Olan bitenin karşısında aciz insan zihni, önüne çıkan olguyu, varlığı bütününden koparıp, yalnızca ayırt edici özelliklerinden yola çıkarak adlandırıp genellikler atfettiğinde onu ayrı bir yerde muhafaza etme eğilimi doğar. Bu eğilim, bizden önceki ile sonraki arasındaki bağı görmemizi engeller. Bu durumda şu an “var olan” merkezinde yalnızca “ben”in yer aldığı bir gerçeklik yanılsaması yaratılır. Bu, kişisel ve toplumsal olarak pek çok tehlikeyi içinde bulunduran bir tutum. Bu yüzden 2000’li yıllarda yazmaya başlayan biri olarak “2000’li yıllarda öykücülüğümüz” konulu bir yazı yazmak beni biraz tedirgin etti diyebilirim. Eminim ki yazımın tümüne bu tedirginlik sinecektir.
2000’li yıllar öykücülüğünün 1995’in temeli üzerinden şekillendiğini düşünüyorum. Bu anlamda 1950 kuşağı öykücülüğü nasıl ki 1947’de yayınlanmaya başlayan Seçilmiş Hikâyeler’e uzanıyorsa 2000’li yılların öykücülüğünün temeli 1995’te yayınlanmaya başlayan Adam Öykü’ye dayanır. Adam Öykü, çeviri öyküleri, eleştiri-kuram yazıları ve dönemin öykü yazarlarının ürünlerini yayınlayan bir dergi olarak 2005’e dek öykü türünün canlı kalmasına önemli ölçüde katkı sağladı.
Adam Öykü’yle aynı süreçte Ankara’da yayınlanmaya başlayan Düşler Öyküler ancak dokuz sayı çıkarılabildi. Bu yüzden etkisi sınırlı kaldı. Ancak aynı dönemde bu dergi çevresinde şekillenen, öykü türüne ilginin gerçek anlamda örgütlendiği “Ankara Öykü Günleri”nden söz etmeliyim. 1997’den 2006’ya kadar her mayıs ayında gerçekleştirilen öykü etkinlikleri pek çok yazar-okur için yönlendirici olduğu gibi öykünün bir tür olarak öne çıkmasını sağladı. İlginç bir şekilde Adam Öykü’nün yayınının son bulması ile “Ankara Öykü Günleri”nin kesintiye uğraması aynı döneme rastlar. 2005, 1995’te başlayan sürecin son bulmasıdır bir anlamda. 2005’ten sonraki süreci ayrı değerlendirmek gerekir. Günümüze dek getirebileceğimiz bu zaman diliminde, daha çok dergilerde isimlerini gördüğümüz yazarların tüm yapıtlarını bastırdıkları, ustalık dönemine girdikleri ve arkalarından yeni bir öykücü dalgasının geldiği söylenebilir.
2005 sonrasında çıkan Eşik Cini, İmge Öyküler uzun soluklu olmaz. Ancak, 2006 yılında yayınlanmaya başlayan, Adam Öykü’nün devamı olarak düşündüğümüz Notos, varlığını günümüze kadar sürdürür.
