Gözlerimizin Vicdanı Dile Gelirse (Murat BALKÖSE)

Richard Sennett’i tanımadan çok önceleri, içinde yaşadığım büyük Türkiye kentlerini çarpık ve itici buluyordum. Yanaşık düzen dikilmiş tek sıra apartmanlar, çarpık sokaklar, biz insanların yaşamlarını kısıtlayan unsurlardı. Kentte soluk alamıyor, görsel anlamda boğuluyorduk. Bu yapılar neleri gözeterek yapılmışlardı. Peki bu yüksek apartmanlarda kimler yaşıyorlardı? Bu insanlar şu anda neler yapıyorlar ve ne düşünüyorlardı? Beraber aynı mekanları paylaştığım bu insanların benimle ilişkisi neydi?

İlerleyen yıllarda bu soruların yanıtlarını araştırmaya başladım. Mimarlık ve kent ile ilgili kitaplar okudum. Karakter Aşınması kitabıyla dünyanın dikkatini çeken sosyolog Richard Sennett’in Gözün Vicdanı kitabı, araştırdığım bu konuları “Kentin tasarımı ve toplumsal yaşam” alt başlığıyla sunuyordu. Kitabın giriş bölümünü okurken Sennett’in oluşturduğu izlek ile kendi sorularım arasında bağlantı kurdum.

Sennett’e göre içinde yaşadığımız modern kentler kimliksizdir. Mekanların ve yapıların tasarımları bir tiyatro sahnesine benzer. Ona göre günümüzün modern kentleri bir turizm sahnesini ya da tüketim sahnesini andırır. Kentleri oluşturan mimari ise kişiliksiz, nötralize edici, sosyal iletişim olanaklarını kaldıran bir içeriğe sahiptir. Peki kent insanları bu kişiliksiz “mizansene” neden tahammül ediyorlardı? Sennett’e göre ekonomik ve demografik şartların ötesinde bunun ruhsal bir açıklaması vardır. Gözün Vicdanı’nda Sennett bu içe kapanmanın izlerini sürer.

Sennett insanların kent üzerindeki yaşama biçimlerini ve egemen dünya görüşlerini anlamaya çalışır. Örneğin, Roma’nın kent planlarını takip eden günümüz Amerikan kentlerinin ızgara planlarının arkasında yer alan düşünce yapılarını açıklar. Izgara algılayışı plancıların doğal fiziksel şartları dahi görmezden gelerek uyguladıkları bir plan haline gelmiştir. Nehirler ve dağlar dahil dik kesilecek şekilde şehir planına dahil edilir. Bu boyutuyla ızgara doğayı yok eder, şehrin doğayı gözeterek sağlayabileceği estetik güzelliği engeller. Sennett içinde yaşamak zorunda olanlara boyun eğdiren bu kent planı yaklaşımının arkasındaki Protestan ahlâk anlayışını irdeler. Ona göre Amerika’nın sonsuzluğunu evcilleştirebilecek tek düzenleme biçimi vardır o da sonsuz sınırsız bir ızgaradır.

İnsanların, ilişkileri görme ve değerlendirme yeteneklerini körelten ızgara mekanları başkalarına hükmetme ve boyun eğdirmektedir. Protestan ahlâkının ürettiği ruhsal yalıtılmışlık, içe dönüklük dışarısı ile olan ilginin yitirilmesi anlamına gelir. Esas mücadelenin iç dünyada gerçekleştiği bu evrende dışarıdaki hiçbir şeyin önemi yoktur. Protestan bireyleri dünyaya karşı pasiftirler. Dolayısı ile bu algılayışın inşa edeceği mekanlar monoton olacaklardır.

Sennett’e göre günümüz kentlerindeki nesneler ahlâki değerler üretebilecek tasarımlara sahip değildirler. Bu algılayışın değişimi sağlayabilecek önerilerde bulunmak amacıyla medeniyet tarihini araştırır.

