Juan Manuel Parada, toplumsal zemin üzerine oturan öykülerinde rüyalara ve yerel mitlere yer veren Venezuellalı yazarlardan biri. Chavez Kuşağı’nın temsilcilerinden sayılan yazarın öykülerinde Borges ve Marquez’den bildiğimiz büyülü gerçekçiliğin izini sürmek mümkün. Parada, toplumcu anlatılara yaslanan öykülerinde kendi özgün sesinin peşine düşmesiyle ayrıcalıklı bir konumu hak ediyor. Yazarın Venezuella edebiyatından dilimize çevrilen ilk kitabı olan “İşgal ve Diğer Öyküler”, kısa öykücülüğün sınırlarını zorluyor.
Üç bölümden oluşan kitabında Parada, “İşgal” başlığını verdiği ilk bölümde, birbirinin içine geçip birbirini bütünleyen beş öyküyle güçlü bir başlangıç yapıyor. Bu bölümde yazar, çiftlik sahiplerine karşı direnen köylülerin yaşamlarındaki ayrıntılara sızıyor. Çiftlik sahiplerinin ele geçirdiği arsalara karşı kendi toprağını savunan çiftçiler, çiftlik sahipleri tarafından yönlendirilen cinayetler ilk bölümü oluşturan öykülerde ele alınan konular arasında.
İşgal bölümünde Parada’nın öykü kişilerinin hemen hepsi politiktir. İlk öyküde karşılaştığımız kimi kişiler, diğer öykülerde kendi hikâyelerini sırtlanıp gelir, konuyu derinleştirip genişletirler. Çeşitlenen seslerin geçmişi hatırlamaları sonucunda anlatıların tarihsel boyutunun kökenini sürmek için de bir yol açılır. Sözgelimi Elias adlı öyküde, düşündüklerinin temelini babasının attığını bilen ana karakter Elias, bir anlığına keder ve saygı ile babasını hatırlar. Babası iyice hastalanıp kamburu çıkıncaya dek çalışmış, çalışacak gücü kalmadığında ise eve gidip dinlenmesi ve ailesiyle ilgilenmesi için izin verilmiştir ona. Elias’ın anlaşılmaz bulduğu şey, babasının nasıl olup da bu kadar itaatkâr olabildiğidir. Parada, bölgedeki asıl sorunun geçmişte olduğu gibi bugün de teslimiyet olduğuna dikkat çeker. Bir diğer öyküde ise elleri sarımsak kokan, yemek yaparken şarkı mırıldanan geniş kalçalı ve sırtı dik siyahi bir kadının, Calistra’nın, yaşamına tanıklık ederiz. Kök salmak için mücadele eden Calistra’nın çevresindeki herkes toprağını satıp gider; o ise yaşadığı yer her ne kadar çorak da olsa toprağını satmayacak, direnecektir, direnir de. Calistra’nın varlığı çevresindeki yakın dostları için başlı başına tutkunun da bir kaynağıdır, özellikle açılış öyküsünde okuduğumuz Elias için.
Bir tür olarak kısa öykünün belirgin özelliklerinden biri öykü kişilerinin içe dönük sorgulamalarıdır. Örneğin Avrupa’dan dönüşünden itibaren köylü direnişleriyle ilgilenen Numas, giderek güçlenen Zapata hareketini yazacağı romanın merkezine koymayı düşünmektedir. Zapata ile güncel sorunlar hakkında görüşür; bu görüşmenin sonunda yazmayı düşündüğü romanlarla insanlara yardım edip edemeyeceğini sorguladığı pasajlar dikkat çekicidir. Numas bir gün yakalanıp hücreye kapatılır, daha önce hiç olmadığı kadar kendine çekildiği anlarda roman yazma tutkusu üzerine yeniden düşünür.