2012’de iki yeni öykü dergisi daha yayımlanmaya başlar: Sarnıç ve Dünyanın Öyküsü. Dünyanın Öyküsü’yle birlikte Ankara’da canlandırılan öykü günleri yeni, hareketli bir sürece girildiğinin işareti olarak düşünülebilir. Bu süreç de usta yazarlarını yaratacaktır. Ancak bu, söylendiği kadar düz, karmaşasız ve sancısız bir dönem olmayacaktır kuşkusuz. Karmaşa, 2005’ten sonra şekillenen eğilimlerle ilgili. “Öykü-takip” serüvenimden çıkardığım bu gündem elbette ki “tek” değil. Ancak “2000’li yıllar öykücülüğümüz”ün, sözünü ettiklerimin çevresinde ve sarsılmaz bir yasa olarak “zıddını kendinden doğurup” bu çevrenin temsil ettiklerinden sapmayla oluştuğunu düşünüyorum. Bu sapmanın ana damarlarını da fanzin türünde dergiler, internet üzerinden yayınlanan edebiyat dergi(site)leri ve bloglar oluşturmuştur denebilir. İçinde bulunduğumuz süreçte, basılı dergi ve kitaplar hala hükümranlığını sürdürüyor olsa da “yazan”lar için çok da belirleyici değil. Yazılanlar internet yoluyla en az basılı dergi, kitap kadar, belki daha da fazla okuyucuya ulaşma şansına sahip. Bunun da ötesinde bloglar yoluyla, dergilerin yalnızca kendi anlayışlarına uyan öyküleri seçme, öyküden çok imzaya yer verme anlayışı kırıldı. Kendi yolunda ilerleyen öykü yazarları var artık. Bu noktada yazdığı kısa öykülere “tok öykü” adını veren Emre Öztoprak’ı anmalıyım. Yazarın, şiirk, paranteziyle de adlandırdığı, mecazlarla örülü kısa öykülerine ajunugkezeyi.com’dan ulaşılabilir. Ekmel Can Gökdal’ın yalnızca öykü yayınladığı bloğunun adresi hayalidevinim.com. Onur Çalı’nın bloğu Parsomen13.blogspot.com’da öykü yayınlandığını biliyoruz. Ayrıca bir öykü-forum dergisi de var. Okuyucularının öykülerini yayınlayıp bu öyküler üzerine konuştukları bir site bu: uzunhikaye.org
’95 sonrası canlanan öykücülükte ana eğilim klasik öykünün sürdürülmesiydi. Bu konuda eleştirmenlerin işaret parmakları çatık kaşlarla birlikte yeni yazarlara doğrulmuştu. Ancak, gençler bir yandan yabancı dillerden çevrilen fantastik edebiyat ve sinema örneklerinden beslenirken geleneğe uymaları gerektiğini öğütleyen “büyükleri”nin karşısında ne yapacağını şaşırıyordu. Tam da bu sırada Pokemonlarla, Harry Potter’la yetişen, yaptığı pek çok iş gibi edebiyatı da bir kariyer alanı olarak gören yepyeni bir kuşak daha geldi. Bloglarında ya da kendi çıkardıkları fanzinlerde, kaygılardan azade yazmaya başladılar. Onlar, yazımın başında sözünü ettiğim tedirginliğe hiç kapılmadan, kendi gerçekliklerinin yanılsamasını göğüslerini gere gere savunabiliyorlardı. Kötü mü ettiler, iyi mi? Tartışılabilir. Her yanlış karşı yanlışını doğurur. İki yanlışın çarpışmasından bir doğru çıkar belki de. Şu an bu iki eğilimin tozu dumanı içinde yazmaya çalışıyoruz sanırım. Çetrefil dil oyunları içinden anlamı cımbızla yakalayabilmek için kırk takla attığımız metinlerle, her şeyi betimleme çabasıyla bizi yoran upuzun metinler. Karmaşa dediğim işte bu.
2005 sonrası öykücülüğü benim için neşeli bir karnaval. Yetişebildiğimce, merakla okuyorum başka yazarları. Kendi öykülerime dikenüstündeliğimin huzursuzluğuyla başlayıp huzurla bitiriyorum. Huzurluyum çünkü bu toz duman içinde benim sevdiğim öykücüler var, yenileri de olacak. Edebiyat, hele ki öykü, üst-konum yaratmanın aracı değil de kendini anlatmanın, başkasını anlamanın aracıysa birbirine benzeyenler buluşacak, yalnızca kendilerini beğenenler övgü yolu gözleyecek.
50 kuşağı, Seçilmiş Hikâyeler ’deki Köy Edebiyatı estetiği içinde ürün veren pek çok yazarın arasından farklı ve güçlü bir akım olarak doğdu. 2000’lerde neden böyle bir akım ya da usta yazarlar doğmasın? Klasik öykü geleneğine sırt çevirmeyen, ondan beslenen; bu arada edebiyatta “düş”ün ve mitolojinin ağırlığının hiç yitmemiş olduğunu bilen, dili anlamı kapatmadan eğip bükebilen, tüm yazdıklarıyla okuyucudaki huzursuzluğu, acıyı, sezgiyi su yüzüne çıkarabilen yazarlar var ve yenileri de olmaya devam edecek.
1995'ten itibaren dergileri de unutmadan, genel ve nesnel bir değerlendirme olmuş.
YanıtlaSilBu tür yazılara gereksinim var, ellerine sağlık.