Darwin’in evrim kuramı neden hep zor anlaşılmıştır? Sorun, kuramın mantıksal karmaşıklığından kaynaklanmaz, çünkü doğal seçilimin temelinde kısaca şu şekilde özetlenebilecek bir basitlik vardır: Organizmalar değişir ve değişiklikler kalıtımla yavrulara aktarılır; Organizmalar hayatta kalabilecek olandan daha fazla yavru yapar; Ortalama olarak, çevre koşullarına uyabilecek olan yavrular hayatta kalır ve ürer. Böylece yararlı değişiklikler doğal seçilim yoluyla topluluklarda birikir.
Ünlü doğa bilimcisi S. J. Gould’un, Amerika’da yayınlandığında inanılmaz bir sayıda, çeyrek milyondan fazla satılan çalışması Darwin ve Sonrası’na yukarıdaki soruyu sorarak başlıyor. Düşüncesi, kuramın kabul görmesindeki en büyük engelin bilimsel bir zorluk değil, felsefi içeriği –bir dizi kökleşmiş Batı düşüncesine meydan okuması– olduğu. Birincisi, Darwin’in evrimin amacı olmadığını ileri sürmesi: Bireyler genlerinin gelecek kuşaklarda temsil edilmesi için mücadele ederler, o kadar. Dünya bir ahenk ve düzen sergiliyorsa, bu yalnızca bireylerin kendi çıkarlarını gözetmelerinin rastlantısal bir sonucudur; bu düşünce Adam Smith’in ekonomisinin doğaya uyarlanmış biçimidir. İkincisi, Darwin evrimin belirli bir yönü olmadığını savunmuştur; evrim mutlaka daha yüce varlıklara doğru ilerlemez: Organizmalar yerel çevrelerine uyum sağlarlar, o kadar. Bir asalağın ‘soysuzluğu’ bir ceylanın sekişi kadar kusursuzdur. Üçüncüsü, Darwin doğa açıklamasına tutarlı bir maddecilik felsefesi uygulamıştır. Madde tüm varoluşun zeminidir; akıl, ruh ve hatta Tanrı, sinirsel karmaşıklığın muhteşem sonuçlarına verilen adlardan başka bir şey değildir.
‘Evet’ diyor Gould, ‘Darwin’den sonra dünya değişti, ama daha heyecansız, daha sıkıcı ya da daha az büyüleyici değil; çünkü doğada amaç bulamıyorsak, onu bizim tanımlamamız gerekecek.’ Darwin’in bir ahlak düşmanı olmadığını, yalnızca karşısında doğa dururken Batı düşüncesinin derin önyargılarıyla yetinmeye yanaşmadığını söylüyor. Hatta gerçek Darwinci ruhun, Batılı kendini beğenmişliğinin gözde kanısı olan, önceden belirlenmiş bir sürecin en yüce ürünü olarak yeryüzüne ve yaşama hâkim olmak için yaratıldığımız kanısını çürüterek, tükenmiş dünyamız için bir kurtuluş umudu olabileceğine inanıyor.
Bu nedenle, ne olursa olsun Darwin ile uzlaşmak zorunda olduğumuza inanan Gould, bunu yapabilmemizin ön koşulunun onun düşüncelerini ve bunların etkilerini anlamak olduğunu söylüyor. 1974-77 yılları arasında Natural History Magazine’de yayınlamış olduğu makalelerini biraraya getirdiği Darwin ve Sonrası’nda gezegenler ve jeoloji tarihinden toplum ve politika tarihine kadar geniş bir yelpaze oluşturan konuları Darwin’in evrim kuramı çevresinde birleştirmeye çalışıyor.
Birinci bölümde Darwin kuramının kendisini, özellikle H.J. Muller’in yaklaşımı çerçevesinde ele alıyor. Darwin’in evrim kuramını yayınlamak için, -ancak E.R Wallace’ın kendisinden önce davranacağını anlayınca- neden yirmi yıl beklediğini bir bulmaca gibi, eğlenceli; neden sürekli tarihin tozlu sayfaları arasına gönderilmek istendiğini ironik bir üslupla anlatıyor.
