Gezi Direnişi Türk Edebiyatında Bir Kırılma Yaratabilir mi? (Başak BAYSALLI)

Edebiyatın konusu insandır. İnsan, tüm çıplaklığıyla, gerçeğiyle yerleşir metnin içine. Yüzyıllardır böyledir bu. İnsanın sevinci, acısı, umutları, hayalleri, sıradan yaşamı, varoluş sancısı edebiyatın başlıca uğraşıdır.

İnsan, yaşadığı toplumdan ayrı düşünülemez. Edebi eser, insan gerçeğini yansıtırken topluma da ayna tutar. Toplumu etkileyen siyasi ve sosyal olaylar edebiyatı şekillendirir. Türk edebiyatı da diğer ülkelerin edebiyatları gibi doğduğu ve geliştiği toprakların siyasi/sosyal olaylarından etkilenir. Zaman içerisinde toplumun yaşadığı değişiklikler edebiyata yansır, bu durum farklı dönemlerde farklı edebiyat anlayışlarının ortaya çıkmasını sağlar. Özellikle Cumhuriyet’in ilanını takip eden süreçte gelişen edebiyatın, dönemlere ayrılmasında daha önceki yıllarda olduğu gibi yine siyasi olaylar ölçüt olarak kullanılır.

1923’ten günümüze dek uzanan Türk edebiyatını düşündüğümüzde, dönemleri ayıran tarihlerin Türkiye’nin yakın tarihinde meydana gelen önemli siyasi olayları işaret ettiğini görebiliriz. “1923-1940/1940-1960/1960-1980/80 Sonrası” olarak adlandırılan dönemlerin başlangıç ve bitiş tarihleri dikkat çekicidir. 1923, yeni bir rejimin ilanını; 1940, İkinci Dünya Savaşı’nı ve çok partili sisteme geçiş yolundaki hazırlıkları; 1960, ilk askerî darbeyi; 1980, 12 Mart 1971 muhtırasının ardından ordunun üçüncü kez yönetimi ele geçirmesini işaret eder. Ve bu köklü değişiklikler yankısını edebi eserlerde bulur.

1923-1940 yılları arasında gelişen edebiyatın toplumsal konuları ele alması, Anadolu’ya yönelmesi tesadüfi değildir. Bu yıllarda savaşın etkileri ve yeni kurulan devletin yaşadığı sorunlar, yazar ve şairleri toplumun ortak duygularını anlatmaya iter. Anadolu insanının yaşayışı bu dönem eserlerinin başlıca konusudur. Serbest nazım ve toplumcu şiirin temsilcisi kabul edilen Nazım Hikmet bu dönemde insanın emeğini ve mücadelesini anlatmaya başlar, Türk şiiri “serbest şiir” ifadesiyle ilk kez karşılaşır. İdeolojinin şiire yol göstermesi, yine Türk şiiri için yeni bir özelliktir. Romanda ve öyküde bu yıllarda Sabahattin Ali, toplumcu gerçekçiliği bilinçli bir şekilde savunan yazarlardan biridir.

1940-1960 yılları arasında baskının gölgesinde şekillenen farklı sanat anlayışları ortaya çıkar. 17 Nisan 1940’ta Köy Enstitüleri’nin kuruluşuyla edebiyatta köye yöneliş başlar. Roman ve öyküde Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Fakir Baykurt köy ve Anadolu gerçeğini dile getiren eserlerle öne çıkar ve bu aydınların üzerindeki baskı günden güne artar. 1948’de Sabahattin Ali’nin sadece düşündüklerini dile getirdiği için öldürülmesi bu baskının en somut kanıtıdır. 1950’de Demokrat Parti’nin yirmi yedi yıllık tek parti dönemini sona erdirerek iktidara gelmesi tarihin seyrini değiştiren önemli bir olaydır. İktidar değişir, ancak baskı devam eder. 1955’te yaşanan 6-7 Eylül Olayları sonucunda aydınlar, eşitlik ve adalet üzerine daha çok söz söylemeyi tercih eder. 1960’ta askerî darbeyle sonuçlanacak olan bu dönemde uygulanan baskı nedeniyle bireyin iç dünyasına yönelen İkinci Yeni şairleri de göze çarpar.