İlk bölümde altını çizmek istediğim diğer bir nokta ise, inanç. İnancı, dış dünyayı kavrama biçimi olarak ele alan Parada, halkın inançlarını toplumsal kabullerle, benimsemelerle öykülerin içine yerleştirir. İnançların katı bir biçimde sosyal bir norm haline gelerek insan yaşamını kilitlemesini, Numas’ın tozlu yolda arabasıyla giderken bir kadınla karşılaşması pasajında başarıyla verir. Özetlemeye çalışayım: Numas arabayı durdurur. Yolda gördüğü kadın, umudu tükenmiş, acı çeker bir halde ona bakar, kızım ölüyor, der ve kızını kucağına bastırır. Nesi var, diye sorar Numas genç kadına. Kadın, nazar değdi, üç gündür ağlıyor, der. Oysa küçük kızın bir yerinin ağrıdığı açıktır, doktora gitmek için ısrar eder, ama kadın, yolda giderken nazarı ücretsiz kaldıran bir kadından bahseder sürekli. Bu konuşmayı burada bırakalım, bu kadının ve hasta bebeğin hikâyesi ilk bölümün son öyküsü olan Rufina’da tamamlanır.
İkinci bölümde yer alan on iki öyküde fantastik unsurlar ön plana çıkar. Fantastik yaklaşımı kendine özgü bir doğallıkla birleştirmeyi başaran Parada, okuyucuyu çok şaşırtmadan toplumsal sorunların karmaşıklığını kısacık cümlelerle dile döker. Örneğin Ustura Nene, üvey babasının zorlamasıyla kaset satarak para kazanmak zorunda kalan Nene ile sokakta yaşayan arkadaşı Mono arasındaki gerilimli ilişki üzerine kurulu bir öyküdür. Nene, üvey babasının baskısından nefes alamadığı bir an, polislerin öldürdüğü öz babasının ona verdiği kâğıttan gemiyi akıntıya bırakır, gemi yelken açar ve babasını aramak için yola çıkar. Nene, Mono’dan korkar, korkar ama ondan da kendini kurtaramaz bir türlü. Nene, uyuşturucu bağımlısı olan arkadaşına ne kadar saygı duyarsa o kadar tekme tokat karşılık görür. Burada keselim, Nene’yi öykünün sonunda trajik bir sürpriz beklediğini bilin isterim.
Bu bölümde bahsetmek istediğim diğer bir öykü de Günah. Bu öyküde anlatıcı, Julian’ın ikiz kardeşi Rosendo’yu boynuna ip geçirilmiş bir halde ölü bulduğu sabahtan başlayarak, yedi yıl sonrasına kadar taşır yaşanılanları. Olayın geçtiği Cuzco denilen yer, kırk yıldır kimsenin ölmediği küçük bir kasabadır. Kasabanın müzmin bekârları olan siyah kalın bıyıklı, uzun ve yapılı tipler olan ikiz kardeşlerden daha yakışıklı hiç kimse yoktur bu bölgede. İkizlerden biri öldükten sonra annelerinin aslında büyücü olduğu ve ruhunu şeytana sattığı söylenir. Kasabanın ilgisi geriye kalan ikizin tuhaf hallerine döner, kulaktan kulağa yapılan dedikodular komşu kasabalara dek yayılır. Parada, çok geniş bir zaman aralığını ve karmaşık olay örgüsünü bu kısa öyküde sıkıca dokuyabilmiştir. Zaman zaman ironinin eşlik ettiği dil, Günah’ta o kadar iyi işliyor ki, öykü sonuna kadar canlılığını koruyabiliyor.
Kitabın son bölümünde yer alan çok kısa öykülerde ise Parada, gündelik yaşama ilişkin saptamaları olabildiğince sade bir dille aktarmayı deniyor, bunda da açıkça başarılı oluyor. Örneğin, Genç Şairin Kayıp Sesi öyküsünde bir öğretmenin “İç sesinizi bulmalısınız,” öğüdü üzerine kendi sesini arayan genç yazar, o sesi nerede bulacağı üzerine düşünür. Düşünür ve sonunda kendi sesinin daha çok aşk sözcüklerinde ya da kurulan müstehcen cümlelerde gezindiğini keşfeder.
Olur da, haksızlıklara uğrayıp kendinize olan güveninizi yitirir ve bir gün yalnız kalırsanız, Parada, sorunun çözümünü haksızlıklara karşı mücadele etmek amacıyla birleşen insanların yaşantılarında, tutkularında bulabileceğinizi anlatıyor. Başka bir coğrafyadan, dilden ve başka bir sesten konuşan Parada’nın öyküleri, salt bu nedenle bile okunası.
İŞGAL VE DİĞER ÖYKÜLER, Juan Manuel Parada, Çev. Berna Talun Üğüten, Alakarga Yayınları, 2013.
0 yorum:
Yorum Gönder