İkinci bölüm Darwinciliğin insan evrimine uygulanışını içeriyor. Bu bölümde yer alan Bir derece meselesi, İnsan evriminde dallar ve merdivenler, İnsanın gerçek babası olarak çocuk, Embriyonlar olarak insan bebekleri başlıklı makalelerinde, hem diğer yaratıklar arasındaki benzersiz konumumuzu hem de onlarla olan birliğimizi vurguluyor.
Üçüncü bölümde evrim kuramındaki bazı karmaşık konuları garip organizmalara uygulanışları yoluyla açıklıyor. Bu makaleler, bir düzeyde dev çatal boynuzlu geyiklerle, annelerini içlerinden yiyen sineklerle, arka kısımlarında sahte bir balık geliştiren midyelerle ve 120 yılda bir çiçek açan bambularla; diğer bir düzeyde ise uyum sağlama, yetişkinleşme ve görünüşte amaçsızlık konularıyla ilgililer.
Dördüncü bölümde yaşam tarihindeki bazı oluşumları yine evrim kuramına uyarlayarak inceliyor. Burada öyle görkemli ilerleme öyküleri yok; uzun süren görece dinginlik çağlarının büyük soy yıkımı ve hızlı oluşum dönemleriyle kesintiye uğradığı bir dünya. İki büyük kesinti dönemi var; yaklaşık 600 milyon yıl önce karmaşık hayvan yaşamının büyük bölümünü müjdeleyen Kanbriyen patlaması ve 225 milyon yıl önce deniz omurgalıları familyasının yarısını silip süpüren Permiyen soy yıkımı.
Yaşam tarihinden yerkürenin tarihine geçtiği beşinci bölümde dünyanın en kapsamlı sorularıyla uğraşıyor: Yerkürenin tarihinin belli bir yönelimi var mı? Değişim yavaş ve görkemli mi, yoksa hızlı ve afetler eşliğinde mi ortaya çıkıyor? Yaşamın tarihi, yeryüzünün tarihiyle nasıl örtüşüyor? Bu konuda çalışmış önemli araştırmacıların yaklaşımlarını ele alıyor. Altıncı bölümde basit bir ilkeyi, nesnelerde büyüklüğün şekil üzerindeki etkisini inceleyerek, bu ilkenin şaşılacak kadar çok gelişim yörüngesine uygulanabileceğini ileri sürüyor.
Yedinci bölümde ele aldığı konu oldukça ilgi çekici ve sadece doğa bilimiyle ilgilenenleri değil, hemen hepimizi ilgilendiriyor. Çünkü burada evrimsel düşüncenin tarihini, özellikle de toplumsal ve politik görüşlerin nesnel bilim üzerindeki etkisini ele alıyor. Bilimin, nesnel bilgilerle donanmış ve eski boş inançları yıkarak gerçeğe doğru ilerleyen bir yürüyüş olmadığını, sıradan insanlar olan bilim adamlarının çağlarının toplumsal ve politik kısıtlamalarını yansıttıklarını anlatıyor.
Son bölümde evrim kuramını günümüzdeki insan doğası tartışmalarına uyarlıyor. Örneğin, atalarımızın katil maymunlar olduğu, saldırganlığın ve toprağı koruma güdüsünün doğuştan geldiği, kadının edilgenliğinin doğanın buyruğu olduğu, ırklar arasında IQ farklılıkları bulunduğu gibi savları, son zamanlarda sürekli dayatılan biyolojik belirlenimciliği politik bir önyargı olarak eleştiriyor.
Evrimin insan yaşamı ve düşüncesi üzerindeki geri dönülmez etkisini inceleyen Darwin ve Sonrası, gerek içeriği gerekse kullandığı dil nedeniyle rahatça okunuyor.
DARWIN ve SONRASI, S. J. Gould, çev. Ceyhan Temürcü, Say Yayınları, 2013.
0 yorum:
Yorum Gönder