Gülşah Elikbank özellikle genç okurların yakından tanıdığı bir isim. Türk fantastik edebiyatında eserler veren nadir kadın yazarlardan biri. Günebakan Üçlemesi’nden sonra şimdi de karşımıza bilimsel alt yapısı güçlü, insanı her sayfasında şaşırtan, macera dozu yüksek bir romanla, Uykusuzlar’la çıktı. Biz de kendisiyle yeni romanını ve rüyaların gizemini konuştuk.
Son romanınız Uykusuzlar’da aslında ana kahraman “rüyalar”… Bugüne kadar genelde romanlarda metafor olarak kullanılmış bir kavramı romanın ana eksenine oturtmaya nasıl karar verdiniz?
Rüyalar, çocukluğumdan beri ilgimi çekmiştir ya da tam tersi ben rüyaların ilgisini çeken biriydim. Çocukken, birçok rüyam birebir gerçekleşmiştir. Tabii çocuk aklıyla insan ne olduğunu bir türlü kavrayamıyor, kimseye de soramıyor. Kendini çok kötü hissediyor. Büyüdükçe ve rüyalar konusunda bilgim artıkça bende bir tuhaflık olmadığını, başıma gelen şeyin de Duru Görü’den başka bir şey olmadığını anlayıp rahatladım. Ayrıca şöyle düşünüyorum, rüyalar Tanrı’nın bizimle konuşma yolu, olabilir. Üstelik en iyi yanı, kişiye özel oluşu. Bu durumda kendi rüyalarımızın alfabesini öğrenmemiz lazım.
Aslında Uykusuzlar’da duru görüden daha ziyade bilinçli rüya görme konusunu irdelemişsiniz. Bu seçim neden?
Bilinçli rüya görme her insanın öğrenebileceği hatta öğrenmesi gereken bir şey. Geçmişte birçok mutlu kabile rüyaları bir bilim dalı olarak ele almış. Hayatımızın neredeyse üçte birini uykuda geçirdiğimiz düşünülürse, bunun sadece bedenimiz dinlensin, diye bize bahşedildiğini düşünemeyiz. Çünkü beden dinleniyor ama uykuda zihin hala aktif, çalışıyor. Peki neden bizim için çalışmasın? Bunun kolay gözüken ama sabır isteyen bir yolu da var!
Okurlarınıza bu kavramları anlatmak için nasıl bir çalışma süreci geçirdiniz?
Rüyaları bilimsel olarak inceledim fakat bunun yanında Sufi’likteki rüya bilincini, eski kabilelerin rüyalar konusunda neler yaptığını da araştırdım. Felsefe her zaman ilgi alanım olmuştur, bu romanda da romanın alt katmanlarına inandığım felsefeyi yerleştirdim. Ayrıca Lucid Dreaming dediğimiz bilinçli rüya görme konusu, Amerika’da rüya laboratuarlarında bile öğreniliyor. Biz de pek adını anan yok gerçi, ama olacak. 2012 Aralık ayı, Maya Kehanetlerinde sona eren o uyarıcı tarih, çok önemli.
Evet, romanda Maya kehanetlerinden de bahsediyorsunuz. Fakat biraz daha farklı bir bakış açınız var. Tabii tüm bunlar fantastik bir kurgunun etrafında şekilleniyor. Neden fantastik?
Hayalleri özgür bırakmanın, bilinçaltının kelimelere serbestçe dökülmesinin en iyi yolu; fantazyanın yolu bence. Ben genelde görünenlerin ardına bakmayı tercih ederim. Öğretilenler ya da ezberletilenler değil, bir adım sonrasıdır romanlarımın konusu. Maya Kehanetleri de benim algımla yer alıyor romanda. Ayrıca yaşadığımız hayatın gerçekliğinden nasıl bu kadar eminiz ki, benim yazdıklarım hayal ürünü ya da fantastik oluyor. Belki de tam tersidir. Üstelik fantastik metinler en iyi isyan metinleridir, benim de insanlığın geldiği noktaya, durduğu yere itirazım var!
Rüyalardan, bilinçaltından bahsederken aşkı da unutmuyorsunuz. Romanlarınız da aşkın tadı yoğun olarak hissediliyor. Aşk, romanın neresinde sizce?
Aşk, hayatın neresindeyse romanın da orasında aslında yani tam ortasında, içinde, ruhunda. 28 yaşındaki bir kadının, Nina’nın öyküsü bu. Onun kurulu düzeni ile imkansız ama tutkulu aşkı arasında kalışını anlatıyorum. Gerçeklikle bir bağ arıyorsak, en güçlü bağı bu aşktır. Bir de tabii anne-kız arasındaki o hasret ve yarım kalmışlık… Annesini küçük yaşta kaybeden bir kadın, Nina.
Romanın arka kapağında İnci Aral’ın yazısını görüyoruz. Bir ustadan onay almak size ne hissettirdi?
İnci Aral en sevdiğim romancılardandır. Her yazdığı romandan, öyküden sonra, bir gün ben de böyle yazmalıyım, diye hırslandığım bir isimdir. Böylesine hayranlık duyduğum bir yazarın romanımı beğenmesi, bir de arka kapak yazısını yazması şüphesiz benim için çok değerli. Ustalardan el almak çok önemli, hele bu isim edebiyatın en güçlü karakterlerini yaratan İnci Aral ise. Beni çok mutlu etti.
Kolektif bilinçaltı gibi gizemli bir konuya da değiniyorsunuz, Uykusuzlar’da. Sizce romanın en önemli gizemi hangisi?
Aslında yaşamın tamamı, aldığımız soluk bile gizemli benim için. Harika bir oluşumun içindeyiz. Evren, tüm kusurlarımıza rağmen, kusursuz yaşıyor. Ben insanın sırrını, hakikatin ne olduğunu arıyorum ve bunu okurlarımla birlikte yapıyorum. Aslına kalemim de elim de bu yolda, birer aracı. Kelimeler dile gelmek için insanlara ihtiyaç duyar, hepsi bu. Kolektif bilinçaltına inanmamaksa elde değil, yoksa bunca yıldır insanoğlunun gelişimini, hep ileriye giden zihinsel özelliklerini nasıl açıklayacağız? Biz mükemmele doğru evrilmek zorundayız zaten.
Bundan sonra yazın hayatınızda ne gibi hedefleriniz var?
Hedef koyarak yol alabilen biri değilim. Aynı anda iki-üç romanı okuduğum gibi, aynı zamanda farklı konuları yazabiliyorum fakat sonra rota birden şaşıyor. Zaman ve rüyalar ne gösterecek bakalım…
0 yorum:
Yorum Gönder