16. yüzyılda Papa V. Sixtius’un hacıların tavafı için Roma’ya diktirdiği dikilitaşları, İngiltere’nin tarihi Bath şehrinde 18. yüzyılda yapılan ve kentten kıra açılmanın güzel bir örneğini oluşturan Kraliyet Tacı Konutlarını (Royal Crescent), Rönesans mimarı Sebastiano Serlio’nun perspektif üzerinden geliştirdiği komik ve trajik sahne teorilerini inceler. Rönesans’ın aydınlanmasını olumlarken, onun devamı sayılabilecek, insana yabancılaşan 20. yüzyıl modern mimarisini sorgular. Bana göre Türkiye’deki TOKİ konutlarının da fikir babası sayılabilecek mimar Le Corbusier’in Paris için geliştirdiği Plan Voisin adı verilen toplu konut projesini eleştirir. 1925’te geliştirilen bu proje her şeyden kopuk ve nötr kentin simgesidir. Modern kent kendini sanat eserlerinde ve düşünürlerin yapıtlarında gösterir. Sennett, bu yapıtlarda yer alan alan kenti, içinde barındırdığı çelişkileri ile beraber çözümler.

Sennett, plastik bardaklarda kahvelerini yudumlarken büyük camların arkasından kenti uzaktan izleyen şehir planlamacılarına ve mimarlara seslenir. Kent mekanlarının kendi kimliğini kendisinin bulabileceği özgür ve esnek mekanların yaratılabileceğini savunur. Farklı kültürel ve tarihsel köklerden gelen, farklı yaş gruplarından insanların nasıl ve ne ölçüde birbiri ile ilişkiye geçebileceğini konusunda düşünür. Yaşadığı kentlerden biri olan kozmopolit New York sokaklarında yürüyerek, birbiriyle ilgisiz sayılabilecek insanların nerede ve nasıl etkileşime geçtiğini ve nasıl yeni yaşam biçimleri geliştirdiklerini keşfeder.

Gezi Parkı işgal edilip yeni bir yaşam tasarımının olanakları ortaya çıktığında Sennett’in bahsettiği “kendi kimliğini oluşturan mekanlar” kavramını zihnim hafızamdan çağırdı. Bana kalırsa bu parkta hayata geçen yaşam, tam da Sennett’in bahsettiği şekilde, özgür ve birbirleriyle etkileşen insanların kuracağı yeni bir dünyanın nüvesini oluşturmuştu. Sıradan insanlar hayatlarında yaratılan baskılara ve kısıtlara bir park üzerinden direnmeye karar vermişlerdi. Bu parkın ya da kentlerde benzer sahnelere konu olan diğer mekanların polis marifetiyle tahliye edilmesinin bana kalırsa artık çok bir önemi yok. Şu anda Türkiye kentlerinin bireyleri kente ve yaşamlarına dair önemli soruları cesur bir şekilde sorabiliyor ve özgür geleceklerini kurmak için birbiriyle tartışıyorlar.

Gözün Vicdanı kitabını okurken her bölümde kısa bir mola verip, referans verilen mimari yapıları ve sanat eserlerini inceleme gereğini hissettim. Bunun için internette araştırma yaptım, aldığım notları bulduğum görsellerle birleştirdim. Bulduklarımı yakın çevremle paylaştım ve farklı görüşler almaya çalıştım. Okumamı zenginleştiren bu metodu kitabın yeni okurlarına önermek istiyorum.

Beraber yeni bir dünya tasarlayabilmemiz için gözlerimize ve vicdanlarımıza ihtiyacımız var. Bu unsurların yanı sıra kente, topluma ve mimarlığa dair yeni bilgilere ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Sennett’in Gözün Vicdanı yapıtının, dönüp tekrar okuyabileceğimiz, kent mekanlarını yeniden yorumlamamıza ve yaratmamıza katkı sağlayabilecek önemli referans kitaplarından biri olabileceği inancını taşıyorum.


Richard Sennett, Gözün Vicdanı: Kentin Tasarımı ve Toplumsal Yaşam, çev. Süha Sertabiboğlu & Can Kurultay, İstanbul, Ayrıntı Yayınları.

0 yorum:

Yorum Gönder