralel olarak çağdaş egemen ideolojide de dönüşümler yaşanır. İşçi sınıfının yenilgisi, Sovyetlerin çöküşü ve küreselleşme süreci ile birlikte sosyal bilimlerde Aydınlanma düşüncesi reddedilmiş, refah devleti politikalarından vazgeçilmiş ve devletin ideolojik aygıtlarında demokratik kurumlar düşüşe geçmiştir. Poulantzas, söz konusu dönüşüm süreçlerine paralel, “Marksizm Krizde mi?” makalesinde çağdaş egemen ideolojinin “hayli şematik olarak üç belirleyici öğesine” işaret eder. İlki Aydınlanma felsefesinin reddini içeren irrasyonalizmdir. Günümüzde postmodern düşünce olarak tanımlanan bu irrasyonalizm tekil bireylerde “gerçeklikten kaçma eğilimi” yaratmakta ve (sistematik düşünce anlamında) “teorinin önemi”ni yadsımaktadır. İkincisi, işçi sınıfının kazanımı olan refah devleti politikalarının ortadan kaldırılmasını hedefleyen neoliberalizmdir. Bu ideoloji kendini “insan hakları mücadelesinin istismarı” ve “ekonominin devletin müdahalesinden kurtarılması” düşüncesi üzerinden var eder. Üçüncüsü, demokratik hak ve özgürlüklerin kullanılmasını engelleyen ve sosyo-politik ilişkilerin teknokratik mantığının yoğunlaşmasına eşlik eden otoriterizmdir. Yeni dönemde, devletin ideolojik aygıtlarında disiplini vurgulayan otoriter akıl ve bireyin içselleştirmesi ile işleyen sembolik şiddet hâkim hale gelir.
Poulantzas, egemen ideoloji karşısında Marksizmin yenilenmesi gerekliliğine vurgu yapar ve öncelikle egemen ideoloji tarafından Marksizme yönelen karşı saldırıyı inceler. Poulantzas’a göre anti-Marksist karşı saldırı iki özelliğe sahiptir: Birincisi, sistematik teorik çalışmanın ve politik bakış açısı ve entelektüel çalışma arasındaki bağlantının reddi; ikincisi, birbirleri ile kim daha anti-Marksist yarışması yapan ve Marx’ı “aşma” iddiaları ile ortaya çıkan entelijansiya üzerine çökmüş olan “oportünizm dalgası”. Poulantzas, anti-Marksist karşı saldırıya cevap verebilmek için “Marksizm karşıtlarının ilan ettiği krizle uzaktan yakından alakası olmayan (…) Marksizmde yaratıcı ve umut verici bir krizden” bahseder. Marksizm krizden kurtulabilmek ve kendisini yenileyebilmek için diğer disiplinlere açılmalıdır. “Hem diğer sosyal bilimlere açık olmalı hem de kendisini bir disiplin olarak tanımlayan sınırların farkında olmalıdır”. Ama aynı zamanda diğer disiplinlerle kurulan ilişkide birbirini tamamlayıcı olarak değerlendiren öğeleri temele alan eklektik bir tutumdan da kaçınmalıdır. Böyle bir tutumdan kaçınma, Marksizmin özgül teorik nesnesi “sınıf mücadelesinin, tarihte ve toplumsal gerçeklik içinde merkezi öğe olduğu” inancı ile mümkündür. Bu kapsamda Poulantzas, Marksizmin yetersiz olduğu bazı alanlar saptar; “ideoloji çalışması ve ideolojik kavramlar”, “hukuki sistemler ve genel olarak hukuk incelemesi”, “adalet teorisi” ve “insan hakları ve özgürlüklerine ilişkin, neoliberalizmden açıkça ayrı, pozitif bir kavram” ve “ulus”.
Yeniden Marksizm
Her ne kadar analizleri belli bir dönemi (1964-1979) ve belli toplumsal formasyonları (Batı toplumlarını) kapsıyorsa da Poulantzas’ın ortaya attığı kavramlar ve yürüttüğü tartışmalar günümüzü ve çevresel toplumsal formasyonları da kavramak için yardımcı olabilecek niteliktedir. Metropol ülkelerin açıklanmasında kullanılan “iç burjuvazi”, sermayenin uluslararasılaşmasında Amerikan sermayesinin hegemonyası ve bu süreçte devletin aldığı yeni biçim ve işlevler günümüz koşullarında yeniden tartışılmayı beklemektedir. Dahası çağdaş egemen ideolojide irrasyonalizm (postmodernizm), neoliberalizm ve otoriterizm, özellikle Türkiye’de, hâlâ hesaplaşılamamış düşünceler olmaya devam etmektedir. Poulantzas’ın yazıları bu hesaplaşma için esaslı başlangıç noktalarından biridir. James Martin tarafından derlenen Poulantzas Kitabı, “yaratıcı ve umut verici bir krizde” tanımladığı Marksizmi kendi yaşadığı dönemdeki güncel meselelerin analizinde “yaratıcı ve umut verici” bir şekilde kullanan Poulantzas’ın makalelerini bir araya getiriyor.
James Martin (Haz.), Poulantzas Kitabı: Seçme Yazılar, Çev. Akın Sarı-Selime Güzelsarı, Dipnot Yayınları, Ankara, 2013.
0 yorum:
Yorum Gönder