Dünyayı güzellik kurtaracak bir insanı sevmekle başlayacak her şey...
Bir sabah çatısından yoksul kuşların havalandığı evden bir çocuk çıktı... Saat 7'yi biraz geçiyordu. Annesi kahvaltı hazırlarken, babası işe gitmek için hazırlanıyordu. Ablaları vardı çocuğun. Sabahın kör vakti evdeki hareketlenmeden şikayet edip, uykusuzluktan dert yanıyorlardı. Bir gece önce oturdukları mahalle, yaşadıkları memleket karabasan saldırısına uğramış, insanlar sokaklara çıkıp karabasanı kovmak için avaz avaz bağırmaşlardı. Çocuk da sokaktaydı. Eve dönüp bölüp pörçük uyuduğunda rüyasında gördüğü tek şey bir kaç gün sonra okulda gerçekleşecek olan kep töreniydi.
İşte o sabah ekmek almak için dışarı çıktığında etrafta hâlâ keskin bir koku vardı. Ciğerleri dolduran, insana boğulacakmış hissi veren ve saklanan ne kadar göz yaşı varsa serbest bırakan bu şey, karabasanın zehiriydi. Aradan saatler geçmesine rağmen zehir etkisini kaybetmemişti.
Eli cebine gitti çocuğun, bir mendil bulup ağzını burnunu kapamaktı niyeti. Durdu olduğu yerde. Karabasanın gölgesi çok yakındaydı, hissetti. Göğe çevirdi başını, ve bir bulut elini uzatıp çekti O'nu. Uyusun, uyusun da büyüsün anasının kuzusu diye. Sonrası koşturma, bitmeyen ayak sesleri. Yardım çığlıkları. Hastane koridorları, ameliyathaneler, hınca hınç dolu sokaklar. Hesap soran, karabasanın karşısına dikilen insanlar... Bunların hiç birini duymadı çocuk. O büyük beyaz bulutun üzerinde derin bir uykudaydı. Karabasanın zehirinden kurtulmanın tek yolu bulutların arasında uyumaktı. Kimse farketmedi, durup dinlendiğini. Uyudu çocuk ve cebinden dökülen misketler ayağına dolandı karabasanın. Yolunu şaşırttı,tökezletti. "14 yaşında bir çocuğu karşına alırsan sonunu elbette misketler yazar elbet pis canavar!" diye bağırdı olup biteni izleyen ve buluttan yardım isteyen güvercin. Onun da canı yanmıştı zehirden... Geceleri gökyüzünden onları izleyen yıldızlar derler ki o güvercin üstüne yorgan olmuş, yoldaş olmuş çocuğun başucunda.
O bulutların arasında son zamanlarda okumaktan çok keyif aldığım başka bir hikâye daha var aslında. O da çocuğun ki kadar hüzünlü ama bir o kadar umut dolu bir öykü. Andrê Neves tarafından yazılan "Bulutların Arasında" Nesin Yayınevi'nin Çocuk Cenneti Kitaplığı serisinden oldukça dokunaklı, güzel olan ne varsa her şeyi kısacık bir hikâyeye sığdırmayı başarmış bir kitap.
Her şey birden bire olmuştu. Bulutlar kentin üstünü kaplamıştı. Bunu ilk olarak hep gökyüzüne bakan kız fark etti ve yalnızca kendine ait bir bulutu olmasını hayâl ederek düşünün peşinden yola koyuldu. Düş kuracak vakti olmayan kent sakinleri kızın aklının bir karış havada olduğunu düşündüler. Gel zaman git zaman kızın hikâyesi gökyüzünü seyretmeyi hiç sevmeyen çocuğun kulağına gitti. Çocuk en yükseğe tırmanmaya başlayan kızın cesaretine hayran kalmıştı. Kız sonunda çocuğun yaşadığı dağa da tırmanmış hatta evine kadar girmişti. Bulutları almak isteyen kızın gülümsemesi çocuk için dünyadaki en güzel şeydi artık. Ve bundan sonra kız hep gülsün diye onun için bir şey yapmaya karar verdi. Şiirsel anlatımıyla dikkat çeken bu güzel öykü resimleriyle de bambaşka bir dünyanın kapısını aralıyor sanki. 3-7 yaş arasına hitap etse de kesinlikle daha büyüklerin de hoşlanacağı bir kitap.
Bir kişinin başlattığı serüven bir kenti sararsa herkes bilir ki gökyüzünde sadece kuşlar uçmuyordur artık. Bulutların Arasında bunu bir kez daha hatırlattı bana.
Şimdi senin sıran çocuk. Sevinçten ağlamayı hatırlat bize. Bir kentin üzerine umut yağmurları serp uyuduğun bulutun üzerinden...Islanalım suyunda. "Hilesiz kucaklamak istiyorum / Dünyayı şehri ve seni... " Direndin onca zamandır, şimdi uyanma vaktidir bilesin. Uyan gözünü sevdiğim. Uyan Berkin!
0 yorum:
Yorum Gönder