İlkel Topluluklarda Suç ve Ceza (Turgay GÜLPINAR)

Siyasal tahakkümün görünürlüğe kavuştuğu alanlardan biri olarak yargılama sürecinin ve ceza pratikleri uygulamasının izlenmesi, modern devletin kurucu niteliklerini gözler önüne sermektedir. Suç ve cezanın kavranışı üzerinden ilkel (devletsiz) toplumun değerlendirilmesinde ise farklı bir araştırma sürecinin kat edilmesi zorunlu görünmektedir. Siyasal birliğin kurgulanışında birbirinden tamamen farklı iki temelden hareket eden ilkel ve uygar toplumlar arasında suçun tanımlanması ve suça karşı bir reaksiyon olarak ortaya çıkan cezanın uygulanma yolları arasında ciddi farklılıklar bulunmaktadır. Öyle ki farklılaşmış ve kurumsallaşmış bir siyasal iktidarın bulunmadığı, topluluğun bir bütün olarak iktidarı elinde bulundurduğu ilkel toplumlarda suç ve ceza olgularını modern görünümleriyle bulmak mümkün değildir.

Hukuka Karşı Sağduyu

İlkellerde suç ve suça karşı bir tepki olarak cezanın ortaya çıkışını açıklamak üzere geliştirilen çözümlemeler, ilkel toplulukta ceza pratiklerinin topluluk içinde kazanan ve kaybeden, mağdur, suçlu ve yargılayıcı gibi bölünmelere yol açmak yerine gelişen sürecin sonunda topluluğun bir bütün olarak yeniden ortaya çıktığını göstermektedir. Devletsiz toplumlarda ortaya çıkan anlaşmazlıkların ve yasa ihlallerinin aşılmasında topluluk zamansal ve mekânsal bir bölünme yaşamamakta (ilkellerin ne duruşmaları vardır ne de mahkeme salonları) topluluk sürekliliğini ve bütünlüğünü sürdürmektedir. Bu toplumlarda anlaşmazlığın çözülmesinde yargılayan, karar alan ve ceza pratiğini uygulayan üçüncü bir taraf ortaya çıkmamaktadır. Farklılaşmış bir hukuk sistemine sahip olmayan devletsiz toplumlarda topluluk içindeki çatışmalar, topluluğun bir araya gelerek çözüme dönük konuşmaya dayalı yöntemlerle aşılmaktadır. Bunun gerçekleşemediği durumlarda ise kavga, doğaüstü aracılara başvurma, utandırma, küçük düşürme, alay, yok sayma, onanmama başlıca yaptırımlar olarak ortaya çıkmaktadır.

İlkel toplumda, üyenin topluluğa olan bağlılığın koşulsuz ve kesintisiz bir itaat ilişkisi çerçevesinde ortaya çıkıp çıkmadığı tartışmaya konu olmaktadır. Yabanıl Toplumda Suç ve Gelenek’te, ilkel insanın günlük hayatında topluluğun varlığını sürdürme adına gerekli olan ekonomik yükümlülükler de dâhil olmak üzere pek çok görevi yerine getirmekle yükümlü olduğunun altını çizen Malinowski; bununla beraber bütünüyle topluluk tarafından koşullandırılmış, mekanik bir şekilde itaat eden ilkel insan imgesinin gerçekliği yansıtmadığı görüşündedir. Zorunlulukların yanı sıra kişisel çıkarlar, arzular ve çatışmalar ilkel yaşantının da bir parçasını oluşturmaktadır.

Malinowski’nin ilkel topluluktaki geleneksel düzene olduğu kadar “gündelik hayatı” düzenleyen medeni yasalara yaptığı vurgu konuya ilişkin farklı bir bakış açısı geliştirmenin yolunu açar. Korkutucu ve ihlali engelleyici kutsal yasanın yanı sıra medeni yasalar da ilkel yaşantıyı düzenlemektedir. Bu yasa aynı zamanda tıpkı uygar toplumda olduğu gibi esnetilen, kaçınılan ve delinebilen bir yasadır. Malinowski’ye göre ilkellerde medeni yasa olarak tanımlanabilecek bir yasanın bulunmasına karşın suçun belirli bir tanımının bulunmayışı, suçun cezalandırılmasında esas alınacak ölçüler ve cezalandırma yöntemlerini belirsiz ve düzensiz kılmaktadır.

