Sabbah fedaisine sorar: “Gerçeğin sebebini öğrenmek ister misin?”
- Öyle ise dinle. Bu senin son şansın. (…) Gençliğimde iki arkadaşım ile kutsal bir yemin ettim: Bunlardan birisi öldürdüğün vezir idi, öteki de şair Ömer Hayyam. Bu taht hırsızlarını alt etmeye yemin etmiştik. Planlarımızı gerçekleştirmek için, toplumun en üst seviyelerine ulaşmaya çalışacak ve bu çabalarımız sırasında birbirimizi tüm gücümüzle destekleyecektik. Ben araç olarak Ali taraftarlarını kullanmaya karar vermiştim. Çünkü bunlar Bağdat halifesine dolayısıyla da Türklere karşıydılar. Vezir ise Selçukluların hizmetine girmeyi yeğlemişti. Önceleri onun seçtiği yol emellerimizi gerçekleştirmek için gereğinden uzun olduğunu düşünüyordum. Bu nedenle onunla konuşmak istedim. Ama hala bu çocukça düşüncelere inandığımı işitince çok şaşırdı. Her ne kadar saraya girmeme yardım ettiyse de kısa süre sonra benim eski kararlarıma bağlı kaldığımı kabul etmek zorunda kaldı. Nüfuzumun giderek arttığının farkına varınca beni yok etmek için elinden geleni yapmaya başladı. Ve bir süre sonra sürgüne gitmeye mecbur kaldım. Gençlik rüyamız böylece sona erdi. Ömer Hayyam ise şarap içiyor, kadınları seviyor, kaybettiği özgürlüğüne yanıyor ve dünyadaki her şeyle alay ediyordu. Fakat ben dayandım. Halkın kayıtsız ve tembel olduğunun farkına vardım. Onlar için kendimi harcamaya değmezdi. Boş yere onları uyandırmaya ve aydınlatmaya çalışmışım. İnsanların büyük bir kısmını hakikatin ne olduğuna, ilgi duyduğuna inanıyor musun yoksa? Umurlarında bile değil! Tek istedikleri rahatlarının bozulmaması ve hayal güçlerini canlı tutmak için masallar. Veya kimin haklı kimin haksız olduğunun onlar için bir anlam ifade ettiğini mi düşünüyorsun? Asla! Yeter ki onların zavallı isteklerinin bir kısmını tatmin et. Artık kendimi boş hayallere kaptırmak istemiyordum. Mademki insanlık bu şekilde, artık ben de ulvi amaçlarıma ulaşmak için onu kullanacaktım.
Vladimir Bartol, Fedailerin Kalesi Alamut adlı kitabında Hasan Sabbah’ın hikâyesini böyle özetliyordu. Ömer Hayyam ve Nizamülmülk ile çocukluk arkadaşı olan Hasan Sabbah, bu kısa anlatıda adalet ve eşitlik için mücadele edeceklerine dair yeminler eden fakat sonrasında bu yeminlerini unutanlara -özellikle Selçuklu devletinin başveziri olan Nizamülmülk’e- karşı sömürülen köylülerin, kavimlerin, ezilen şehirli esnaf ve zanaatkârların yanında bir mücadele başlatır. Resmi İslam tarihine göre ‘sahte cennet ve cinayet şebekesi lideri’ olarak görülen Hasan Sabbah, kimi tarihçilere göre politik, teolojik ve askeri dehasıyla ‘adalet ve eşitlik’in yeryüzündeki temsilcilerinden biridir.
Çocukluğundan beri matematik, mimari ve teolojiyle ilgilenen Sabbah, İsmaili hareketiyle 17 yaşında tanışır. Sıkı bir İsmaili savunucusu olan Sabbah, gösterdiği ödünsüz mücadele ve davaya olan inancı sayesinde uzun süre görev yaptığı Deylem bölgesinde dailiğe (örgütçü-propagandacı) getirilir. Deylem’de sadece İsmaili propagandası yapmaz Sabbah, aynı zamanda Selçuklu devletine karşı daha iyi mücadele edebileceği korunaklı bir kale arıyordur. Uzunluğu 54 km, eni ise 5.4 km olan Alamut Kalesi, Sabbah için bulunmaz nimetti. 4 Eylül 1090 tarihinde çatışmaya bile gerek kalmadan Alamut’u teslim alan Sabbah, 35 yıl boyunca, yani ölünceye kadar kalesinden hiç çıkmadı ve Amin Maalouf’un deyimiyle dünyayı titretti.
