Sine Ergün’ün, derinliği yalınlıkla anlatmayı başaran öyküleri beni çok etkileyince kafama takılan soruları ona sormak istedim. O da zaman ayırıp sorularımı yanıtladı. “Burası Tekin Değil” ve “Bazen Hayat” adlı kitapların yazarı Sine Ergün 2013 Sait Faik Hikaye Armağanı’nı aldı. Ödül sonucu açıklanmadan önce yaptığımız söyleşiyi seveceğinize eminim.
Anlık durumlar öykülerinizin konusunu oluşturuyor. Öykülerinizde ne insanı şaşırtan gösterişli kurgular ne de çok enteresan durumlar var ama okunduğunda ayrıntıların derinleştirdiği bir anlatım dikkati çekiyor. Sıradan olanı anlatmak daha mı zor?
Şaşırmak bana göre iki türlü; yazar, kendinde de aynı etkiyi uyandıracak bir olayı/durumu kendini görünmez kılarak anlatabilir, böyle bir metinden okur olarak etkilenirim. Ya da yazar okuru biçem ve kurgu yardımıyla şaşırtmaya çalışabilir, bunda yazarın aklının okurdan üstün olduğu alt metni olduğu için itici gelir. Sıradan olanı yazmaktan çok, hangi yaklaşımı benimsediğinizle ilgili bana göre.
Hep söylenir; iyi öykü fazlalık kaldırmaz, her sözcüğü gerektiği için kullanacaksınız, diye. Sizin de kısa öykülerinizde dili ustaca öğüttüğünüzü görüyoruz. Bu işçilik disiplinli bir çalışmanın sonucu mu?
Bir biçem yaratma çabası. Disiplin bölümünü bilmiyorum ama, evet, çalışma sonucu.
Enis Batur, bir yazısında okuduğu daha doğrusu okuyamadığı bir romandan yola çıkarak “Roman, roman gibi olmamalı bundan böyle.” diyor. Öykü için de aynı şey söylenebilir mi?
Bu aralar aynı konuyu başka bir sanat alanından, görsel sanatlardan arkadaşlarımla sıkça konuşur olduk. Genç sanatçılardan iyi işler çıkıyor. Yapılan işleri beğensek de hep adını koyamadığımız bir eksiklikten, ihtiyaçtan söz ediyoruz. Kimileri yeni bir şeyin yaklaştığını söylüyor. Söz ettiğimin yeni bir tartışma konusu olmadığını biliyorum, yine de şu an her zamankinden fazla dillendiriliyor sanki. Aynı şey edebiyat özelinde söylenebilir mi, bilmiyorum. Ama olumlu anlamda belli bir çizgiden söz edebiliriz, şimdi belki de yeni bir şey söylemek gerek, kendimi bunun dışına koymuyorum.
“Kamyon Şoförleri Buluşması” adlı öykünüzde edebiyat dünyasına gönderme var gibi. Genç yazarların desteklendiğini, farklı türdeki yazın çalışmalarının heyecanla karşılandığını düşünüyor musunuz?
Bilgim ve yaşım geçmişle kıyaslama yapmaya yetmez ama genç yazarların heyecanla karşılanabilmesi, yeterli sayıda ve nitelikte mecranın olup olmadığıyla ilgili. Bu da ekonomik koşullarla. Yayınevleri, yazarlar emeklerinin büyük bölümünü dağıtım ağına, zincir yayınevlerine devrediyor. Nitelikli bir edebiyat dergisinin kendi kültürünü oluşturacak kadar devamlılığını sağlaması söz ettiğim nedenlerden dolayı oldukça zor. Beslendiğimiz dergilerin sayısı belli. Bu ister istemez genel bir edebiyat beğenisi oluşturuyor. Özetle, eğer farklı türdeki yazın çalışmaları bugün kendine yer bulamıyorsa, farklı çizgide yayınevleri ile dergilerin uzun soluklu olamaması bunda büyük etken.
Kitaplarınız hayatı, insanları ve onların iç dünyalarındaki karmaşaları en yalın haliyle anlatan öykülerden oluşuyor ve bu öyküler ayrıntıları atlamayan birinin elinden çıkmış hissi uyandırıyor. İyi bir izleyici misiniz?
Değilim. Geliştirmeye çalışıyorum. Dikkatli bakmazsam görmüyorum.
Öykülerinizde "ölüm" evin en ağır misafiri gibi, birçok öyküde dolaylı da olsa çıkıveriyor karşımıza. Ama bence öykülerinizde kahramanları çaresiz bırakan ölüm değil "sevgi". Sevginin olmayışı hayatımızı bu denli çözümsüz bırakabilir mi?
İnsan algısı ilgimi çekiyor. Sevgi-beklenti ilişkisi gibi. Duygunun kendisi ile gündelik hayattaki karşılığı arasındaki fark ve bunun sonuçları.
“İyi” adlı öykünüzde anlatıcı, intiharı hiç düşünmemiş biri varsa tanışmak istemezdim, bana kendimi kötü hissettirirdi, diyor. Belki bu yüzden kahramanlarınızın çoğu sizin deyişinizle hayatıyla ne yapacağını bilemeyenler. Gündelik hayatta gözlemlerinizin öznesi bu insanlar mı?
Belli insanları gözlemlemiyorum ama tanık olduklarımız ve okuduklarımızla sınırlıyız. Yine de hayatıyla ne yapacağını bilememek kişinin yaşantısından çok insan olmakla ilgili bana göre.
“Bodur İskelenin Ucu”, “Beyin Akıntısı”, “Edgar”, “Kelebek Mevsimi”, “Karanlık” okurun metinle arasındaki mesafeyi açan, onu kendine yabancılaştıran, bir o kadar da yaklaştıran metinler. Öykünün böyle bir işlevi olmalı mı sizce?
Söz ettiğiniz öyküler şu an üstünde çalıştığım biçeme yakın. Gerçeklik algısını kurcalamaya çalışıyorum. Ben kişisiyle yazmayı biraz da bunun için seçtim. Ben kişisiyle bir kurmaca anlatıcı yaratmak. Bu, dediğiniz etkiyi okur da yaratıyor olabilir. Öykünün işlevinin ne olması gerektiğini bilmiyorum, bu yalnızca benim izlediğim yol.
Var olmanın seyirlik olmaktan geçtiği günümüzde görünür olmaya dair ne düşünüyorsunuz?
Bir nedenle görünürlük kişinin değerini belirler oldu. Görünmeye çalışıyoruz. Herkes görünmeye çalıştığı için kimse görmüyor. Böylece görünme çabası büyüyor ve körlük de. Bu, her şeye yansıdığı gibi edebiyata da yansıyor olabilir.
Yeni kitabınızı dört gözle bekleyen okurlarınıza çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Öykü yazmaya devam ediyorum. Bir roman ve senaryo taslağım var.
0 yorum:
Yorum Gönder