Büyük kentlerin koşulları insanları doğadan hızla uzaklaştırıyor. Yaşamlarımızda binalara/yollara/araçlara yer açabilmenin bedelini doğaya ödetiyoruz. Doğa dile gelip bu kıyımlara isyan edemiyor elbette. Dile gelmek insana özgü. Ancak doğayı yok ederken kendi yaşamını da yok ettiğinin farkına varmayan/varamayan insanoğlunu kendi bildiğince uyarmaya çalışmadığını söyleyebilir miyiz? Güzel olan da bu uyarılara kulak veren bilinçli bir kesimin özellikle de gençlerin varlığı. Çok yakın bir geçmişte o gençlerin Gezi Parkı’nda, ODTÜ’de nasıl direndiklerini gördük. Doğayı sevmek, doğayı korumak dünyaya güzel bakabilmeyi gerektirir. Çıkarlarının arkasında gözleri kararanların yapacağı iş değildir bu.
“Mavi Kanat’ın Kızılderili Çadırı” adlı çocuk romanı pek çok kez parmak basılan bu konuya aslında tam da zamanında yeniden gündeme getiriyor. Ben romanın kahramanı Gökkuşağı Bade’nin ODTÜ öğrencisi olacağından ya da Gezi Parkı’na çadır kurup ağaçları kollayan o gençlerin arasında yer alacağından hiç kuşku duymuyorum. Ne de olsa o da Mavi Kanat ve Bereketli Toprak gibi bir eylemci. Küçük eylemci! Çekirdekten yetişmek bu olsa gerek.
Paşabey, Kanat’ın ailesinin memleketidir. O, ailesi İstanbul’a göçtükten sonra İstanbul’da doğup büyümüştür. Annesinin özlemle andığı Paşabey, maviyle yeşilin ele ele verdiği bir ilçeyken zamanla bu özeliklerini yitirir. Kanat, doğayı fotoğraflamakla başlayan serüveni onu doğa savaşçısı ilan ettikten sonra Paşabey’in de yanında olması gerektiğine karar verir.
Ancak Kanat olmak ona yetmez. Bunu şöyle açıklar: “(…) Burası benim dedelerimin toprağı. Büyük dedem balıkçıymış. Ekmeğini denizden kazanırmış. Bak, bugün dedemin ekmeğini kazandığı o deniz ağlıyor. Mavi denizin gözü yaşlı. Ben de bu nedenle Mavi Kanat olmaya karar verdim. Sence de öyle değil mi? Denize mavisini geri vermemiz gerek.”
Böylece Kızılderilileri, onların doğaya verdiği değeri kendisine rehber edinen Mavi Kanat, Paşabey sahiline bir Kızılderili çadırı kurarak insanlarda farkındalık yaratmanın ardına düşer. Kızılderililerin temsilcisi Yürüyen Boğa’nın sözleri kulağına küpedir: “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde beyaz adam, paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”
Ona ilk destek Toprak’tan gelir: “(…) Dünya insana ait değildir; insan dünyanındır” Derken en küçük eylemci Bade de aralarına katılır. O da “doğanın bir parçası olduğunu unutan insanlar”ı uyarmayı görev bilir.
Ancak bu işler öyle kolay değildir. Paşabey’de yeşilin ve mavinin yerini alan siteler, oteller, kafeteryalar, tüm işletmeler (bu can çekişen denizin, yardım çığlıkları atan kumsalın sırtından para kazanan insanlar) yaratılmak istenen farkındalıktan hoşlanmayacaktır: “İleri geri konuşup duruyormuşsunuz. Buraların huzurunu bozarsanız sizin de huzurunuz bozulur.”
Bu mücadeleden kim galibiyetle çıkacak dersiniz?
Gökkuşağı Bade’ye kulak verin: “Dünyanın başı dertte. Siz bunu bilmiyor musunuz?”
Biliyoruz diyen çocuklar! Sizi de “Mavi Kanat’ın Kızılderili Çadırı”na Bekleriz.
Bu güzel yazısı için Engin Akdeniz'e, kitabıma sayfalarını açan Bir Gün Kitap'a çok teşekkür ederim.
YanıtlaSilSevda Müjgan