Karakoldan Sokağa: “Polisin Eline Düşünce Sıfır Tolerans” (Deniz ÖZÇETİN)

“Suç-önleme mekanizması ilk kez mi ters gitti? 
Masum bir adam haksız yere mi suçlandı? 
Belki başka masumlar da vardı, ha?”
Azınlık Raporu, Philip K. Dick

Geçtiğimiz on yıl Türkiye’de, deyim yerindeyse bir “zaptiye” dönemi oldu. Önce 2004’te kabul edilen yeni Türk Ceza Kanunu, ardından 3 yıl sonra 2007’de yürürlüğe giren Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, devletin zor aygıtını güçlendirirken yoksul sınıflar, belirli etnik gruplar ve otoritelerce “tehlikeli” addedilen kesimler üzerindeki baskıyı arttırdı. İsmail Saymaz’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan “Sıfır Tolerans” kitabı Türkiye genelinde yaşanan polis şiddeti ve insan hakları ihlalleri vakalarını takip ediyor ve pek çok olay arasından seçtiği Festus Okey’den Baran Tursun’a, Şerzan Kurt’tan Çayan Birben’e, Yasin Kırbaş’tan Ferhat Gerçek’e 35 adli vakayı polis tutanakları, dava dilekçeleri, fezlekeler, iddianameler ve dava tutanakları ışığında inceliyor. Bunların yanı sıra, kendisinin de belirttiği gibi TBMM, TİHV, İHD, Helsinki Yurttaşlar Derneği ve İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün raporlarına başvuruyor. Bazı vakalarda mağdurların kendileriyle ya da yakınlarıyla yaptığı röportajları da aktaran Saymaz, bize polis şiddetinin vardığı noktanın ve “işkenceye ve kötü muameleye sıfır tolerans” vaadinde bulunan hukuk reformlarının fiiliyatta polis şiddetine nasıl her türlü toleransı gösterdiğini ortaya koyuyor.

Önleyici Polislik

Her ne kadar devletin “polis devletine” dönüşmesi 12 Eylül’e değin uzansa da zaman içinde neoliberal politikaların arttırdığı toplumsal eşitsizlik ve Kürt meselesinin 1990’larla birlikte yakıcı bir hal alıp zorunlu göçler sonucu büyük şehirlerin demografik kompozisyonunu değiştirmesi 2000’lerde değişen güvenlik ve ceza politikalarına zemin hazırladı. Bu zeminin en önemli bileşenlerinden biriyse “artan sokak suçları” söylemi ve terör saldırılarıydı. “Önleyici polislik” kavramı etrafında şekillenen yeni yasal çerçevenin ana fikri “polisin suça henüz ortaya çıkmadan müdahale edebilmesinin” kolaylaştırılmasıydı.

Böylelikle 2007’den itibaren kolluk kuvvetlerinin yetkileri artarken sorumlulukları azalmaya başladı. Kitapta kronolojik ve niteliksel olarak sıralanan bu yetkiler arasında “polisin kendi tecrübe ve duruma dair izlenimlerine dayanarak durdurma ve kimlik sorma hakkı”, “gerekli durumlarda yargı organı kararına gerek olmaksın üst, araç ve eşya arama hakkı” ve “direnen ya da saldıranlara karşı kendi takdirini kullanarak silah kullanma hakkı” vardı. Bu değişiklerden günümüze kadar geçen 5 yıl içerisinde tam 127 kişi “polise mukavemet” ettikleri iddiasıyla öldürüldü. Yanı sıra, karakollardaki şüpheli ölümler ya “intiharla” açıklandı ya da “kazayla”. Buna ek olarak sayısız kayıt dışı gözaltı, gözaltında kötü muamele, işkence ve de sokakta ya da açık alanda polis şiddetine maruz kalma vakası yaşandı.

Dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın olası zararlarına dair yaptığı açıklamalara rağmen kullanılmaya devam eden ve Önleyici Polisliğin olmazsa olmazlarından biri olarak kabul edilen biber gazı Metin Lokumcu’nun ve astım hastası olan Çayan Birben’in ölümüne sebep oldu. Ölümle sonuçlanmayan kimi olaylarda mağdurlar sakat ya da felç kaldı. Buna karşılık, yaşanan olayların adli süreçlerinin dökümünü veren Saymaz’ın da gösterdiği üzere, mağdurların ve ailelerinin yaptığı şikâyetlerin bir kısmında soruşturma bile açılmazken, açılan soruşturmaların çok azı davayla sonuçlandı. Davalarda ise bir-iki istisna dışında ya dosya zaman aşımına uğradı, ya kıdem durdurma, uyarı ve kınama gibi hafif cezalar verildi ya da beraatla sonuçlandı. Hatta, tüm bu insan hakları ihlalleri ve şüpheli ölümlere karşılık kötü şöhretli polis merkezlerinin amirleri çoğu zaman terfi etti.