İlkellerde toplumsal hayat sadece kurucu yasayla düzenlenmemektedir. İhlal edilmesi halinde topluluğun varlığının son bulacağı kurucu yasanın yanı sıra topluluk hayatını yönlendiren yasalar da bulunmaktadır. Topluluğun yapısına içkin olan bu yasalara duyulan saygı topluluğun işleyişini sağlamaktadır. Malinowski’nin “medeni yasalar” olarak tanımladığı bu yasalar, esas olarak mübadeleye ve mübadelenin ürettiği karşılıklılığa dayanır; mübadelenin sürüyor oluşu medeni yasaların da uygulamada olduğu anlamına gelmektedir. Bu yanıyla yasanın yasaklar kadar belki de onlardan önce olumluluğa dayandığı iddia edilebilir; mübadelenin olumlu ve barışçıl yapısı medeni yasaların yapısını da belirlemektedir.

Yasaklar Çiğnenmek İçindir

Medeni bir yasanın varlığı, bu yasanın çiğnenebileceği gerçeğini de içerir. Medeni yasanın çiğnenmesine karşı geliştirilen kimi toplumsal yaptırımların bulunmasına karşın ilkellerde, topluluktan ayrışmış bir hukuksal kurum bulunmamaktadır. Kendi içinde işleyen uzmanlaşmış bir hukuk mekanizmasından ya da özerk bir yasal düzenlemeden de bahsetmek mümkün değildir. Medeni yasaların varlığı, topluluk yaşantısının bir boyutunu oluşturmakla beraber bu alan toplumsal varlığın diğer yönleriyle bir bütünlük oluşturmaktadır. Dolayısıyla ilkel toplulukta medeni yasanın varlığı, ilkellerde modern toplumdakine benzer bir hukuk aygıtının bulunduğu anlamına gelmemektedir. Topluluğun barış içinde ve yasalar doğrultusunda yaşıyor oluşu, “üçüncü taraf”ın denkleme dâhil edilmesini zorunlu kılmamaktadır.

İlkel insanın pek çok yazar tarafından bencillikten tamamen soyutlanmış, kişisel olmayan, gruba sınırsız bir şekilde bağlı olarak düşünülmesine karşı çıkan Malinowski’ye göre ilkel insan, ne aşırı uçta bir kolektivist ne de aşırı derecede bir bireycidir. Malinowski, bu yanlış kurgunun gerisinde, ilkel topluluğun buyruk ve kararlar içeren bir ceza yasasının olmadığı yönündeki yanlış kanaatin yatığını düşünmektedir. (s. 67) Oysa esnek ve hoşgörülü sayılabilecek kurallardan oluşmakla beraber bağlayıcılığı olan, kişilere hak ve görevler yükleyen yasalar olarak medeni yasalar ilkel yaşantının düzenlenmesinin bir parçasıdır. Bu kuralların çiğnenmesi halinde ceza uygulanmamakta hatta suçlama yoluna bile gidilmemektedir; kuralların bağlayıcı gücü uzun zaman dilimlerinde ortaya çıkmakta, mübadele zincirinde yaşanan kopmalar olarak kuralı ihlal eden kişinin karşısına çıkmaktadır. İhlali gerçekleştiren kişi, mübadelenin içinde olmanın getireceği karşılıklı fayda üretiminin ve ekonomik işbirliğinin dışında kalmaktadır. (s. 78) İlkel düşünüşte yasa ve suç kavramının varlığına rağmen, suçlama, dolaysız ceza, saf bir pratik olarak yargılamanın ve bağımsız bir hukuk kurumunun yer almadığı görülmektedir.

İlkel topluluklarda suçun kavranışı ve cezalandırma pratiklerinin hayata geçirilmesi, topluluğun siyasal kuruluşunun çeşitli yönlerinden birini oluşturmakta ve sosyal olanın yayıldığı diğer alanlar üzerinde belirleyici bir rol oynamamaktadır. Suç ve cezaya dair kurguları incelemenin modernliği anlama adına sahip olduğu vazgeçilmez önem karşısında ilkellerde suç ve ceza ancak topluluğun bütünlüğünün yeniden üretilmesi bağlamında anlaşılabilmektedir. Bu nedenle, ilkellerde niçin “günahın” ve “cezanın” olmadığı sorusunun sorulması anakronizme düşme tehlikesini içermektedir.


Bronislaw Malinowski (2003), Yabanıl Toplumda Suç ve Gelenek, çev: Şemsa Yeğin, İstanbul:Epsilon.
Simon Roberts (2010), Hukuk Antropolojisine Giriş, çev: Erkan Koca, Ankara: Birleşik.


0 yorum:

Yorum Gönder