Bir konu ve/veya öykü sizi alıp başka dünyalara taşıyorsa, devamını yazdırıyorsa öyküdür… Okumanın tadına doyulmaz.
Türker Ayyıldız, adından başlayarak incecik bir merak çizgisinde örüyor öykülerini. Çok bilinen, dilden dile gezen bir sözcük değil şikeste. Hemen sözlüğe sarılmak istiyorsunuz… Ama gelin önce öyküleri okuyalım, çünkü sözlükteki anlamlara yeni bir katkı yapılması gerekecek.
Anlatılan sizin de hikâyenizdir biraz da…
Sabah işe giderken, akşamüstü caddelerde, parklarda gezinirken, televizyon dizilerinde de -kimi zaman- karşınıza çıkan insanlardan biri onlar. Hiç aklınızda yokken karşınıza çıkan, gördüğünüz an unuttuğunuz, ama bir zaman sonra aklınıza geliveren… nereden, nasıl, kim sorularıyla sizi boğuşturan insanlar… İşte onların öyküsünü anlatıyor Türker Ayyıldız. Her gün gördüğümüz için sanki tanıyormuşuz sanrısına kapıldığımız onları bir başka gözle, bir başka betimlemeyle anlatıyor. Dolayısıyla da anlatılan kişiler birer “kahraman”.
Kolay değil, ölmek…
2011’de Orhan Kemal Öykü Ödülü’nü “Vapurlara Küsmek” ile kazanan, ama daha öncesinde 2009’da, “Kese Kâğıdına Sarılı Şeyler”de şiirlerini biz okurların beğenisine sunan Türker Ayyıldız’ın geçtiğimiz ay yayımlanan “Şikeste”sinde 14 öykü var. Alabildiğine kısa ama bir o kadar canlı, bir o kadar çarpıcı, bir o kadar unutulmaz… Hem zaten sizde çok sonraları bile olsa ortaya çıkan bir iz bırakıyorsa öyküdür o.
Öykülerinde kısa cümleler kullanmayı tercih etmiş yazar, dolayısıyla betimlemelerinde sizin düş gücünüz, hayal dünyanız belirleyici. Öyküler hemen hepimizin gözü önündeki mekânlarda yaşanıyor, sizler de ister istemez (Ha Camgöz Ha Köpekbalığı öyküsü tipik örneği) içine dâhil oluyorsunuz olayların. İşte, evde, sokakta, kahvehanede, birahanede… aklınıza gelebilecek her yerde; yeter ki görmek isteyin. Faruk Erem’in o çok ünlü “Suçluyu kazıyınız insan çıkar” sözündeki gibi Türker Ayyıldız’ın öykülerinin içine girin kendinizi bulacaksınız.
Bir daha tanık olmak…
Çocukken, duvar dibine veya bir evin sokağa çıkan merdivenlerine oturur, kim gidebilmişse, izlediği filmleri anlatmasını dinlerdik. Hareketleriyle, ses efektleriyle, hatta “esas oğlan”ın arkasından gelen “kötü adam”a seslenmesini bile anlatırdık. Hemen hepimiz filmin sonunu anlatmaktan titizlikle kaçınırdık, izleyecek olanlar öğrenip de heyecanı yitmesin diye. Büyüdükçe gördük ki filmler de birkaç kez izlenebilirmiş… Hele şiirler onlarca kez hem de hançereler yırtılırcasına okunabilirmiş… Öyküler de öyle. Çünkü her okuyuşta yeni bir tat, yeni bir duygu, yeni bir bakış yakalanabilir. Şikeste’den de yeni tatlar alacaksınız…
Yenik, kırık, kederli…
Gelelim sözcüğün anlamına. Sözlükte sözcüklerin birkaç anlamı birden yer alıyor. Yazar, şikeste sözcüğünün taşıdığı o gücenik, o kırılgan, o yenilmişlik duygusunu yaşatıyor okura, ama önce kahramanına.
Peki, hiç mi umut yok, hep karabulutlar, hep kırık, hep yenik, hep düşmüş mü olacağız? Hayır, tabii ki! Türker Ayyıldız’ın öykülerini okudukça daha bir bilenecek, arkasını görmek için çaba harcayacak, dayanmak için direnecek, değiştirmek için savaşacağız, çünkü satır aralarından önce yazarın kahramanları bize onu fısıldıyor.
ŞİKESTE, Türker Ayyıldız, Yapı Kredi Yayınları, 2015.
0 yorum:
Yorum Gönder