Olağan Şüpheliler

On yıldır gazetecilik yapan İsmail Saymaz’ın titiz ve meşakkatli araştırmasının ürünü olan “Sıfır Tolerans”, bu yeterince korkutucu tabloyu tek tek vakaları inceleyerek ele alıyor. Her bir mağdurun ya da kurbanın hikâyesi ayrı ayrı öğrenildiğinde ortaya çok daha vahim gerçekler çıkıyor. 2006’dan itibaren hukuk sisteminin sanık polislere karşı ne kadar “şefkatli” olduğunu okurken, Saymaz’ın bize gösterdiği bir diğer önemli nokta da polisin öldürme ya da kötü muamele sonrası delillerle oynadığı, delilleri kararttığı hatta çoğu zaman tamamen ortadan kaldırdığı gerçeği.

Örneğin, medyada ve kamuoyunda uzunca bir süre yer alan ve sonrasında polis şiddeti mağdurlarının sembolü haline gelen Festus Okey’in öldürülmesinde, hayati önemde bir delil olan Okey’in kanlı gömleği her nasılsa kaybediliyor; buna ek olarak, Okey’in üzerinde uyuşturucu bulunduğuna dair sahte olduğu anlaşılan bir tutanak düzenleniyordu. Olayın devamında da polisin şüpheli müdahaleleri sürüyor, sonradan bulunan tanıklar ve Okey’e ait olduğu iddia edilen sahte kimliklerle “tehlikeli ve potansiyel bir suçlu” olduğu “kanıtlanıyordu”. Mağdurlara ya da maktullere “kriminal bir kişilik kazandırma” çabası daha sonra pek çok olayda karşımıza çıkmaya devam etti. Zaten kitapta yer alan diğer olaylarda da mağdurlar ya da maktullerin neredeyse tamamı sistemin dışladığı, “olağan şüpheliler” olarak gördüğü toplumsal gruplara dâhiller. Bunlar arasında travestiler, yabancı göçmenler, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde doğanlar, Kürtler, Romanlar, solcular, gecenin geç saatlerinde içki içip sokakta dolaşan kadınlar, tinerci çocuklar, vs. var.

Her ne kadar özellikle İstanbul’da polis tarafından gerçekleştirilen insan hakları ihlalleri TBMM tarafından incelemeye alınmışı ve İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nun 2009’da yayınladığı rapor sonucunda, “Gözü morardı, yüzü çizildi diye bunlara işkence denilirse polis görev yapamaz” diyen İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah görevden alınmışsa da yerine gelen Hüseyin Çapkın da Yozgat Emniyet Müdürlüğü sırasında karıştığı işkence ve insan hakları ihlalleri davalarıyla biliniyor.

Hüseyin Çapkın’ın İstanbul Emniyet Müdürü olarak yaptığı ilk yenilik, Önleyici Hizmetler’de çalışan polisler için getirdiği “Bonus Sistemi” oldu. Buna göre ”molotof-terör olayları” kapsamında şüpheli yakalayan polislere 1.500; cinayet, gasp ve kapkaç suçları için 1.000; travestiler ve “bilinen bayanlar” (dönemin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in açıklamasına göre “teşhircilik yaparak trafik güvenliğini tehlikeye düşüren bayanlar” (!) anlamına geliyor) için 10-20; ve “hedef kitle” (sabıkalı, aranması olan ya da üzerinde suç unsuru bulunanlar) için de 20 puan yazılıyordu. Eğer ki yakalama tutuklamayla sonuçlanırsa ayrıca 250 puan ekleniyordu. Polislerin terfileri bu puan sistemine bağlanıyor ve 4 aylık süre sonunda yeterli puanı toplayan polisler terfi ediyordu. Tahmin edilebileceği gibi polisin yakalama ve tutuklama yetkisinin bir “performans kriterine” dönüşmesi PVSK’daki yetki arttırıcı değişikliklerle birleşince “önleyici polislik” mekanizması keyfi gözaltı ve tutuklamaları önümüzdeki günlerde de arttırmaya devam edecek gibi görünüyor. Saymaz’ın araştırması ise yaşananların unutulmamasını amaçlarken bir yandan da bize tüm bu “toplumsal güvenlik” ve “suç önleme” söylemlerinin gölgesinde aslında ne kadar savunmasız ve tehlikede olduğumuzu hatırlatıyor.

SIFIR TOLERANS, İsmail Saymaz, İletişim Yayınları, 2012.


0 yorum:

Yorum Gönder