1960-1980 dönemi, edebiyatın iki askerî darbe arasında şekillendiği yıllardır. 1960’ta askerî darbenin etkileri edebiyata doğrudan yansır. Bu yıllarda, sonradan “İkinci Yeni Sonrası Toplumcu Şiir” olarak adlandırılacak olan bir şiir anlayışı oluşmaya başlar. 1961 anayasasıyla gelen özgürlükler, Nazım Hikmet’in kitaplarının yeniden yayımlanmasını, “Yeni Gerçek”, “Halkın Dostları”, “Militan” gibi dergilerin çıkarılmasını, Marksist felsefeyi benimseyen toplumcu gerçekçi şairlerin halkın ve işçi sınıfının sorunlarını politik bir bakışla ortaya koymasını sağlar. Umut, direniş ve isyan şiirde öne çıkan temalar olur. Dönem şairlerinden biri olan Ataol Behramoğlu’nun “Bırakın, beyaz/İpek gibi yağan karın altında/Hayallerimiz olsun/Yaşayalım/Özgür/Güzel/Düşünceli” dizelerinde olduğu gibi şiire açık bir anlatım egemen olur. Roman ve öyküde de 1960’tan itibaren yaşanan siyasi ve sosyal olaylar Rıfat Ilgaz, Abbas Sayar, Bekir Yıldız, Vedat Türkali, Adalet Ağaoğlu gibi yazarların eserlerine toplumsal sorunlar ekseninde yerleşir; Yusuf Atılgan ve Oğuz Atay’da da bireyin yaşadığı dünyaya yabancılaşması olarak belirir. 12 Eylül 1980’de askerî darbe ile tarihte olduğu gibi edebiyatta da bir dönem kapanır. Bu süreçte birçok kitap yasaklanır; eşitliği, özgürlüğü, adaleti savunan ve eserlerinde bu konulara yer veren sanatçılardan bazıları cezaevlerine girer, bir kısmı ülkeden ayrılmak durumunda kalır. Düşünce susturulur.

Düşüncenin susturulduğu, baskı altına alındığı dönemlerde edebiyat da susar; ancak bu suskunluk bir süre devam eder, sonra taşar.

“31 Mayıs 2013” belki de bu suskunluğun artık sonuna gelindiğinin habercisiydi. Bir muhtıra, iki darbe ve defalarca baskıya maruz kalan bir halkın uyanışıydı. 1980’den sonra ülkemizin üzerine çökmüş olan sisin dağılışı, isyanın dile gelişi, bir parkta umudun yeniden filizlenişiydi. Uyanışın, yeniden farkında oluşun, unuttuklarımızı hatırlamanın günüydü."
“İyi bir masala ihtiyacım var benim, başka bir şeye değil.”(1) diye başladı bu tarihten sonra yazılanlar. Direniş öyküleri kaleme alındı birer birer. Okumayan, düşünmeyen, sorgulamayan bir kuşak olarak bilinen gençlerin yarattığı öyküler, yazarların duygu ve düşünce dünyasında yeniden hayat buldu. “Bağzı Şeylere Öyküler” bu topraklardaki bir direnişten doğdu. Edebiyat, bir kez daha yaşadığı çağın tanığı oldu. Yaşama, ölüme, isyana, umuda dair biriken sözcükler kâğıda döküldü. Bugünlere dair bir iz oldu yazılanlar. Bir umut, bir başlangıç, bir kırılma noktası…

Acının, sevincin, öfkenin, sevginin ve daha nice duygunun öykülerde nasıl dile getirildiğine tanık oluyoruz bir kez daha. 2002 yılından itibaren baskının ve sansürün, egemenliği yavaş yavaş ele geçirdiği bu topraklarda edebiyatın, toplumun sesine kulak verdiğini, varolmaya dair atılan çığlıkları duyduğunu görüyoruz.

Bir yandan yıkımı, ölümü ve yokluğu; diğer yandan yıldızları, gökkuşağını, okyanusları, “tepeden tırnağa çiçek açmış ağacı” düşünerek hatırlıyoruz bir kez daha insan olduğumuzu.

Ve bir parça aydınlık için, unutmamak için hafızamıza kazıyoruz bugüne dair yazılanları.

“Her gecenin bir sabahı vardır/Bu ülkede bile”  (Ferid Edgü, Gezi-Yorum)

(1) Burak Eldem, #DirenAklım/Başlangıç, Sayfa6 Yayınları, İstanbul, 2013, (s.15).


Bağzı Şeylere Öyküler, Hazırlayan: Kadir Yüksel, Aylak Adam Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, Eylül 2013


0 yorum:

Yorum Gönder