Sınır, bazen iyi anlamda kullanılsa da çoğunlukla uç çağrışımı yapıyor. Bu nedenle gözden uzaklık, kenara itilmişlik ve biraz da öfke kokuyor. Birilerinin masa başına çöküp çizdiği, araya “güvenli bölgeler” yerleştirdiği, kimi zaman kapatıp kimi zaman açtığı sınır, karşınızdakini anlamayı da zorlaştırıyor. Nadiren tersi de geçerli bu durumun.
Sherko Fatah, çok uzun zamandır hem gerçeklik hem de kavram olan sınır üzerine düşünen bir romancı. Zaten buna mesai harcadığını, kitabının adından da kavrayabiliyorsunuz: Sınırlar Ülkesinde.
1975’ten bu yana Almanya’da yaşaması, kendi coğrafyasına dışarıdan bakmasını sağlamış belli ki. Üstelik çoğu kez zihinsel babta çekilen sınırları da metnine katmasına yardım etmiş bu durum.
Uzak Şehirlerde Anlatılan “Hikâye”
Sınırlar Ülkesinde’nin karakterlerinin ismi yok, öne çıkan işleri ise kaçakçılık. Aslında bu bile metaforun ve gerçekliğin iç içe geçişini simgeliyor; Kürdistan’ın gerçeği ve isimsiz insanları… Gitmeyenler, görmeyenler ve görmek istemeyenler de oranın misafiri.
Romanda geçen “Misafir”, “Kaçakçı” ve mayınlı arazi gibi nitelemeler hem yabancılığa hem yakınlığa hem de bazı acı gerçeklere işaret ediyor. Bölgenin pek çok insanını kederlendiren ve “güvenlik” amacı güden mayınlı bölge uygulaması, Sınırlar Ülkesinde’nin de merkezinde. Öte yandan kurulmaya çabalanan ortak dil, bir şekilde harekete geçiyor ve herkes derdini anlatmaya koyuluyor: Renkli ama hüzünlü coğrafyanın bir başka gerçeği.
Peşi sıra dizilmiş katarları andıran katırların önünde arkasında sabahın ilk ışıklarına dek süren yaşam mücadelesi, “Kaçakçı”nın hakikatiyken “Misafir”inse uzak şehirlerde işittiği hikâyelerin ete kemiğe bürünmüş hali. Dahası “güvenli bölge”nin tekinsizliği yüzünden yok olan hayatlar da aynı “hikâyeye” dâhil.
“Hikâyenin” içinde başka bir şey daha var: “En büyük tehlike, kaçak malların ağırlığı altında ezildiği ve bataklıktan geçiyormuş gibi adımlarının her birinin zorlandığı dönüş yolundaki tehlikeydi.” Buna, bölgedeki her daim akıl karıştırıcı yakınlığı ve imkân bolluğundan öte kısıtlamaları katınca çerçeve de netleşiyor.
Napoléon, “coğrafya insan ve toplumların kaderini belirler” dediği günden beri, o “kader”e, coğrafyaya ve toplumlara daha bir dikkatle bakar olduk. Belki de daha bir alıcı gözle. Sınırlar Ülkeside, Napoléon’nun sözünün bağlamını ve o bakışı da içine alan bir roman. Fatah, uzakta olmasına rağmen yabancılaşmadığı topraklarını ve oranın “kaderini” masaya yatırmış bir anlamda. En büyük korkuların, en önemli beklentilere karışması Fatah’ın anlattığı yerlerin bir diğer gerçeği. Kadim düşmanlıklar yaratmaya uğraşanlar, buna “yazgı” demeye devam ediyor; onlardan örnekler de var kitapta.
Sınır, Yalnızca Bir Çizgi Değil!
“Kaçakçı”nın kaybolan oğlu, pek çok evin kapısını çalan bir gerçek daha. Oğlunun başına gelenleri öğrenmek isterken yüzleştiği şey ise tüyler ürpertici: “Geçmişi kurcalayıp duruyorsun. Anlamıyor musun? Burada geçmiş diye bir şey yok, en azından senin gibiler için. Ne geçmiş ne de gelecek. Senin için sadece bugün var, bunun dışında her şey yasak bölge. Artık bunu anlamış olmalısın.”
Sınır dediğiniz şey yalnızca düz bir çizgiden ibaret değil. Fatah’ın anlattığı gibi kısıtlayıcı, yok sayıcı, engeller yaratan, insanları yutan ve barışı bozan bir tarafı da var onun. Tabii bunda, sınırın zihinlere set çeken yapısını da unutmamak lazım.
Fatah’ın romanlaştırdığı gerçekler, kabuk bağlayıp iyileşmesine izin verilmeyen yaraların varlığını gündeme getiriyor. “Öteki”leştirilen ve yabancı kılınan insanların hayatının umut beklentisiyle harmanlandığı Sınırlar Ülkesinde’nin zihnimizde uyandırdığı bir soru var: İnsanların mahkûm edildiği kaçakçılıkla yaşamaya çalışması mı, onların ayağının altına mayın sürülmesi mi, “terörist” denerek üstlerine bombalar yağdırılması mı veya kaybedilmesi mi “onurlu” bir davranış? Yoksa yıllarca yok sayılan bir coğrafyanın tüm gerçekleriyle yüzleşmek mi?
Fatah, işte bu nedenle betimlediği “kader”lere karşı çıkıyor kitabında…
SINIRLAR ÜLKESİNDE, Sherko Fatah, Çeviren: Sevinç Altınçekiç, Ayrıntı Yayınları, 2015.
0 yorum:
Yorum Gönder