Ortodoks-Sünni İslamına karşı mücadele eden Hasan Sabbah, Nizari İsmaili devletinin kurucusudur. Başlarda Fatimi İsmaili devletinin emrine amade olan Sabbah, ezilenlerin adalet ve eşitlik mücadelesine kendini o kadar adamıştı ki, Fatimilerin tutuculaşıp, ‘adalet’ adı altında sömürgeci politikalar geliştirmesi, onu, Fatimilere karşı da mücadeleye sevk etmişti. Böylece Fatimi İsmaililerden ayrılıp Nizari İsmaili hareketini kurmuştur. İslamiyet içinde mücadelesini büyüten, Sünni-İslam karşıtı bir gelenek yaratan Sabbah’ın Nizarileri; inşa ettirdiği kütüphanelerle, yetiştirdiği fedailerle ve Narodnikler’le özdeşleşen devrimci şiddet öğretisiyle Suriye, İran, Irak ve Hindistan gibi ülkelerde muazzam etkiler yaratmış ve sadece Selçuklulara, Memlüklere, Abbasilere, Eyyübilere değil istilacı Haçlılara dahi direnmiş ve başarılı olmuştur.
Mustafa Yurt tarafından yazılan ve çizilen Hasan Sabbah çizgi-romanı Fabulinus Kitap tarafından basıldı. Büyük bir titizlikle araştırılmış ve çizilmiş olduğu anlaşılan çizgi-roman, Türkiye yazın tarihi için de önemli bir iş yapıyor. Yurt’un hem Hasan Sabbah özelinde hem de çizgi-roman özelinde giriştiği bu çaba takdire şayan nitelikte. Çünkü, Hasan Sabbah gibi ‘tehlikeli’ ve çeşitli spekülasyonlara açık bir ismin hikâyesini dile getirebilmek için hem politik olarak cesaret sahibi olmanız hem de sorumluluk sahibi bir yazar-çizer olarak bütün bu tartışmaları süzgeçten geçirebilecek eleştirel ve ideolojik bir pozisyona ihtiyacınız var.
Hasan Sabbah’ın adalet ve eşitlik mücadelesini kaleme alan Yurt, bazı ayrıntıları çalışmasına almamış haklı olarak. Örneğin Fatimi İsmailileriyle girdiği mücadeleyi hikayenin dışında tutmuş. Hikâye, Hasan Sabbah’ın Ömer Hayyam ve Nizamülmülk ile arkadaşlıklarından başlayarak, -aradaki doğru zaman sıçramalarıyla- Selçuklu devletinin başveziri Nizamülmülk’ün ve tahtın sahibi Melikşah’ın suikastleriyle son buluyor.
Çizim tekniği açısından gerçekçi ve gerçeküstü bir anlatım kullanan Yurt’un çizim dili “grafik-roman” diye adlandırılan ya da yoğun taramaların yapıldığı klasik çizimlere pek benzemiyor. Anlatımı güçlendirmesi ve görsel atraksiyon için bazı sahneler -örneğin rüya sahneleri- gerçeküstü bir çizimle aktarılmış. Dramatik aksiyonu ve örgüyü kuvvetlendiren -özellikle renk kullanımındaki (kırmızı, siyah ve beyaz)- seçimleri ve keskin çizgileri, Hasan Sabbah’ın adalet ve eşitlik mücadelesinde yürüttüğü devrimci şiddet politikasına ve heyecan yüklü hikayesine uygun bir anlatım dili olmuş.
Mustafa Yurt’un Hasan Sabbah çizgi-romanı hem kendi türüne deneysel bir katkısı olması hem de ‘aykırı’ bir isim olan Hasan Sabbah’ın hikâyesini anlatma cesaretini gösterdiği için haddinden fazla ilgiyi hak ediyor.
0 yorum:
Yorum Gönder